27/02/2012 | Yazar: Ozan Gezmiş

Eski-Yeni’ isimli barda bir süredir devam ettiği söylenen bir uygulama ile karşılaştık. Ankara’da ismi oldukça bilinen ve lgbt bireylere ‘hoşgörü’sü ile meşhur bu bar sözde hiçbir çiftin yakınlaşmasına ve öpüşmesine artık izin vermemekteymiş.

 

Homofobi ve transfobinin ahlakla ilişkisi tarihsel derin bağlara sahip ve eğlence sektörü de tüm naifliğine karşın bu ilişkinin yakıcı simgesel bir yüzü oldu her zaman.
 
Bülent Ersoy darbe hükümeti ile birlikte sahne yasağı aldığında toplumsal baskının devlet eliyle zulmünü yaşadı senelerce. O dönemin haberleri, köşe yazılarına bakıldığında ortak bir dilin egemen olduğunu görmek mümkün. Salt eğlence nesnesi ve de buradan doğru “değersiz”, “önemsiz” bir şarkıcı sıfatı o dönem Ersoy’a layık görüldü. Hatta şimdinin değerli(!) kimi köşe yazarları yazılarında Ersoy’a uygulanan yasakların çok fazla gündemde tutulmaması gerektiğini çünkü ortada buna değer bir mevzunun olmadığını, eşcinsel(o dönem translara da eşcinsel ifadesi ana akım medya tarafından sıklıkla kullanılmaktaydı) olduğu için tüm bunların başına gelmesinin eşcinselliği özendirebileceğini söylüyorlardı.
 
Sen Türkiye’sin büyük düşün!
 
80’lerden günümüze 30 seneden fazla bir zaman geçti ancak konu eğlence sektörü de olsa homofobi/transfobi “hoşgörü” etiketi altında hala aynı yakıcılıkta devam ediyor. Geçtiğimiz cumartesi günü Spod’un düzenlediği LGBT Anayasa Forumu’na katılmak için Eskişehir’den bir grup aktivist Ankara’daydık. Yeni anayasadan beklentilerimizi ve aslında Türkiye’nin geleceğini konuştuğumuz etkinliğin ardından gittiğimiz “Eski-Yeni” isimli barda bir süredir devam ettiği söylenen bir uygulama ile karşılaştık. Ankara’da ismi oldukça bilinen ve lgbt bireylere “hoşgörü”sü ile meşhur bu bar sözde hiçbir çiftin yakınlaşmasına ve öpüşmesine artık izin vermemekteymiş. Sözde diyorum çünkü bizzat gördüğümüz şey kadın-erkek çiftlerin dans ederken rahatlıkla yakınlaştıkları ancak ne zamanki aynı cinsiyetten görünen iki kişi yakınlaşırsa uygulanan bir kuraldı bu adeta.
 
İlk seferinde görüldüğünüzde omzunuza sertçe vurularak uyarılıyor, ikinci kez öpüşürken yakalanırsanız eğer “Ya kendiliğinde çık ya da ben atayım seni” şeklinde çalışanlarca tehdit ediliyorsunuz. Ahlak bekçileri etrafta gezinirken ehlileştirilmiş müşterilerde ya temkinli dans ediyor ya da adeta “günah”larını kabul edercesine eğer atılırlarsa sessiz sedasız mekanı terk ediyordu. Bu manzarayı gördükten sonra garsonlarla konuşup işin aslını öğrenmeye çalıştık. Tatmin edici hiçbir açıklama alamadığımız gibi -kafa karıştırıcı bir şekilde- bunun bir ayrımcılık olduğunu kabul eden ancak bunu uygulamak zorunda olduklarını belirten bir çalışanı dinledikten sonra arkadaşlarla birlikte mekanı terk ettik. Anlamlandıramadığımız şey bu akıl almaz ahlak bekçiliğinin lgbt bireylere “hoşgörü”sü ile müşteri kitlesini kısa zamanda oldukça fazla arttırmış bir mekanda yapılıyor olması ve tabiki bu “zorunda” hissetme hali oldu...
 
Başbakanın geçenlerde açıkladığı “dindar nesiller yetiştirme” projesi yeni bir olgu gibi tartışılmaya devam ederken ahlak bekçilerinin yaşamımızın her alanına sessizce sızdığını ve her seferinde bizi biraz daha “edep”li olmaya zorladığını görmek zihinsel dönüşümün hiç de yeni bir şey olmadığını hissettiriyor insana.
 
Naif bir alan gibi görünen eğlence sektöründe verilecek mücadelede pekala politik bir zemin üzerinde yer alıyor. Bu nedenle de bu ve benzeri doğrudan ayrımcı ve müdahaleci uygulamaları teşhir etmek ve hatta daha sesli bir şekilde protesto etmek gerekiyor. Unutulmamalı ki bu homofobik/transfobik ahlakın kimseye; ne müşterilere ne de mekan sahiplerine hiç bir faydası yok çünkü el birliği ile arttırılan kıskaç hepimizin prangasını kalınlaştırıyor...
 
Ozan Gezmiş
ozan@kaosgl.org
tw: ozzy_bozzy

Etiketler:
İstihdam