08/06/2012 | Yazar: Emre Dursun

Müslümanlığın yalnızca kendisinin ve çevresinin hayatlarında karşılığı bulunan türden bir Müslümanlık olduğuna dair sarsılmaz inancı, Başbakan ve efradını korkunç bir şaşkınlığa sürüklemiş durumda.

Müslümanlığın yalnızca kendisinin ve çevresinin hayatlarında karşılığı bulunan türden bir Müslümanlık olduğuna dair sarsılmaz inancı, Başbakan ve efradını korkunç bir şaşkınlığa sürüklemiş durumda. 

Bir ateistin bir ya da birkaç Müslüman için utanması, sadece o Müslüman(lar) için değil, ateist için bile günahtır ve bir ateistin günaha girmeyi başarması, tuhaftır. İçinde yetiştiği ailenin bir kapısı Aleviliğe, bir kapısı da Sünnîliğe açılan biri olarak ben bunu başarmış durumdayım. Allah ya da Darwin, sebep olanlardan razı olsun. Böyle bir metnin, "katlimi vacip" kılacak bir iklim yaratacağı şüphesini duya duya, yaradana (her kimse) sığınıyorum. Bunu yaparken de tevekkül ve sükûnet içinde kalamıyor, bir bedbahtlıktan bir başka bedbahtlığa düşüyorum. Duaya durdum ey hakikat sahibi, kabul eyle!
 
İzan ve vicdandan yoksun olmayan bir kul çıkıp da sakince, alıştıra alıştıra Başbakan’a hilâfetin son bulduğunu haber etsin diye çok bekledim. Belli ki buna cesaret edebilen çıkmadı. Yoksa durum bu denli vahim olmaz, yaralar vakitlice sarılır, yanlışlardan dönülür, huzur bulunurdu. Olmadı. Yalnızca halifelik ya da hükümdarlığına olan imanı değil, Müslümanlığın yalnızca kendisinin ve çevresinin hayatlarında karşılığı bulunan türden bir Müslümanlık olduğuna dair sarsılmaz inancı da, Başbakan ve efradını korkunç bir şaşkınlığa sürüklemiş durumda. Şaşkınlık, bulabildiğim en hafif tabir. Bundan ötesi artık ’eleştiri sınırları içerisinde’ kabul edilmiyor zaten ve tanık olmakla dahi yaralıyken, durup dururken bir de ’sanık’ olmaya artık cesaretim yok. Evet, başıma bir şey gelmeyecekse söyleyeyim, başıma bir şey gelecek diye ödüm kopuyor. Bir puşilik işimiz var zira. 
 
Bektaşi fıkralarıyla namaz sureleri arasında kalmaktan bendeniz bir tür şizofreniye yakalanmış olabilirim, bu, kabulümdür. Ve fakat, hakiki mütedeyyinleri de huzursuz eden bir manzarayla karşı karşıya olunduğunun da yadsınamaz bir gerçek olduğunu biliyorum. Sosyalistlerin ya da sadece yaşanan adaletsizlerden dolayı mütereddit kesimin söylemlerinin AKP’lilere bir ’şaka’ gibi geldiğini defalarca tecrübe ettik. Ama gelinen son noktada artık ’din kardeşlerinin’ endişelerini bile sallamadan; ’dinimizin gerekleri’ diye diye Müslümanlığın en açık seçik ve aynı zamanda en derin ilkeleriyle ters düşerek, neredeyse yeni bir dine doğru yelken açtıklarını da görme vaktiymiş meğer. Bütün bu olanların bizler nazarındaki karşılıklarından ve yarattığı infiallerden ziyade, daha mühim olan bir şey var ki, o da sahici dindarların gözlerinde ve gönüllerindeki kıymetiharbiyesidir. Asıl can alıcı nokta burası. 
 
Düne kadar bu kesimden hiçbir itiraz yükselmediğine inanmaya neredeyse hazırdık ama aslında onlar vardı; itirazlarını yöneltiyor, yanlışları işaret ediyor ve en azından inandıkları dini korumak gayesiyle suya yazı yazmayı sürdürüyorlardı. Sonra sonra bu daha da görünürleşti. Antikapitalist Müslüman Gençler bu süreci takiben sokağa indiler. Hem de 1 Mayıs’ta. Yani her nedense bugüne değin 1 Mayıs’la pek özdeşleştirilemeyen ve bu yolla da bir zihniyet haksızlığına maruz kalan, çünkü işçi sınıfından bağımsız düşünülmeleri mümkün olmayan bu insanların söyleyecekleri sadece emek, özgürlük mücadeleleri, ezilen kesimler ve türlü adaletsizlik üzerine de değildi üstelik. Onların en kritik sözleri; sosyalistler veya sosyal demokrat hassasiyetleri yoğun çevreler tarafından ’din istismarcılığıyla’ suçlanıp, bunu sürekli "onlar kim oluyor ki" gardıyla karşılayan AKP’ye bir tokat gibi indirdikleri ve son derece de haklı oldukları din üzerineydi. Kabak da orada patladı başlarına zaten. Çünkü bu ’Müslüman Gençler’, iktidara yönelik olarak, "Böyle Müslümanlık olmaz," demeye getirmişlerdi...
 
Peki neden?
 
İslâmiyet’i gerçek anlamda hatmetmiş olanlar bilirler ki, Allah, sanıldığından çok daha tutarlıdır. Çelişik kısımlara dair her dinin mensuplarınca getirilmiş savunular zaten mevcut ve ama belli başlı konularda ne denli sapmaz olduğu da hakikattir. Çünkü İslamiyet’i bilen, Yahudiliği ve Hıristiyanlığı da aynı anda öğrenir. İslâmiyet’i bilen, bu dinlerin ortak değerlerini, ortak çağrılarını da bilir. Ve yine bilir ki; bütün ibadetlerden azade bir kurallar bütünü vardır. Hiçbir ibadetin örtemeyeceği bazı günahlar, ’kir’ kabul edilir. Kolayından temizlenmez ve peygamber sırtına, peygamber yüreğine bile azaptır, derttir. 
 
Ne ola acaba Hz. Muhammed’i bile gamdan ’yaşlandıran’ ama Recep Tayyip Erdoğan ve şürekâsına zerre kadar işlemeyen bu kirler ve ayıplar: Kibir, öfke, kin, kul hakkı, gıybet, açgözlülük, ayıbı yüze vurmak, gösterişle hayır yapmak, hırs ve zalimlik. Her dine inanan insan için mesul olunan şeyler bunlar ve dahi, din kapsamından çıkarıp değerlendirdiğimiz zaman da, ortaklaşılacak önemli bir ilkeler bütünü aslında. Eğer Başbakan ve ’dostları’, yalnız belli ibadetlerle, bulaştıkları bu en büyük günahlardan sıyrılabileceklerini sanıyorlarsa, fena halde yanılıyorlar. Dini kendilerine benzeterek aslını örteceklerini sanıyor ve hatta büyük bir çoğunluğun da görmezden gelişiyle bunu başarıyorlarsa, demek değildir ki kendilerine sonsuzluk ’ihsan edildi’. Öte tarafı bu dünyadan makbul kabul edenlere de ki: Bu hâlinizle en büyük günahkâr sizlersiniz! Umrunda olmayanın çünkü, yüzü de vardır her türlü hesabı vermeye yahut yine umrunda değildir. Ve ama siz ki bu denli Müslümansınız ve bunca kibre, öfkeye, kul hakkı sömürüsüne, açgözlülüğe, size herkese adil olmanız için bahşedilmiş iktidarı kötü ve kirli kullanmak zalimliğine batmışsınız, iki cihanda vay sizin halinize!
 
Devletin köhnemiş yanlarını, köhneliği kendilerine yarayan kısımları dışında, yalnız kendi kesenize, kendi işinize değdiği üzre değiştiren sizler misiniz? Bir puşi, bir slogan, bir eleştiri, bir sitemle size destek verenleri bile hücrelere tıkan? Gerçeklerden çok yalanlara yaslanan yanınızla karşınızda konumlanan her insanı alnının teriyle kazandığı nimetten eden? Allah’ın eşit olarak pay ettiğini, kendi efradına ’eşit olarak’ dağıtan? Kin tutan, öfke kusan, kibre batan ve ağza alınmayacak kelâmı kendinizle eş kullar için kullanan? Sırf çoğunluğu arkasına aldı diye azınlığa türlü zalimlik yapan? Peygamberin ve dahi Allah’ın cüret edemediğini emre ve fetvaya soyunan? İnsanları ekmeğinden, aşından, hayatından edip; bütün camilerin bütün minarelerini çalıp bir de din üzerinden buna kılıf uyduran? Sizler misiniz?
 
Ve ey ’dindarlığıyla’ iktidar, iktidarıyla kindar olan yeni koltuk sahipleri, peygamberiniz sizin için der ki: "Yanarım yanarım, ahir zaman ümmetine yanarım." 

Etiketler:
İstihdam