21/05/2013 | Yazar: Buğra Tokmakoğlu
Sinirden gülüşlerimle bitiyor film. Beyninden vurulmuş bir şekilde çıkarken sinemadan sorgulama fırsatım oluyor kendimi ve düşüncelerimi...
Malum kampanyalı günlerden biri...
İnternetten baktığım listeden gelişigüzel seçtiğim filme arkadaşımla gitmek üzere randevulaşıyoruz. Sinema gişesine geldiğimizde seçtiğimiz filmin apar topar kaldırıldığını, alternatif olarak başka filmleri izleyebileceğimiz önerisi ile karşılaşıyoruz.
Merdivenlerden aşağıya inen kadın kalabalığının duygusal görüntüleri ile bize önerilen film arasında bağ kurmaya vakit bulamadan gelmişken izleyelim diyoruz filmi...
***
Yıllar yılı önyargılardan sıyrılmaya, öteki olarak ifade edilenleri bir şekilde anlamaya mücadele eden biri olarak çevremden hep azar işitsem de yine de düşmemeye çalışıyorum tuzaklara...
Üç kıtada çekilen ilk Türk filmi olarak kamuoyuyla paylaşılan Selam filmindeyiz, evet. Geliş saati itibariyle ters bir zaman olacak ki koskoca salonda promosyonlu biletle bulunan iki seyirciyiz.
Amatör oyunculuklar ve verilmek istenen mesajlarla kendine benzemeyenler tarafından ötekileştirilen bir kesimin, kendine benzemeyenleri ne kadar ötekileştirebildiğine şahit oldukça gülüyorum. Ara sıra insanlığa dair evrensel mesajlar ışığında gözümden damlalar düşse de yazık diyorum, bir o kadar yazık...
Kendisine kötü rol biçilen iyi giyimli, eli yüzü düzgün küpeli erkek oyuncunun, daha muhafazakar giyimli iyi erkek oyuncuyla yüzleştirilmesinin yarattığı anlam bunalımında kayboluyorum. Marka eşarp ve pardösülerle kendini iyilik meleğine çeviren genç öğretmenin mesajını nasıl yorumlamalı?
***
Sinirden gülüşlerimle bitiyor film. Beyninden vurulmuş bir şekilde çıkarken sinemadan sorgulama fırsatım oluyor kendimi ve düşüncelerimi...
Mağdur edebiyatıyla işbaşına gelenlerin çizdiği çerçevede insan hakkı, demokrasi çığlıklarıyla yaptıkları, en ılımlı ve tahammülkar olanları bile zıvanadan çıkartıyor son günlerde...
Yetmez ama evet diyenlerin, liberal şemsiyesi altında bir şeyler söylemeye çalışanlar ile çoğulcu ve insandan yana olanların dahi sınırlarının aşıldığı şu günlerde sadece ben ve biz deme gayreti, tüm olanların özeti sanırım.
Eurovision yansımaları
Geçtiğimiz yıllardan itibaren içten içe Eurovision Şarkı Yarışması üzerindeki birtakım ögeleri gayriahlaki bulan Hükümet TRT’sinin 2013 yılında Eurovision’a katılmama ve şarkı yarışmasını yayınlamama kararı hangi eksende değerlendirilmeli?
Puanlama sisteminden en çok nemalanan ve çoğu kez kim ne derse desin haksız puanlarla üst sıralarda yer aldığımız Eurovision’da, haksız (!) puan sistemini bahane ederek yarışmaya katılmayan TRT’nin niyeti çok açık ve net.
Kimin ne giyeceğine, ne izleyeceğine, ne içeceğine, ne söyleyeceğine dahi karar verme sevdasına düşenlerin sonunun nasıl biteceğine dair senaryolar sürerken, bu insanların hala bebekler ölmesin, analar ağlamasın şarkıları eşliğinde dünyadaki ölümlere sessiz kalarak, demokrasi sevdalısı olarak davranmayı sürdürmeleri ne kadar anlamlı?
2002 yılı seçimlerinin hemen öncesinde Abbas Güçlü’nün programında gelen bir soruya, "Eşcinsellerin de kendi hak ve özgürlükleri çerçevesinde yasal güvenci altına alınmaları şart. Zaman zaman bazı televizyon ekranlarında onların da muhatap oldukları muameleleri bir defa insani bulmuyorum" sözünü dahi sarf etmeyi başaran Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın aradan geçen 11 yılda bırakın eşcinselleri, temel insani hak ve yükümlükler ile adalet duygularına ne kadar zarar verdiği herkes tarafından dile getirilmiyor mu?
***
Bir zamanlar kendilerinin ötekileştirildiği mesajıyla mağduriyetlerini her fırsatta dile getirenler bugünlerde kendilerine ne olursa olsun tahammül gösterenleri de karşılarına alıyorlar her geçen gün...
Kaygı duyanların, kamplaşan ve zıtlaşanların sayısı artıyor her dakika...
“İnsanların yaşam tarzına müdahale etmeyiz, demokratik bir toplum peşindeyiz“ mesajına herkes gülüyor sinirlenerek...
Etiketler: