13/11/2014 | Yazar: Gözde Demirbilek

pink floyd’un dediği gibi bir başka tuğla duvarda, pink floyd’un dediği gibi keşke sen de burda olsaydın.

“Bizi fark edince eşyaların arasına gizlenmeye çalışan bir böceğe benziyor anlattıklarım.”
 
merhabalar merhabalar, bu sabah da hayat bana asansörde gördüğüm çorap ile (bu son 2 aydır üçüncü görüşüm, biri ısrarla meraklısı için çorap bırakıyor) ben kendimi sırça fanus’ta hissederken vitrindeki kesme kristal vazonun içinde olduğumu fark ettirdi. yani canım, türkiye sınırları içinde hayatım bana diyor ki, sen kim köpeksin de sylvia plath’in bıraktığı yerden bayrak taşıyacaksın. vitrinde kesme kristal bir vazo, anneannenin çeyizinden torunun çeyizine gerçekten gerek olmadığı için hiç kullanılmadan yatay geçmiş bir buzdolabı örtüsü, zaten o eve de nişanda girmiş evliliğin 24. yılında hâlâ el sürmemiş ve birinin kahve içmesine götürülmeyi bekleyen bir borcamsın sen. haddini bil diyor. sırça fanus nere sen nere gülüm diyor. desin de tabi canım ama insan bazen üzülüyor. dipleri gören sylvia anksiyetesiyle başa çıkmak için kaçmayı tercih ettiyse mesela bir şeylerden (ki mutlaka etmiştir) büyük ihtimalle afilli birkaç söz etmiştir (yine mutlaka lafını ortaya koymuştur) benim kaçma yöntemim en fazla canım hiç öpmiyim yeni çıktım depresyondan olur herhalde. beni bu ülke bu hale getirdi. yazın yazın. ben de olurdum bi sylvia, bi virginia. ama hayatım izin vermiyor, napayım?
 
siz de bazen allah bi kapıyı kapatıp öbürünü açarken ısrarla başka başka kapıların eşiklerinde açılsın diye bekleyip cereyanda kalmış gibi hissetmiyor musunuz ya. kalbim tutuluyor benim ciğerden pankreasa komple. insanın kendine eziyeti: ne açılanda ne kapananda gönlü olmak. bunun üzerine biraz düşününce kendim için radikal, dünya için toz zerresi olan bir karar aldım ve insan ilişkilerimde kapıları kaldırdım. bazı şeyler için açık kapı bırakmak, bazı şeylere kapılar kilitlemek çok yoruyor beni. belimi ancak kapıları sökerek doğrultabileceğimi fark ettim kısa bir süre önce.
 
tabi ilişkilerin sadece kapı ile sınırlı olmayan ev hali üzerine de konuşalım bence. bir ev bir ilişkimiz olsun. çelik kapıyı açıyorsun, hol kapısı karşılıyor. onu geçiyorsun, odanın kapısı bekliyor. hep kapıları açmakla uğraşırken farkına varmadığın duvarlar: açtığın son kapıda evini bölmeye başlıyor. duvarları düşünme, bir kapak gibi üstüne basılı tavanlar göz kırpıyor. deliriyorsun. banyolarda savrulup fayansları öpüyorsun. (hadi kapılara geri dönelim) kapı kollarını tutup "sakin ol buradayım"  diyorsun. sakin ol, gitmedim bak. (keşke kapıları bıraksak) sımsıkı kavradım seni, geçeceğim içinden. (aslında geçmeyeceğim) aynı değil ki bi evin bütün kapıları. buzlu camın arkasından odayı görmeye çalışırken tuzla buz olduğunu hissettiğin de oluyor. hep bir ev hali var bu ilişkilerde anlatabiliyor muyum? hep bir ev imtiyazıyla sarılıyoruz ilişkilerimize. önce odalardan sonra hollerden çıkıp en son çelik kapıyı çekip, kendimiz için bu ilişkiyi kilitlemeyi unutmuyoruz: "hoşçakal, anahtarlar paspasın altında" 
 
bütün bunlar olup biterken kimse bu evlerin küvetlerini önemsemiyor. hayli ilginç ya küvet bu nasıl önemsenmez? kucağına yattık, suyunda karıştık. hiç mi önemi yok? işte varına yoğuna kapı olsun, bize uğraşacak duvar olsun. (evlerin ilişkilerimiz olduğuna ufak bi hatırlatma ile) bak canım bak; bu evin duvarları var, biz olmadan önce de vardı, bizden sonra da birileri bu duvarları zaten var edecek. kapıları da öyle. birileri bu kapıları mutlaka takacak ve kilitleyecek. hani zaten olanın içine girmişiz. (girmişiz çünkü içine girmeden değiştiremezmişiz) girdikten sonra duvarları yıkmak yerine, olan duvarların kirini kapatmak için neden bu bahar sonu gelmeyecek bi badanaya girişelim ki. duvarları düzletmeyelim anladın mı, beni rahatsız eden tırtıkları değil duvarın kendisi. kendimize iki yüzlü davranmanın ne manası var? girişmeyelim. menteşeleri ben sökerim, sen balyozları hazırla sevgilim. 
 
neyse, bunları yazarken ben kısa çaplı bi arap baharı yaşıyorum içimde. her yer öbek öbek hareketli, her yer öbek öbek kendini ortaya koyuyor artık. yani diyorum ki, mısır’dan bahreyn’e içimdeki bütün halkları isyana gark etti çukurlarıma dokunuşun. çukurların ekmeğini kulaklarım da yiyor. ümmü gülsüm, fairuz ve nagat el saghira hanımı kim üzdüyse allah burdan pek affedecek gibi durmuyor.  
 
...
 
ve tabi ki özeleştiri... YA ÇOK CİDDİ KONUŞTUM YETER. biri elimi ayağımı oynatsın kendime geleyim yoksa burdan inşaat sektörüyle dişleriyle bizi paramparça etmeye çalışan sistemi birbirine bağladım bağlıycam. sevdiğimle konut kredisi çekip ömür billah bitmeyecek bi borcun altına girecek yaştayım hâlâ duvar kapı anlatıyorum ya. beni anladınız di mi, ipleri diyorum salalım mı biraz. bakın ben bi saldım sertab erener 2003 eurovision performansına döndüm herkes bi yandan çekiyor ama aynı yerde dalgalanıyorum birkaç yüzyıldır. siz de salın. hepimizin eurovision performansına benzemeye hakkı var. 
 
ha bu arada umarım siz de farkındasınızdır mesela ben ariel reklamında bir günah gibi şarkısının kullanılmasının altında yatan sosyolojik sebepleri araştırmak isterim. bu ne çilekeş ülke yarabbi ya. biri ariel’e deterjan markası olduğunu hatırlatabilir mi yoksa bir günah gibi’den çarşafa uzanan o çetrefilli yolda toplumsal cinsiyet saptaması yapıcam ve bunun sonu hiç hoş olmayacak. (canım su ister misin... bi yüzünü yıkayıp gelelim mi... ha canım?) 
 
neyse bu Perşembe’yi de tatlı kadın gaye su akyol’dan bi kuple ile böyle noktalıyorum:
pink floyd’un dediği gibi bir başka tuğla duvarda, pink floyd’un dediği gibi keşke sen de burda olsaydın.
 

hoççakalın. 


Etiketler:
İstihdam