28/02/2018 | Yazar: Umut Güner

HIV ve AIDS alanında yapılması gereken en temel savunuculuk faaliyeti; ayrımcılık karşıtı politikaların geliştirilmesi ve yaygınlaştırılmasını sağlamak.

KaosGL.org’un Gökkuşağı Forumu bölümünde Yunus Emre’nin “Riskli Davranış” yazısını okuduğumda ben de yazma ihtiyacı duydum. Yazısının girişinde çok önemli sorular soruyor:

“HIV politikası kim için yapılır? HIV politikasının öznesi HIV ile yaşayan kişiler midir yoksa HIV ile tanışmamış/enfekte olmamış kişiler mi? HIV ile yaşayan kişilerin hayatını daha iyi hale getirmek için yapılması gerekenler nelerdir? HIV ile enfekte olmak bir “hatanın” sonucu mudur? Bir süredir bu sorular ve devamında gelen birçok soruyla beraber Türkiye’de üretilen güncel HIV politikasına dair düşünüyorum. Bunu düşünürken elbette bu alanda söz söyleyen derneklerin/toplulukların işlerine, sosyal medyadaki dillerine, HIV ile yaşayan kişilerle olan ilişkilerine de bakmaya gayret ediyorum.”

Yunus Emre’nin sorularını arttırarak ilerlemek istiyorum. “HIV politikası kim için yapılır?” Türkiye’de HIV aktivizminin 30 yılına baktığımızda ilk kuşak aktivistlerin sadece “sağlık profesyonellerinden” oluştuğunu gönül rahatlığıyla söyleyebiliriz. Doğal olarak bu aşamada HIV aktivizmi daha çok “önleyici” savunuculuk faaliyetleri olarak yürütüldü. Tabii ki “HIV’in tedavisi” bu kadar olanaklı olmadığı için önleyici faaliyetlere ağırlık vermek dışında başka bir seçenek de yoktu. Ancak burada İnsan Kaynağını Geliştirme Vakfı’nı ve Kadın Kapısı’nı; seks işçilerine yönelik hazırladıkları Gacı Dergisini anmadan geçmemek lazım.

Sanırım 7. AIDS Kongresi’nde ilk kez HIV pozitif insanlar kendi deneyimlerini paylaşarak aktivizm yapmaya başladılar ki ondan birkaç sene sonrada Sağlık Bakanlığı ile Küresel AIDS Fonu’nun ortaklığında HIV/AIDS alanındaki faaliyetler hızlandı. Kaos GL de bu süreçte tam dernekleşme ve profesyonel istihdam sürecine başladı. İlk kez Pozitif Yaşam Derneği bu süreçte kuruldu. Eş zamanlı olarak HIV’le yaşayan kişilere evde bakım hizmetlerinin geliştirilmesini hedefleyen Po-Der de kuruldu. Ancak dernek faaliyetlerine devam edemedi. Küresel Fon hibesinin bitmesiyle birlikte doğal olarak HIV ve AIDS alanındaki aktivizm de sürdürülebilir olmaktan çıktı. Sanırım bu süreçte Emre’nin “HIV politikası kim için yapılır” sorusuna yanıtı geliyor. Pozitif Yaşam Derneği de kendi öz kaynağı olmayan birçok sivil toplum örgütü gibi “ayakta kalmak için” mücadele etmeye başladı. Burada HIV yayılımını önlemeye yönelik faaliyetleri de mecburen yürütmek zorunda kaldılar. Tabii bunun tek nedeni derneğin sürdürebilir olması değil aynı zamanda HIV alanında aktivizm yapan sivil toplum örgüt sayısının inanılmaz derece de az olması da nedenler arasında. Neyseki şimdilerde en azından İstanbul’da Pozitif Yaşam, Kırmızı Kurdele ve Pozitif-İz dernekleri umut vaat ediyor? Ancak halen Emre’nin sorusunun yanıtını bulabilmiş değiliz. HIV politikası kim için yapılır ve hatta kim, kimler yapar?

HIV’le yaşayan kişilerin dayanışmak ya da bu alanda savunuculuk yapmak için kurdukları derneklerin birincil faaliyet alanının “önleyici faaliyetler” olmaması gerektiğini ben de düşünüyorum. LGBTİ örgütler olarak bu meseleyi ikincilleştirdiğimiz eleştirilerine de sonuna kadar katılıyorum.

Riskli davranış kalıbı aslında “riskli grup” tabirine dair getirdiğimiz eleştirilerin evrilmesiyle ortaya çıkan bir kavram. Ancak “riskli davranış” tabiri; muğlak, isteyenin içini istediği gibi doldurduğu bir kavrama dönüşüveriyor. Bu yüzden geçmişte özellikle eşcinsel – biseksüel erkekler ve trans kadınlara yönelik yaftalayan ayrımcı kalıp olarak “riskli grup” söylemine karşın biz “riskli grup yoktur, riskli davranış vardır” söylemini geliştirmeye çalışmıştık. Sonrasında “riskli davranış”tan kastedilen tek şeyin “erkeklerle seks yapan erkekler” tanımı üzerinde şekillenmesiyle birlikte “Riskli davranış yoktur. Tek risk, korunmasız cinsel ilişkidir” söylemini dolaşıma sokmaya çalışıyorduk. HIV ve AIDS alanında önleyici hizmetlerde yapılan en temel politik yanlışlardan biri bence “korunmanın bireysel bir karar olduğuna” yönelik çalışmaların yapılmaması. Önleyici hizmetlerin doğası gereği “bireyi” değil “toplumu “bireyin sağlığını” değil “toplum sağlığını” hedeflemesi. Ve belki de HIV ve AIDS alanında yapılması gereken en temel savunuculuk faaliyeti de ayrımcılık karşıtı politikaların geliştirilmesi ve yaygınlaştırılmasını sağlamak. Ve bu savunuculuk faaliyetlerini yaparken de “pozitif hikayeler”de olduğu gibi herkesi “norm” olarak tariflememek. “HIV eşcinsel hastalığı değildir ama eşcinseller de HIV’le yaşayabilir” önermesini toplumun farklı kesimleri ile birlikte kurabiliyor olmak. “LGBTİ’ler de HIV pozitif olabilir, gençler de, gebeler de! HIV hepimizi ilgilendirir” diyebilmek.

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler:
İstihdam