31/03/2014 | Yazar: Karin Karakaşlı

Karin Karakaşlı seçimleri, Twitter yasağını ve Silvan’da başından vurulan 10 yaşındaki Mehmet Ezer’i yazdı.

Diyarbakır Silvan’da 10 yaşındaki Mehmet Ezer başından vuruldu. Bu apaçık zulmü ’BDP mitinginde çocuğun işi ne?’ sorusuna alçalatabilen ve gaz fişeğinden ’cisim’ diye bahseden organize basın dili, bu dönemin tarihe kaydı olarak ibretler hanesinde yerini alacak.
 
Seçim ve nüfus sayım günleri Pazar’a denk gelir. Sıradan akışta bile Pazar ile bir derdiniz varsa, o özel beklentili günlerin havada sıkışan moleküler baskısını daha da derinden hissederseniz. Hadi nüfus sayımında tuhaf sorulara eşdeğer anlamsızlıkta yanıtlar verdikten sonra sokağa çıkıp bir nefes alma şansınız vardır da, seçim gününde girdiğiniz okul binalarından akşam haberlerine varıncaya kadar katlanarak artan bir gerginliğe maruz kalmaktan öte çıkar yol bulunmaz. Gökkubbenin görünmez kapağı başınıza çarpar.
 
Ders vermek
O kapak ne zamandır çarpıp duruyor zaten. Kulağımızdaki çınlama da bundan. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın suni olarak gündem kayması yaratan, özel hayat sınırlarını, düşünce ve ifade hakkı ile bireysel iradeyi ihlal eden beyanlarıyla tırmanan, Gezi direnişi sırası ve sonrasındaki kutuplaştırıcı dille telafisi imkânsız noktalara gelen bölünme, Gülen hareketi ile ayyuka çıkan savaş ve savaşın neferleri olmaları için tahliye edildikleri izlenimi veren eski Ergenekoncu yapı ile birleşince katmerlendi. Ne zamandır nefret, havadaki en yoğun molekül. 
 
“İstanbul’daki seçkinler elitler, Recep Tayyip Erdoğan’ın başkan seçileceğine inanmıyorlardı. Milletim onlara ağır bir ders verdi. Şimdi ne diyorum biliyor musun? ... sadece onlara değil, hani bu telefonları dinleyenler var ya, Pennsylvania var ya, en önemli dersi ona vereceğiz.” Başbakan’ın mutat söylemi ne zamandır millet ve vatandaş gibi kapsayıcı kavramları kendi çekirdek seçmenine indirgemiş durumda. Aylardır varlığı bilinen ve sadece o mahkeme kararları çerçevesinde yaptırıma, ilgili hesapları kaldırmaya zorlanabilecek Twitter’ı tamamen kapatmak, koca bir ülkeyi türlü çeşit başka ülkeler üzerinden garip dolambaçlarla sosyal medya ile bağ kurmaya mecbur eden de bu aynı toptancı ve indirgemeci zihniyet.
 
Dolambaç göbek adım
Hoş zaten bu dolambaç hali bir çeşit sağ kalma güdümüz oldu. Hep bir şeylerin kıyısında dolanıyoruz. Bunca saçmalık ortasında sıradan günlük hayatı, işi gücü, sevgiyi sürdürmek adına verilen mücadele, cinnetin eşiğinden gidip gidip dönmek gibi. En temel talepler için yan yana gelinen her seferde sanki dünyanın en sıradan şeyiymişcesine hınçla sıkılan gaza, ilaçlı tazyikli suya ve plastik mermiye maruz kalmak gibi.
 
Berkin’in cenazesi sonrası Halaskargazi’yi nefes alınmaz bir cehennem kılan o nefret halen gözümün önünde. Gaz fişeğini cephane niyetine kullanan ve Berkin’le birlikte bu kaçıncı cana mal olan katil zihniyet, seçim arifesinde Diyarbakır Silvan’da da 10 yaşındaki Mehmet Ezer’i başından vurdu. Bu apaçık zulmü ‘BDP mitinginde çocuğun işi ne?’ sorusuna alçaltabilen ve gaz fişeğinden ‘cisim’ diye bahseden organize basın dili, bu dönemin tarihe kaydı olarak ibretler hanesinde yerini alacak. Hele de çocuk Kürt mü Türk mü diye başlayan o diğer soru kalıbı var ya, o da fiilen bölünüşümüzün ifadesi. Besbelli çocuktan ve acıdan aynı şeyi anlamıyoruz. Her dilde katilsiniz, diye haykıramıyoruz. Oysa birbiri için varolmak da bir siyasi seçenek. Önce ‘e hiçbiri’ demeyi, sonra da h seçeneğine gitmeyi gerektiriyor. Katile, cinayete, kör şiddete gerekçe bulmaktan vazgeçmeyi, Mehmet Ezer’e kasteden gaz fişeğinin aynı zamanda bir işaret fişeği olduğunu anlamayı, bunca yıldır ‘terörist’ yaftasıyla öldürülen bütün çocukları ortak bir acıyla anmayı gerektiriyor. Tekkerrüre meyyal bu topraklarda yeniden ve yeniden kahrolmayı önlemenin başkaca bir yolu yok.
 
İşte böyle bir arka planda gidiyoruz biz seçime. Yine Başbakan’ın Yenikapı mitingine dönelim bir an: “Ben artık evimde bile rahat rahat konuşamıyorsam, bu montaj, dublaj, uydurma şeylere itibar etmek suretiyle bu ülke de başbakanını yargılayamaz. Öyle tvit mivit anlamam ben bu işlerden. Evet, Twitter dürüst davranacaksa her türlü desteği veririz. Youtube her türlü desteği veririz. Facebook ahlaksızlıklarından vazgeçerse destek alır. Ama aileleri bozacaksa karşısında Türkiye Cumhuriyeti hükümetini bulur.”
 
Muhbirlik müessesi
Gökten yağmur değil tape yağıyor. Herkes herkesin muhbiri, minik MİT’i kesilmiş. Karşılıklı dosyalar ve kozlar biriktirilmiş. 17 Aralık’la birlikte ortaya çıkan akıl almaz yolsuzluk ve hırsızlığın kendisinde, bu rezaletin siyasi çıkar ve iktidar ortaklığı adına ortaya saçılma şeklinde, keza bu koca soygunun üzerini örtmek adına yapılan bütün hamlelerde ahlâksızlık bulmayıp da yine konuyu ‘kutsal aile’ müessesine getirmek, iktidarın gündem manipülasyonuna veciz bir örnek.
 
Oysa hırsızlıktan ötesi yok. Çalmak çok temel bir hak ihlalidir. Para çalarsın, hayat çalarsın, hakikat çalarsın. Elde kalır yığınlar ve yalanlar. O yalanlar ve yığınlar arasında kaybolmamaya, kendime ve gerçeğime sadık kalmaya dair bir seçim benimki. Her dönemimin koordinatı Turgut Uyar der ki bana böyle zamanlarda:
 
gülü çiğdemi filan bırak
sardunyayı karidesi filan bırak
acıyı ve ölümleri bırak
oy pusulalarını ve
seçimleri bırak
evet
seçimleri özellikle bırak
çünkü açlık çoğunluktadır.
 
Benim açlığım hayata... Bir dizesi değiştirilse bize uyacak haliyle ‘çünkü ölüm çoğunluktadır’ diye yaşıyoruz ya bütün dayatılan kötülükleri, o isyanla haykırıyorum alacaklı oluşumuzu hayattan. Ben hayat diyeyim, siz mutluluk anlayın. Koca kahkahalarla gülmeyi, açıkta oturup derin bir nefes çekmeyi. ‘Oh be!’ demeyi. Şükretmeyi, umut etmeyi. Düşlemeyi. Şarkı söylemeyi, dans etmeyi. Bir şiiri birlikte keyifle söylemeyi. Bunları anlayın. Kendi olabilmeyi, özgür kalabilmeyi ve o kendi haliyle birlikte birbiri için mücadele etmeyi. İşte bu hayatı seçiyorum. Şiir tadında ve ağırlığında oluyor ya hayat, hayat dediğin de ancak o zaman yaşamaya değer. 

Etiketler:
İstihdam