17/02/2014 | Yazar: Fırat Söyle

Devlet, vatandaşlarına karşı sorumlu ve adil davransaydı, Roşin hayatta olacaktı. Başbakan Erdoğan yaşanan her türlü hak ihlalinden sorumludur.

Başbakan Erdoğan yaşanan her türlü hak ihlalinden sorumludur. Devlet, vatandaşlarına karşı sorumlu ve adil davransaydı, Roşin hayatta olacaktı.
 
Roşin Çiçek henüz 18 yaşına gireli 2 ay olmuştu öldürüldüğünde. Ölüm sebebi bitişik mesafeden kafasına sıkılan bir kurşundu. Kurşunu kimin sıktığı şu ana kadar belli olmadı ama Roşin’i öldüren ailesi asli maddi fail iken, içinde yaşadığı toplum ve devlet azmettirendir. Ailesinin, mensubu olduğu toplumun dini ve gelenekleri öldürmeye bu kadar müsait mi? “Canı verenin sadece kendisi canı alır” ilkesiyle var olan dini inanç, neden eşcinsel bireyin ölümünü kutsamaktadır? Bu kutsamayı kim nasıl kendinde hak görür? Topluma sirayet etmiş olan homofobinin kaynağını ve tarihsel başlangıcını bilebilmek imkânsız ancak muhafazakârlığın homofobiyi her daim beslediği, yaş tuttuğu bir gerçek. Muhafazakârlık ve homofobi her zaman doğru orantılı olagelmiştir. Eşcinsel görünürlüğün artması ile nefret saiki içeren homofobik saldırılarda da artış yaşanmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, dini kaidelerle yönetilmemekle birlikte yerel ve merkezi tüm yöneticiler, sahip oldukları önyargılarla kendilerinden olmayana husumet beslemeyi bir meziyet olarak görmektedir. Dini ve kültürel muhafazakârlık iktidar eliyle her bireyin hücrelerine kadar işlenmiştir. Ramazan ayındaki iftar çadırları, yemekhanelerin işlevsiz kılınması, Kutlu Doğum Haftası üzerinden her yerde kurulan çadırlar, stantlar, toplu işyerlerinde mescit zorunluluğu, Diyanetin her konuda fetva verir olması, başörtüsü üzerinden yaratılan fırtınalar toplumu ciddi anlamda geren ve aynı zamanda muhafazakârlığın devlet eli ile yaygınlaştırılmasının örnekleridir. Bununla beraber sosyal, ekonomik, kültürel gelişmişliğe bağlı olarak seyir gösteren erkek egemen algı eşcinsel karşıtlığını ayyuka çıkarmaktadır.
 
Muhafazakârlık, bir topluluğa özgü bir durum da değildir. 1980’li yıllarda ABD’de eşcinsellere karşı ayyuka çıkan homofobi süre içerisinde görünürlükle beraber artmıştır. Eşcinselliğin HIV/ AIDS ile bağdaştırılması ve bunun üzerinden cadı avına çıkılması unutulacak değildir. Yakın zamanda eşcinsel evlilikle ilgili yasal düzenlemelerin yapıldığı Fransa’da ise, eşcinsellik karşıtı bireyler/gruplar günlerce süren eylemler düzenlemişlerdir. Yine Onur Yürüyüşleri’nin yapıldığı Sırbistan ve Rusya’da muhafazakârlık ırkçılıkla birleşince yüzlerce insanın polis işbirliği ile şiddete uğradığı hepimizin malumudur. Son olarak Rusya’da ve bazı ülkelerdeki anti-gey yasalar muhafazakârlığın korkunç yüzünü göstermektedir.

Başbakan R. Tayyip Erdoğan, AKP iktidarının “ustalık” döneminde muhafazakârlığa ivme kazandırması ile yaşanacak her türlü hak ihlalinden sorumludur. Kadınların başlarını örtmesinden, kaç çocuk yapmaları gerektiğine, doğurup doğurmayacaklarına, kızlı-erkekli kalıyor olmalarından, çalışıp çalışmayacaklarına, kimin nerede ne içeceğine kadar müdahaleler elbette muhafazakârlıktır. Ceza Kanununa zinanın tekrar suç olarak eklenmesi hususu, kürtaj yapan hekimlerin cezalandırılması hususu ve en nihayetinde çocuk yaşta kadınların evlendirilmesinin özendirilmesi kaygı veren durumlardır.
 
AKP hükümetinin “çıraklık” dönemindeki Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf’ın “eşcinsellik hastalıktır, tedavi edilmeleri gerekir” beyanları üzerine LGBT bireyleri ve örgütleri şok yaşarken hemen ardından bu ifadeyi destekleyen onlarca dini vakıf ve derneğin basın açıklamalarına, homofobinin devlet aracılığıyla var edildiğine tanığız. Devletin homofobisi, kendi bünyesinde çalışan eşcinselleri devlet memurluğundan çıkarma cezası ile cezalandırması ve yargının bu durumu yasalara aykırı bulmadığına yönelik kararları hangi çağda yaşadığımızı sorgulatmaktadır.  
 
Muhafazakârlığın homofobi ile imtihanında kaybedilen bedenleri savunmak cesaret istemektedir. Çünkü bu savunma ile birlikte insanlar hedef olmakta ve öldürülmekle tehdit edilmektedir. Bu süreçlerde “olası tehditleri ortadan kaldırma”, “tehdide uğrayanları kollama” gibi asli görevi olan sistem ise suça ortak olmaktadır. Devletin, vatandaşın yaşama hakkını sağlaması gerekli iken, devlet söz ve eylemleriyle tetiğe basılmasını kolaylaştırmaktadır. Mahkemelerde, nefret saiki ile işlenen bu eylemleri görmemekte, olası yaşam hakkı ihlalini “adi bir vaka” olarak görüp yargılama işlevini yerine getirmektedir. Yasama ve yürütmenin gittikçe muhafazakârlaşması yanında yargı, eşcinsel ve/veya trans cinayetlerini münferit vaka şeklinde görüp karar vermektedir. Nefret saiki ile işlenen cinayetlerin nedensellik bağına dokunmamaya devam edilmektedir.
 
Heteronormatif algının, heteroseksüelliği toplumsal ve doğal norm olarak kabul edilişi üzerinden inşa edilen sistemler dini muhafazakârlıkla birleşince Roşinlerin yaşam haklarına saygıyı yok etmektedir.
 
Roşin Çiçek, henüz çiçeği burnunda bir gençti. Aile içi her türlü şiddete sürekli maruz kalmıştı. Aile-polis-çocuk yurtları sarmalından kurtulmak istediği anda öldürüldü. Herkesten kaçmaya çalıştı, kendi gibi olan arkadaşlarına sığındı; ancak izini kaybettirememişti. En son görüldüğü apartmanda dövülerek aşağıya indirilmiş ve arabanın bagajına zorla bindirilmişti. Gördüğü şiddet nedeniyle yardım istiyordu, “yapmayın” şeklinde bağrışları ise söylediği son sözler olmuştu. Kurşun, arabanın bagajında başından tabanca ile vurulan Roşin’in kafasından çıkıp aracın bagajını delmişti. 2 Temmuz 2012’de gece saatlerinde vuruldu Roşin ve ölüme inat ederek 4 Temmuz 2012’ye kadar hayata sımsıkı sarıldı. Ama “nefret”e, “namus”a kurban oldu.
 
Ailenin muhafazakârlığı çocuklarının ölümünü getirmişti. Olayın failleri hemen yakalandı ve tutuklandı. Bir baba ve iki amca. İçlerindeki nefreti kusmak için Roşin’i kurban etmeleri gerekliydi. Gencecik insana güçleri yetmişti, ne de olsa Roşin farklıydı ve yaşaması ailenin “namusuna halel” getirecekti. Devlet, vatandaşlarına karşı aynı derecede sorumlu ve adil davransaydı Roşin sevgilisi ile el ele dolaşıyor olacaktı.   
 
Yargılama süreciyle birlikte acımız artıyordu. Sosyal Politikalar Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneği’nin davaya müdahil olması kararıyla birlikte sanık yakınlarının homofobik/transfobik saldırılarına maruz kalıyorduk. Davanın LGBT aktivistleri tarafından kalabalık, ısrarcı bir şekilde takibi sanık yakınlarını rahatsız ettiği gibi, mahkemeyi, hatta güvenliği sağlamakla yükümlü Emniyet güçlerini de rahatsız etmişti. Yargılama boyunca sözlü ve yazılı beyanlarımızla tek beklentimiz sanıkların ve sanık yakınlarının vicdan muhasebesi yapmalarıydı. Nefrete kurban giden Roşin, ancak bu vicdan muhasebesi ile “aklanacaktı”. Ancak beklentilerimiz karşılığını bulabilmiş değil. Sanık yakınları, yargılama boyunca davayı takip eden herkese karşı gösterdiği tavrı çok önceden Roşin’in katledilmesine ses çıkarmayarak, ona sahip çıkmayarak göstermişlerdi. Biz ise, katli vacip bireyler olarak her türlü şiddete rağmen davayı sonlandırdık. Baba ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alırken suça iştirak eden iki amca da müebbet hapisle cezalandırıldılar. Karar henüz kesinlik kazanmadı, Yargıtay süreci var. Yargıtay’ın vereceği karar ya muhafazakârlığa prim verecek ya da bizim ne eksiğimiz var sorusunu sorduracak bizlere.(BirGün)

*Baki Koşar’ın anısına hazırlanan ‘Diclenin Gözyaşları’ kitabına atıfla.
**Avukat

Etiketler:
İstihdam