03/09/2018 | Yazar: Hakan Burak Çiçek

​Normların dışına çıktığınızda olumlu veya olumsuz, ama illaki bir tepkiyle karşılaşıyorsunuz.

Yorgun hissediyorum. Bugün çok temel bir sosyal kuralı ihlal ettim. Erkek kıyafetlerimden kurtuldum ve giymesi bir kadından beklenen kıyafetler giydim: Sırt dekolteli mavi bir elbise, boyna dolanan bir şal, şeffaf naylon çorap, sallantılı uzun küpeler. Mavi göz kalemiyle hafif bir makyaj ve ellere mavi oje... Bunu yaparken amacım, insanların tepkilerini izlemekti, ama olay bambaşka bir yere gitti.

Her şeyin başladığı noktaya gideyim. Bu hafta sonu (Ekim 2015), İzmir’de Timuçin isimli trans bir birey intihar etti. Bu intihar haberini aldığımda İzmir’de bir buluşmadaydım ve oradaki arkadaşlarla trans görünürlüğü üzerine konuşuyorduk. Bir lezbiyen, gey veya biseksüelin kendini saklamasının (daha) mümkün olduğunu; ama bir trans bireyin sadece trans olması sebebiyle (yani “var olmasıyla”) dışarıda “görüldüğü ilk andan itibaren” mücadele etmek zorunda kaldığını konuştuk. Yani yüzleşmesi zor olan şuydu: Bir trans, sadece olmakla bütün o toplumsal hazımsızlıkla karşı karşıya geliyordu. Timuçin’in intiharı ve İzmir’deki tüm bu tartışmalar bende bir şeyleri tetikledi. Eğer bir kuralı ihlal edeceksem, cinsiyet normlarından başlamalıydım. Çünkü bu dayatmalar, asansörde ters yöne doğru beklemek ya da sulu bir yemeği elle yemek gibi bir sapma değil, bizzat “olmakla” ilgili meselelerdi.

Gece Candan’ın odasında Gülcan’laydık (mahlaslar). Mavi elbiseyi ve şalı Gülcan verdi. Elbiseyi giyip de aynaya baktığımda çok farklı birini gördüm. “Güzel” görünüyordum. Mutluydum. Sanki hep böyleymişim gibiydi. Yıllardır eksik olan tek şey o mavi elbiseydi de, şimdi bunu giyince tam olmuştum sanki. Candan ve Gülcan da böyleymiş gibi davrandı. Sanki hep kadınmışım gibi. İkisi de yakın arkadaşımdı, o yüzden kuralı ilk ihlal ettiğimde, o kadar gerilmedim.

Asıl gerilim odadan dışarı çıkıp insanların arasına karışınca oluştu. Duvarlara yakın yürüdüm, dikkat çekmekten çekindim ve Candan’la Gülcan’dan ayrılıp tek kalmak istemedim. Bunların hepsi kendimi o mavi elbisenin içinde güvende hissetmediğim içindi. Dışarıda birkaç erkek konuşuyordu. Orada olmalarından bile müthiş bir rahatsızlık duydum. Gözlerimi kaçırdım, hatta onlara arkamı döndüm. Ama sonra da bir yerim açılmasın diye eteği çekiştirip durdum. Yani erkek kalabalığa karşı ne önüm dönükken, ne arkam dönükken kendimi güvende hissettim.

Candan’ın odasına geri döndük. Oda arkadaşı oradaydı ve onu görünce utandım. İstemsizce, hiç düşünmeden şunu söyledim: “Gece gece böyle tuhaf bir halde rahatsız ettiğim için kusura bakma lütfen!” Dert neydi, gece olması mı, elbise giymiş olmam mı? Neden kendime tuhaf dedim ve neden açıklama yapmak zorunda hissettim? Neden ağzımdan “kusura bakma” çıktı? Görünmekten utanmak çok korkunç geldi. Çünkü denediğim şey bir fantezi falan değil (öyle de olabilirdi), sadece bir “olma” haliydi. “Olmayı” anlamaya çalışırken, neden “olmaktan” utanıyordum?

Sabah olunca elbiseyi akşam okuldaki bir kulüp etkinliğinde giymeye karar verdim. Böyle derse gidemezdim. Çünkü iki korkum vardı: (1) Amfidekiler benimle ilgili ne der ve (2) sadece ilgi çekmeye çalıştığımı düşünürlerse ne olur? Bu sorular yüzünden derslerime giderken mavi elbiseyi çantada taşımakla yetinmek zorunda kaldım.

Akşam, kulüp etkinliğinden bir saat kadar önce, Candan’la ve Elif’le (mahlas) okulun üst katındaki pastaneye gittik. Yapamayacağım diyordum. Kapalı bir odada, ya da dış kapının önünde giymek kolaydı; ama pastanede, insanların önünde, hayır, yapamayacaktım. Kalbim ata ata, üstümü değiştirmek için tuvalete gittim. Kadın tuvaletine mi erkek tuvaletine mi gireceğime emin olamadım. Üstümde erkek kıyafetleri varken erkek tuvaletine girmeye daha kolay karar verdim. Tuvalette mavi elbiseyi giydim, uzun naylon çorabı giydim (altından kıllarım gözüküyordu), sallantılı uzun küpeleri taktım ve gözlerim dolu dolu baktım aynaya. Kıpkırmızı olmuştum. O an kapı çaldı. Kapıyı çalanın bir erkek olmasından çok korktum. Elif’in çalmış olmasını istedim, ki zaten o çalmıştı. Ellerim titreyerek kapıyı açtım. Sonra da pastaneye geçtik.

Pastaneyle tuvalet arasındaki ikinci kapıyı açtım. İnsanlar baktı. Kapıya yakın durdum, yürüyemedim. Sırtım eğildi sanki. Nasıl oldu hatırlamıyorum, ama bir şekilde oturdum ve oje sürmeye, kalem çekmeye başladık. Her şey bittiğinde nasıl olduğumu görmeye tekrar tuvalete gittim. Yine kadın tuvaletine mi erkek tuvaletine mi gireceğime emin olamadım. Bu kez erkek tuvaletine giremedim. Çıkarken bir erkekle karşılaşmaktan korktum. Üstümde kadın kıyafetleri varken kadın tuvaletine girmeye daha kolay karar verdim. Önce kendimle, algımla ve bana gösterilen sembollerle mücadeleye başladım. Yani orada, tuvaletin önünde erkek ve kadın yazıyor. Bu kadar keskin. Başka bir şey yok. Erkeksen buraya gireceksin, kadınsan şuraya. Aynı gün ikisine de giremezsin. Girdim.

Pastanenin içinden yürüdük ve kulüp etkinliğinin yapılacağı sınıfa geçtik. Yolda yürürken herkes dönüp baktı. Bir masa cık cık sesleri çıkardı. Etkinlikte de insanları böyle karşıladım. Biri espri yollu “Giyinip geleceğimizi bilmiyordum” dedi, güldüm. Gelen herkes dönüp baktı. Fotoğraf çektirmek isteyen arkadaşlarım oldu. “Çok tatlısın”, “Güzel olmuşsun”, “Taş gibisin”… Bunları duydum ve rahatsız olmadım. Herkes zaten hep böyleymiş gibi davranmaya çalışıyordu, ama bir yandan daha korkunç bakışlar da oluyordu.

Benim kadın kıyafetleriyle geleceğimi duyan Gaye (mahlas), etkinliğe erkek kıyafetleriyle geldi. Bu beni inanılmaz rahatlattı. Ama adaletsiz buldum. Gaye’nin takım elbise giymesi, kravat takması, o kadar da tepki almadı. Benim bir “erkek” olarak mavi elbiseyle etrafta dolaşmam diğer insanlara göre daha “tuhaf”tı. Burada, ihlal ettiğim kuralın cinsiyetler arasındaki geçişin sertliği olmadığını fark ettim. İhlal ettiğim kural erkekliğin bizzat kendisiydi. Erkek bedeninde ve erkeklerin yanında olmam gerekirken “hadsizlik edip” kadın kıyafeti giymemle ilgiliydi tüm mesele. Çünkü zaten bedensel avantajlara sahiptim, gür sesliydim, güçlüydüm, azgındım, istediğimi elde edebilirdim, hükmedebilirdim, sahip olabilirdim; ama nasıl olur da bunu seçmeyip zayıf, ince sesli, “kaburgadan yaratılmış” bir konuma kendimi itiyordum; işte ihlal ettiğim kuralın içeriği tam olarak buydu.

Artık neyi ihlal ettiğimi anlayınca benden yana iş inada bindi. İnsanlar bakıyor mu, baksınlar; cık cık mı diyor, desinler… Yürürken daha işveli yürümeye, konuşurken daha cilveli konuşmaya başladım. Kadınlık bu değil elbette, ama o mavi elbisenin içinde böyle bir karakter çıkardım ortaya. Eğer mesele erkeklikse al gözüne sok! Sürekli girdiğim marketteki adama çıkarken hep “kolay gelsin” derdim ve teşekkür ederdi. Mavi elbisemle girdiğimdeyse uzun uzun iğrenerek baktı ve cevap vermedi. Gaye’nin babası sosyal medyada Gaye’yle fotoğrafımızı gördü, sonrasında Gaye’yi aradı ve “Her ne yapıyorsan hemen bırakıyorsun ve geliyorsun” dedi. Kızı erkek gibi giyinmiş, yanında da mavi elbiseli başka bir erkek!

Yorgun hissediyorum. Çünkü bu kural ihlaliyle şu üç şeyi öğrendim: (1) Normların dışına çıktığınızda olumlu veya olumsuz, ama illaki bir tepkiyle karşılaşıyorsunuz. Olumlu tepkiler, zaten hep böyleymiş gibi davranmakla kuruluyor. Bir çeşit savunma mekanizması. (2) Toplumsal ilişkilerinizde kim olduğunuzdan önce nasıl göründüğünüz geliyor. Bazı şeyleri gizlemeye ehil değilseniz, bir şekilde daha görünürseniz, işte o zaman ayrımcılıkla mücadele etmek zorunda bırakılıyorsunuz. (3) Sembollerle yönetiliyoruz. İki oda var. İkisi de tamamen aynı. Penisimiz varsa kapısında erkek yazana giriyoruz, vajinamız varsa kadın yazana giriyoruz. Oysa ikisi de üretra! İkisi de klozet!

8.10.15 – Zekeriyaköy

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.

 


Etiketler:
İstihdam