16/02/2015 | Yazar: Daniella Di Firenze

Çözüm, kadını biraz daha eve kapamak, kadının tek başına sokağa çıkmasına engel olmak değildir.

İçimiz yanıyor, yutkunamıyoruz, inanamıyoruz, bağırarak “bunu yapanlar insan değil” diyoruz, insan olmaktan utanıyoruz, inancımızdan uzaklaşıyoruz, gözlerimizden yaşlar geliyor, uykularımız kaçıyor, en ağır bedduaları ediyoruz, kalbimiz sıkışıyor, bu ülkeyi lanetliyoruz, içimiz kapkara oluyor. Evet, Mersin’de kaçırılan, tecavüz edilen, dövülen, yakılan yani katledilen Özgecan Aslan adını her duyduğumuzda böyle oluyoruz, her duyduğumuzda saçımızın bir teli daha beyazlıyor, biz de ölüyoruz. Özgecan kaçırılıp, son nefesini verdiği ana kadar olan zamanı düşündüğümüzde konuşamıyoruz, nefes bile alamıyoruz. Çünkü anlıyoruz, gece eve dönüş yolunda, o son minibüste, şoför ile tek başına kalma ihtimalinden korkan kadınlar biziz, gecenin karanlığında ıssız bir sokakta evine doğru yürümek zorunda olan kadınlar biziz, apartmanın kapısına geldiğimizde on defa arkamızı kontrol ederek kapıyı açmak zorunda olan kadınlar biziz, üzerimize giydiğimiz kıyafete göre taciz edilen ve aşağılanan kadınlar biziz. Hatta şimdi bunu yazarken bir kadın daha taciz edildi, bak şimdi bir tane daha oldu ve işte şimdi de öldürüldü… Bunun için tepkisiz mi kalacaksınız?
 
Tepkisiz kalmak derken, tepkimizi de gösterirken doğru şekilde göstermemiz gerekmektedir. Bu öyle ince bir ayrıntı ki tepkimiz ile bizi o insanların karanlığına indirmemelidir. Bu ülkede bir kadın katledildiğinde, haberi okuduktan sonra bunu yapanları paramparça etmekle ilgili intikam senaryolarını kaçımız aklımızdan geçirmişizdir. Kaçımızın aklına, alıp başını bu ülkeden gitmek gelmemiştir? Ama gün, alıp başını gitmek, kaçmak değil, gün, başka Özgecanların başına aynı veya daha beteri gelmesin diye kadın katliamına karşı her bireyin dimdik ayakta mücadele etme günlerinin başlangıcıdır. Ailelerin artık devekuşu misali kafalarını soktukları delikten, o kafalarını çıkartıp, kadını sosyal hayattan tamamen uzaklaştırma çabasındaki bazı devlet kişilerinin dediklerinin ne denli yanlış olduğunu anlaması gerekmektedir. Ailelerin, kız evlatlarını suçlayıp erkeklere karşı uyarması yerine, erkek evlatlarını kadın düşmanlığına ve en önemlisi cinsel açlığa karşı eğitmesi gerekmektedir. Çözüm, kadını biraz daha eve kapamak, kadının tek başına sokağa çıkmasına engel olmak değildir. Çözüm, bu suçu, bu katliamı gerçekleştirmiş kişilere karşı şiddet uygulayarak ve nefretle küfürler savurmakla da adil şekilde sonuçlanmaz, böyle yaparak bizim o insanlardan ne farkımız kalıyor ki? O insanlara böyle davrandıkça, bizi de akıllarındaki karanlık uçurumlara doğru çekip, iç dünyamız çağ dışı düşüncelerle doldurmuyorlar mı? O karanlık tarafımızla kısasa kısas diyoruz, idam diyoruz, hadım edilsin diyoruz. Ama o döngü asla değişmiyor çünkü engellemek yerine iş işten geçtikten sonra kafa kesiyoruz. Tüm tecavüzcüleri linç etmeyi düşünmek, bunlara enerjimizi harcamak yerine, ailelerin, “benim çocuğum da gelecekte bir kadın düşmanı, bir tecavüzcü, bir zorba, bir katil olabilir” düşüncesiyle, erkek evlatlarına psikolojik uzmanlarca belirlenmiş eğitimler vermesi gerekmektedir. Ağaç yaşken eğrilir çünkü hiçbirimiz bir suçlu, bir tecavüzcü, bir katil olarak dünyaya gözlerimizi açmıyoruz. Bu çözüm ile belki tüm kadınları kurtaramayacağız ama en azından her aile gelecekteki bir kadını kurtarmış olacaktır. Bu suçu işleyenlerin şimdiki cezasına gelince hepimiz sonuna kadar sosyal medyada, meydanlarda sesimizi duyurmalı, bunun için mücadele edip, yılmamalı, “yürüyüşler hiçbir işe yaramıyor, sesimizi kimse duymuyor” diye düşünmek yerine inançla, Özgecan için adaletin sağlanması, başka bir Özgecan olmaması için tepkimizi göstermeliyiz. Ta ki kadınlara uygulanan şiddete, tecavüze karşı devletin önleyici gücü gerçekten kuvvetli kanunları uygulamaya geçirene, kadının bir adı olana kadar… Bu, gerçek adalet için, biz kadınlara, Özgecan ve Özgecan gibi katledilmiş kadınlardan kenarları yanmış, üzerine kan sıçramış ama aslında bembeyaz bir sayfada vasiyettir. 

Etiketler:
nefret