06/07/2012 | Yazar: Selçuk Candansayar

Hızla yuvarlanıp gidilen savaşın sadece Türkiye’yi değil coğrafyanın tümünü kanla yıkayacağını herkesin görmesi gerekli.

Türkiye uzun süredir her alanda sınırları zorlayan bir risk severlik ruhuyla yönetiliyor. İktidar içerde dışarıda ele aldığı hemen her konuyu riske girmekten kaçınmayan bir davranış tarzıyla idare ediyor.
 
Suriye’nin askeri keşif uçağını düşürmesi de bu risk sever hale örnek. Kadri Gürsel’in dün Milliyet’teki çok iyi analizinde belirttiği gibi keşif uçağı neredeyse hiçbir önlem alınmadan, göstere göstere gönderilmiş. 

Öyle ki uçak ancak iki beklenti ile gönderilmiş olabilir gibi. Düşürsünler de bize savaş nedeni versinler ya da nasılsa düşürmeye cesaret edemezler! İkincinin daha baskın olma ihtimali var ama her ikisi de risk alındığının kanıtı. 

Bu düşünce ve davranış kalıbı tek örnek değil. Çok sayıda insanın göz göre göre öldürülmesiyle sonuçlanan Mavi Marmara seferi de benzer bir süreçti. Öyle ki, gemiyi gönderen İHH’nın, İsrail’in kararlılığını sezerek rotayı Mısır’a çevirmek istediği ama bir iradenin ‘hayır rotayı değiştirmeyin’ baskısıyla müdahale ettiği kulaktan kulağa hâlâ konuşuluyor. 

Riskli davranış tarzına yatkınlık ile dürtüsellik arasında kopmaz bir bağ var. Dürtüsellik uyaran karşısında hesapsızca tepki vermeye olan yatkınlıktır. İstekle eylemin arasına akıl süzgecini koyamama halidir dürtüsellik. Bir anlamda kendine hâkim olamama ve davranışlarını denetleyip, frenleyememe durumu.
 
Hani kalabalıkta, beklemediği anda karşılaştığı bir eleştiriye, işi eleştirenin anasına kadar götürerek tepki verme hali.
 
Aylardır PKK’ye bir tür ‘vuramazsın ki hadi vur da görelim’ siyaseti yürütmek, mağarada kıstırdığı 15 kadını takır takır öldürmek, silahsız siyaset yapan her kim varsa sorgusuz sualsiz içeri tıkıp, silahlı mücadele edenlere müzakere çağrısı yapmak. Roboski, zalimce bir strateji değilse ancak dürtüsellikle açıklanabilir.
 
İktidarların güç oyunları bireylerin karakterleriyle belirlenmez. Ne de bireylerin özellikleri politik değişimlerin ve mücadelelerin asli belirleyicisidir. Böyle olmasına karşın yine de o son karar anında, seçilecek yolun belirlenmesinde bireyin/liderin ruhu önemli rol oynar; Davos’u hatırlayın. 

Peki, Türkiye’nin siyasi idaresinin aklı selimden giderekten uzaklaşmasının yansımaları ne olacak? 

Yönetim aygıtının diğer üyelerinin bu dürtüsel risk severlik karşısında tehdit duygusu yaşadıkları ve sinip benzer davranış biçimini göstermeye başladıklarının çok sayıda emaresi var. Nara atan kabadayıdan şiddet görmemenin garantisi onun yancısı olmakla mümkündür ya, onun gibi bir şey. 

Bu yancılık halinin gerçekçi olmadığını en çok tehditkâr olan bildiğinden, Sezar’ın kaderi Brutus’un elinden olduğundan, biat beklentisi bir kısır döngüye evriliyor. Bu hal zaten totaliterleşen yönetim aygıtının kendi içinde de otoriterleşmesine yol açıyor.  

Yönetilen toplumda ise içe içe geçmiş iki tepki biçimi genelleşiyor. Bir yandan bu tehditkâr hale alkış tutarken, öte yandan tökezlediğinde ilk tekmeyi atmak üzere içten içe sıra kapmaya çalışma.
 
Korkutan, kendi varkalımının korkutma becerisine bağlı olduğunu ve korkutma gücünü yitirdiğinde bu kez bir nefret nesnesine dönüşeceğini ve en çok korkanların zamanı geldiğinde en şiddetli darbeyi vuracaklarını sezer ama elinden de bir şey gelmez.
 
Tarihte bir şey oluyorsa başka türlü olması mümkün olmadığından bu şekilde oluyorsa, Türkiye’nin kendi tarihinde bu tarz bir yönetici ve yönetim aygıtının eline düşmesinin bir açıklaması vardır elbet. Ama her ne ise bu açıklamalar bu kadar şiddeti gerekçelendiremez ki. Hızla yuvarlanıp gidilen savaşın sadece Türkiye’yi değil coğrafyanın tümünü kanla yıkayacağını herkesin görmesi gerekli.

Etiketler:
İstihdam