23/12/2013 | Yazar: Emre Korlu

Ben eşcinsel doğdum. Van gölüne çok yakın bir yerde...

“Hiçbir şey, hiçbir şeyin işareti olmadığı gibi, her şey her şeyin işareti de olabilirdi.”
Orhan Pamuk
 
“Renas gel buraya! Orası çok tehlikeli” diyordu annem. Tehlikeli olan neresiydi? Daha birkaç gün öncesine kadar o yaşlı bunak tarafından zincire vurulup, saatlerce tecavüze uğramış olmanın ruhumda ve beynimde oluşturduğu tahribattan daha tehlikeli ne olabilirdi? Bulunduğum yerin yüksekliği mi? Oradan düşecek olmam mı? Hiç zannetmiyorum. Çünkü o günden sonra hiçbir şeye kayıtsız kalmayacak olan biri için bu riskler oldukça sıradandı.
Doğalı yalnızca sekiz yıl olmuştu.
 
Xalo bizi bırakalı, babam gideli ve dağa çıkan çocukların dönmeyişi... Tüm bunların ardından yıllar geçmişti. Berbat bir çocukluktu. Bu ailenin içerisinde yedi kardeşin gürültüsünde suskun taraf olmak iğrençti. Üzeri kapatılmış her şey gibi sahte olmaya başlamıştık. Şehir de sahteydi. Her geçen gün solan bir kahverengisi vardı. İçimde biri uyurdu uyanık olduğum zamanlar
 
Siz görmediniz. Babam annemi bir başkasına tercih edip bizi terk ettikten sonra dayım gelmişti. Yani xalo ve kitapları... Kitapları diyorum çünkü onlar özgürlüğümün mimarıydılar. Beş yaşında bir çocuk için sağlam şatolar yapmaya yarıyorlardı. Aslında ne kadar kırılgan olduklarını ağabeyimin yüksek sesine dayanamayıp devrildiklerinde anlıyordum.
Şunu yapma! diyecekken susuyordum. Onlar büyüktü çünkü büyüğümdü. Onların yanında benim söz hakkım yoktu. Olamazdı.
 
*** 
 
Hiç leğende yıkanmazdı. Yengem vura vura kıpkırmızı yapardı sırtını. Behram zorla sokulurdu istemediği şeyin içine. Hep ağlardı. Behram’ı öldürdüklerinde merdiven boşluğunun altında yıllarca beklemeye bırakılmış leğene ve lastikleri eskidikçe soyulmuş bisikletine dalıp gitti gözlerim. Çok tuhaftı. Bana senin de sonun böyle olacak diyordu ona ait olanlar. Eşyalar konuşuyordu inanabiliyor musunuz? Sonra korkmaya başladım. Cinsel yönelimimi anladıkça Behram’la sonumuzun aynı olacağını gördüm. Ben de öldürülecektim. Hayatımla alakalı birçok şeyi yazıp yakarak... Xalo yaşasaydı yani bundan yıllar önce ölüm haberiyle yıkılmış olmasaydık. Dağlara çıkıp özgürlüğümüz için kendini harcamış olmasaydı bisiklet eskir miydi?
Babam eve geri döndüğünde yakmasaydı xalo’nun kitaplarını yeniden yazılabilir miydi onun kahramanlık öyküleri?
 
Sahi tüm bunlar yaşanmamış olsaydı neler değişirdi hayatımızda? Hiçbir şey aslında. Çünkü her şey daha yeni başlıyordu. Adıma ay-yıldızlı kimliğimde yer veremediler. Kürtçeydi ve isim olarak konulmuş olması yasaktı. Oysaki “Renas” kelimesinin kimseye zararı yoktu. Kürtçe sözcükleri adam asmaca oyununda kullanmaktan bile korktuğumuz bir çağın çocuğuydum ben.
 
Dildar’a zorla pembe rengini sevdirdiler. Amcamlar sırf pembe olduğu için iki kuzenimin ona tecavüz ettiğine inanmadı ve bir de üzerine hamile kalınca onu yatağın üzerinde tekmeleyerek öldürdüler. Öyle masumdu ki Dildar. Aile konseyi toplanmış ve ölüm fermanını imzalamıştı bile.
 
Ben Renas bu hikâyenin kahramanı, bir tek erkeklere aşık olan, maviye inancını okula başladığı ilk yıl o önlüğü alamadığında kaybeden, Behram ve Dildar’ın kuzeni, dağlara çıkan ve bir daha dönmeyen dayısının ölümünden iki yıl sonra haberi olan, gizli saklı yaşayan, saklanmaya alışan, güncelerini yazdığı her şeyi yakan, renklere doyamayan ama maviye kırgın...
 
Doğu’nun unutulmuş şehirlerinden birinde doğdum. Gerillaların ölüm haberiyle yıkıldığımız bir günün akşamüzeri henüz ilkokul çağındayken yaşı geçkin bir adamın bacağıma bağladığı zincirin esaretinde tecavüze uğradım. Kuzenim cinsiyet kimliğinden ötürü ölüme layık görüldü. Bir diğeri sırf pembe diye amcalarım tarafından tekmelenerek öldürüldü. Onları şikâyet ettim. Her ne kadar karakolun kapısından içeri girerken titriyor olsam da o zamanlar içimde hissettiğim en güçlü duygu cesaretti.
 
Buralarda yaşamak zordur. Sana emir verenlere itaat etmezsen yenilirsin. Alıp verdiğin havanın bile hesabını sorarlar. Ya benim gibi oralardan kurtulur uzak şehirde yaşama tutunursun ya da birinin silahından çıkan kurşunun bir başkasına saplanan mermisi olursun.
Kaçarı yok buna kan davası diyorlar. Zira ben kaçtım. Öldürülen bir adamın hesabını sormaktan; karşısına dikilmekten korktum. Üniversite hayalime bu kadar yaklaşmışken bu şehrin herhangi hapishanesinde ellerimde kan kokusuyla yaşamayı yeğlemedim.
 
***
 
Belki bir gün öldürülen LGBT’lerden (lezbiyen, gey, biseksüel, trans) biri olacağım. Yaşayamadıklarım, anlatamadıklarım ve içimden hiç çıkmayacak olanlarla...
 
Alt tarafı bir duruşmaya gidiyordum. Anneme sarıldım son kezmiş gibi. Ağabeylerime ya da akrabalardan birine yolda rastlarsam Roşin Çiçek davasına niye gittiğime ilişkin bir açıklama yapamayabilirmiş gibi. Çünkü korkarak yaşar insan bir gün Roşin gibi gitme ihtimaline yaslanmak zorunda kalarak.
 
Ben eşcinsel doğdum. Van gölüne çok yakın bir yerde... Babasızlık çektim. Dedelerden nefret ettim. Onlardan birinin bana yaptığı eziyeti kimseye söyleyemedim. Söylesem de hiçbir şey değişmezdi.
 
O kara günde 

Etiketler:
nefret