19/02/2019 | Yazar: Hakan Burak Çiçek

Yani sistem o kadar büyüktü ki, ben bu malı çalmakla bile fark edilmiyordum.

Bir suç işledim. Bu sömestr “Ceza Hukuku Genel Hükümler” dersini, yanında da “Suç ve Sapma Sosyolojisi” dersini alıyorum. Bir yandan suçun ve sapmanın kurgusal olduğu hukuk arenasını öğreniyorum. Diğer yandan bu kurgunun sosyolojisini de görüyorum. Bu iki öncül, beni “suç” kavramını mecburen sorgulamaya itiyor. Sorguladıkça da suçu merak ediyorum.

Roma Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Giovanni Scattone ve Salvatore Ferraro adlı iki asistan, “Mükemmel Cinayet” isimli tezlerini kanıtlamak için 22 yaşındaki bir hukuk öğrencisini öldürmekle suçlandı. Tezleri şuydu: Cinayetin nedeni ve aleti bulunmazsa sanık hüküm giyemez. Yani Scattone ve Ferraro suçlu da olsa suçsuz da olsa, cinayet nedeni ve aleti bulunmadığı sürece hüküm giymelerine olanak yoktu ve bunu kanıtladılar. Bu hikâyeye dayanarak, işlediğim suçun (cezalandırılabilirlik için gerekli) bazı temel unsurlarını saklı tutacağım. Sadece ne tipte bir suç işlediğimi tarif etmekle yetineceğim.

Türk Ceza Kanunu’nun 141. maddesi “Malvarlığına Karşı Suçlar” başlığı altında “hırsızlık” suçunu düzenliyor:

“Zilyedinin rızası olmadan, başkasına ait taşınır bir malı, kendisine veya başkasına bir yarar sağlamak maksadıyla bulunduğu yerden alan kimseye bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilir.”

Basitçe, suçun yukarıda verdiğim tanımdaki ifadelere uygun olarak gerçekleşmesi gerekir. Buna “tipe uygunluk” deriz. Bu suçu işlerken, zilyedinin rızası olmadığını, aldığım malın başkasına ait olduğunu, malı olduğu yerden aldığımı ve kendime yarar sağlama maksadı güttüğümü tespit ettiğim zaman, işte bu suçu işlediğimi söyleyebilirim.  

Her ne kadar Ceza Hukuku’nda failin niyeti kural olarak önemsiz olsa da, yani amacım ne olursa olsun tipe uygun olarak işlediğim bu suçla cezayı çoktan hak etmiş olsam da, 141. maddedeki bu suçu neden işlediğimi paylaşmak istiyorum, çünkü bu metnin asıl amacı bu.

Suçlular, suçu işledikten sonra kendini suçtan soyutluyor. Kanaatimce, Türkçedeki “zeytinyağı gibi üste çıkmak” deyimi bu “soyutlama” kavramını çok iyi açıklıyor. Yani, suçlu suçuyla yüzleşmek yerine, bir konuda haksız olduğunu kabullenmeyerek kendini haklı ya da suçsuz çıkarmaya çalışıyor. Ben de işlediğim suçu insanlara açıklarken bu soyutlamayı nasıl yapacağımı ve kendimi haklı çıkarmak için hangi yollara başvuracağımı araştırmak istedim.

Sorumluluğun reddi:

Bu başlıkta şunları söylemem beklenir:

Suçu işledim, çünkü başka birileri ya da başka durumlar beni bunu yapmaya zorladı, bu yüzden sorumlu değilim. Hırsızlık yaptım. Çünkü arkadaşım beni ikna etti, çünkü kapitalist sistem beni buna mecbur bıraktı, çünkü param yoktu, çünkü toplum beni buna zorladı…

Suçu arkadaşıma anlatırken söylediğim ilk şey “Esnaftan olsa çalmazdım.” oldu. Burada sorumluluğu kendime almayıp, kapitalist sisteme yükledim. Dolayısıyla kendimi rahatlattım. Çünkü sorumlu ve suçlu olan ben değildim, sistemin ta kendisiydi!

Zararın reddi:

“Esnaftan olsa çalmazdım.” demekle, zaten bunun büyük bir endüstri olduğunu, bu hareketimin kimsede bir zarar yaratmadığını, hatta fark edilmeyeceğini düşündüm. Böylece bir kez daha kurtuldum. Kimseye bir zarar vermemiştim, dolayısıyla kötü bir şey yaptığımı kimse söyleyemezdi.

Mağdurun reddi:

Yaptığım hareketi mağdurun zaten hak ettiğini düşünmek de beni kurtaracak başka bir soyutlama unsuruydu. Yani sistem o kadar büyüktü ki, ben bu malı çalmakla bile fark edilmiyordum. Dolayısıyla, karşımdaki bu “büyük” muhatap –yani mağdur- bunu zaten hak ediyordu. Devasa bir endüstri ve içinde sıkışıp kalmış küçük insanlar! Ve ciddiye alınmıyorlar!

Kınananların kınaması:

Benim bu hareketimi yanlış bulan, kınayan arkadaşlarıma karşı savunmamı nasıl gerçekleştireceğimi çok merak ediyordum. Hatta benim için esas amaç buydu. Necla’yla (mahlas) bunu tartıştık. Başımın derde gireceğini, yaptığımın çok yanlış olduğunu, benim için endişelendiğini ve kendime gelmemi söyledi. Ben önce sorumluluğu reddettim, sonra zararı reddettim ve en son mağduru reddettim. Ama bunlarla bile ne kendimi ikna edebildim, ne Necla’yı. Necla’yı da yaptığı kötü şeylerden dolayı suçladım. O beni kınarken, ben de onu kınadım. Sonuncusu da işe yaramayınca, bunun bir şaka olduğunu, aslında böyle bir şey yapmadığımı, sadece onu sınadığımı söyleyerek bu işten kurtuldum.

Burada incelediğim unsurların Ceza Hukuku’ndaki anlamları daha farklı, hatta pek çoğu cezalandırılabilirlik araştırılırken kıymet taşımıyor. Benim bir suçlu olarak kendimi suçtan soyutlarken öne sürdüğüm argümanlar elbette sosyoloji alanında kıymet taşıyor.

Rutin faaliyet teorisine göre suçu işlerken (1) motivasyonumun, (2) uygun bir hedefimin ve (3) koruma eksikliğinin olması ne kadar hukuki bir anlam ifade ediyorsa, soyutlama teorisine göre de suçu işledikten sonra ondan nasıl kurtulduğum o kadar hukuki bir anlam ifade ediyor. Tabii Ceza Hukuku’nun amacı gerçekten rehabilitasyon, resosyalizasyon ve reintegrasyonsa!

Sonuç olarak, hukuken bir suç işlediğimi, yani suçlu olduğumu çok iyi bildiğim halde, ondan kurtulmaya, kendimi haklı çıkarmaya, “zeytinyağı gibi üste çıkmaya” çalışıyorum. Sorumluluğu üstlenmiyorum, zarar verdiğimi inkâr ediyorum, mağdurun hak ettiğine inanıyorum ve kınanırsam cevaben ben de kınıyorum. Öyle ki, suçu Ceza Hukuku’nun kendisine atacak kadar ileri gidiyorum. Oysa suçlu olan benim. Bir suç işledim. 

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.

**Bu yazı ilk olarak Kaos GL dergisinin 161. sayısında yayınlanmıştır.


Etiketler:
İstihdam