09/07/2015 | Yazar: Cansu Yumuşak

"Gökkuşağından korkmanın anlamsızlığı bir kez daha su yüzüne çıkmıştı. Renkler değil, karanlıklar asıl düşmanımızdı. Hepimiz hemfikirdik, onurlu duruşa tam destek halindeydik."

Çocuklarını çok seven ve bu yüzden sürekli işine karışan ama asla destek olmayan ebeveynlere, işçilerinin öğle molasını 5 dakika uzatmalarına izin verdiği için kendini en iyi patron sanan ama fabrikada yangın çıkınca önce hasarı inceleyen patronlara benziyoruz bazen. Bu gidişat çok korkunç, çok samimiyetsiz, çok acı.

Geçen hafta ne güzeldi sosyal medya ağları. Onur Yürüyüşü’ne tam destek vermiştik hepimiz ve rengârenk boyamıştık fotoğraflarımızı. Kaçımız kalkıp da yürüyüşe gidebildi, o muallâk tabii; ama yine de görünürlük açısından, destek için mükemmel bir adımdı. Gökkuşağından korkmanın anlamsızlığı bir kez daha su yüzüne çıkmıştı. Renkler değil, karanlıklar asıl düşmanımızdı. Hepimiz hemfikirdik, onurlu duruşa tam destek halindeydik.

Sonra ne oldu peki? Onur Yürüyüşü, "Ramazan münasebetiyle" ve her daim alanda burun buruna olduğumuz "izinsiz gösteri" gerekçesiyle; gaz bombaları, plastik mermiler ve kaba polis şiddeti kullanılarak dağıtılınca biz neredeydik? Onca renk, sadece profil fotomuzu mu güncellemişti? Gezi’den hiçbir ders alamamış sol çevrenin, yine aynı sınavın aynı sorusuna takıldığını görmek gerçekten can acıtıcı. Birkaç cılız sesin, 3-5 HDP ve CHP vekilinin çıkışlarının dışında, gerçekten ne görebildik bu saldırı karşısında? Direniş baş gösterdiğinde orada olamamak veya hemen sonrasında eşzamanlı destek eylemleri planlayamamak hâlihazırda büyük bir eksiklikken, bir de "Böyle özgürlük mü olur?" başlığıyla, hem de sol içerisinden yükselen nidalar, giyilen giysilere karşı çıkan yorumlar saldırıyı ve direnişi ’gözden kaçırdı’ ve yanında olamadı yine. Yazının başında söz ettiğim gibi, aslında haddi dahi olmayan bir şekilde, yalnızca bir denetim mekanizması olarak işler halde kaldık, bize sorulmadan hiçbir şey açıklamadık, sorulduğunda önce söze âmâ’larımızla başladık ve destek namına yine tırnağımızı bile oynatmadık. 

Bu eleştiri ve özeleştiri yazısı, artık yalnızca sözde kalmayan bir samimiyete, gerçek bir ’yanında duruş’a da çağrı olabilir aslında. Bir hareketin veya mücadelenin ortaya koyduğu birçok şeyi ve aldığı kazanımları beğenip onaylamak, hiçbir zaman yanında olmak olarak adlandırılamaz; olsa olsa peşine takılmak denir buna. Hem eleştirel duruş için ve ortaya konan emeğe müdahale edip dikkate alınmak için bir hak talep edeceksin; hem de en zor anında yanında olmayacak, desteğini esirgeyeceksin. Bilirsiniz, "Yok öyle yağma!" denir böyle durumlarda. 

Zaten ortadaki durum da buysa, aslında pek de şaşırmamak gerek lezbiyen, gey, biseksüel, trans ve interseks hareketin mensuplarının sola mesafeli durmalarına ve samimiyetsiz bulmalarına. Bir ahlâk bekçisi gibi davranıp denetim mekanizması gibi işlersek, zaten buna çoktan doymuş olan bu insanlara yaklaşmamız imkânsız olacak. 
Mücadelelerini mücadelemiz saymadığımız sürece, gökkuşağı gökyüzünde kalacak ve adı hep yağmurla anılacak. Ona dokunmak için, aynı yağmurda ıslanmak şart biraz. Bu konuda, başta da belirttiğim gibi resimlerimizi renklendirmek güzel bir adım olsa da, yalnızca bir adımdır. Ve yürüyüş eylemi; bir adım değil, eşkin ve kararlı adımlar gerektiren dinamik bir etkinliktir. Son olarak, bu noktada sol sosyalist çevrenin, kendini bir seyirci mi yoksa bu yürüyüşün bir parçası mı olarak konumlandıracağı hayati önemdedir.

 


Etiketler:
2024