09/03/2017 | Yazar: Ali Özbaş

Kimine göre Oscar alan ilk LGBTİ filmiydi kimine göreyse geylikle alakası yoktu filmin. Film görmek istediğinizdir, izlerken hissettiğinizdir, sonrasında kalbinizde, aklınızda kalandır.

Kimine göre Oscar alan ilk LGBTİ filmiydi kimine göreyse geylikle alakası yoktu filmin. Film görmek istediğinizdir, izlerken hissettiğinizdir, sonrasında kalbinizde, aklınızda kalandır.

Fikir neyse zikir de o olmalıymış ama niyeyse bu kez bende tersi oldu. “Moonlight” filmini arkadaşım bana getireceğinden, sinemada izlemek planlarımda yoktu. Oscar kazanınca sevgilime hadi filme gidelim dedim. Fikir-zikir neydi derseniz, Oscar ödülleri bana çok yerel, Amerika’ya özel bir ödül olarak gelir ve bir filmi izlemem için çok da referans aldığım bir ödül değildir. Genel anlamda ödüllendirilen filmler de o ödülü veren jürinin iradesini taşır, filmin gerçek değerini belirlemez. Elbette alanında belli bir birikimi olan insanların ödül verirken gözetecekleri kıstaslar vardır. Yine de filmin gerçekten en iyi olduğunu iddia etmek yanlıştır. Eğer gerçekten sinema adına seçim yapılmışsa; o seçim için, o seçimi yapanların çoğunluğuna göre en iyisidir. Ancak sosyal ve politik olayların akışı da her zaman kararları etkilemiştir. En yakın zamanlı örneği verirsek, bir önceki Oscar ödülleri “çok beyaz” olmakla suçlanmışken, siyahi, Müslüman, farklı etnik kökenli insanların da adaylığının ve ödülünün bol olduğu bir yıl olması bunun en bariz göstergesidir.

Yıllardır birçok Türk oyuncunun da hayallerinden birinin “Oscar” kazanmak olması beni dertli dertli güldürmüştür. Oscar doğası gereği Amerikan filmlerine, sinema emekçileri ile oyuncularına ve yönetmenlerine verilir. Ayrıca bir filmin aday olabilmesi için ABD’de, L.A.’da en az bir sinemada ve yine en az 1 hafta süreyle vizyonda kalması gerekiyor. Bugüne kadar sadece 5 oyuncu İngilizce konuşmadıkları filmle ödülü alabilmiş ki bunlardan ikisi zaten Hollywood oyuncusu. Hani bunlardan bihaber şekilde “Oscar” hayali kurmak güzeldir de bunu sesli dile getirmek cahillik belirtisi oluyor.

5 binden fazla akademi üyesinin oy kullanması seçimin daha çok insanın katılımı ile yapıldığını dolayısıyla genel festival ödüllerinden daha çok “demokrasiye dayalı” olduğunu iddia etse de her zaman bol dedikodu malzemesine sahiptir. Filmleri izlemeden oy kullanıldığından tutun da aslında ödül için oy kullanacak kişi yerine, oy pusulalarını asistanının, hizmetlilerinden birinin doldurup yolladığına kadar…

Bu yıl en iyi filmi ödülünün yanlış anons edilmesi Moonlight’ın ödülünün ışıltısını da aldı götürdü gibi, ne de olsa ayışığı güneş kadar parlatamıyor. İşin geyiği bir yana, Oscar açıklandıktan sonra filmin yaptığı gişe şimdilik 5 milyon dolar civarında arttı ki, bu miktar az gibi görünse de filmin bütçesinin de neredeyse tamamı… Bu da Oscar’ın faydalarından…

Beni etkileyen bir film izlediğimde genelde gece rüyamda da görür, karakterlerle boğuşur, kendimce olaylara çözümler üretirim. Ama bu defa tersi oldu, daha filmi izlemeden gece rüyamda Moonlight ile uğraştım durdum. Çünkü akşam altyazı sitesinde yeni ne gibi altyazılar var, ne geyikler dönüyor diye bakarken, bu filmin tanıtımına rastladım ve altında yazan yorumlara göz atayım dedim, hay demez olaydım. Zaten işin kötüsü bu sitede amatörce film yorumları da çok oluyor ve amatörlüğün kötü ile eşitlendiği bir performans sunuluyor genelde. Kötü yapılmış çeviri kokan cümleler, sinema dünyasından bihaber iddia ve yorumlar; e ben niye ısrarla okuyorum; çünkü kötünün tuhaf çekiciliği vardır.

İşte bu filmin yorum kısmında 1 kişi dışında feryat figan yorumcular, “bu filmin nesine ödül verildiğini anlamamakta”, “abartıldığı” düşünülmekte, “film namına bir hareket olmayan filmin zaman kaybı” olduğundan bahsetmekte idi. Buradan aldığım gazla olsa gerek, gece rüyamda filmi izliyor ve öf bu ne kadar sıkıcı, ne kadar anlamsız bir film diyordum. Bir kişinin 3 ayrı yaş evresinden bölümler olduğunu bildiğim filmde üçüncü bölüme gelmişim ve “e ne çabuk geçti ilk iki bölüm, hiçbir şey de anlamadık, acaba bu kısım mı uzun sürecek” diye kendimle konuşuyordum. Asıl bomba ise, filmin kahramanı beyaz ve tombulca biriydi rüyamda. Neyse ki bu rüya-kâbus karışımı şey beni fikrimden caydırmadı ve sinemaya gittik. Rüyadakinin aksine ne çabuk geçti iki bölüm demedim, ne çabuk bitti film dedim, yaklaşık 2 saatlik film bittiğinde, üstelik tüm sakinliğine, sadeliğine rağmen.

Sokakta iki siyahinin uyuşturucu satışı ile ilgili sohbetleriyle açılıyor film. Kamera sürekli hareket halinde, kişilerin etrafında dönüyor, uzaklaşıp yakınlaşıyor. Klasik ve klişeleşmiş siyahi adamların konuşma tarzında devam eden muhabbet (hızlı ve tam anlaşılmaz konuşmalar, konuşmalara eşlik eden el hareketleri, sürekli etrafın kolaçan edilmesi vb.), konu uyuşturucu ve satıcılar olunca bolca patlayan silahlar, dökülen kanlar, polis baskınları şeklinde mi ilerleyecek dedirtse de bu tür konuları anlatan filmlerin aksine ilerliyor. Zaten filmin derdi siyahi ABD’lilerin suç ve yoksullukla örülmüş yollarını anlatmak değil. Bu tür dayatmaların yanında kendi içinde de öteki olmaya odaklanmış. Siyahilerin içinde “kara” olmaya… Küçük Chiron’un akranlarından kaçmasıyla devam ediyor film. “Little” olarak adlandırılan Chiron, “farklı” olduğu için akran zorbalığına maruz kalıyor. Uzun süre maruz kalacağı bu zorbalık, hayatının dönüm noktalarından birine de sebep olacaktır. Sığındığı, kendini kapattığı kullanılmayan bir evden o çevrenin uyuşturucu satıcısı Juan çıkarır ve “little” evresi onun sayesinde yaşanılabilir olur. Uyuşturucu bağımlısı annesi yerine Juan ve onun kız arkadaşı Teresa ile vakit geçirir ve hayatına dair soruları onlara sorar; “ibne ne demek” ve “ben ibne miyim?” gibi…

Filmin ikinci bölümü “Chiron” olduğu bölümdür. Ergen lise öğrencisidir. Ne var ki uğradığı zorbalık daha da artmış, daha görünür, daha incitilebilir olmuştur. Çocukluğundan beri kendisi ile ilgilenen Kevin’le yakışmaları bu sıralarda olur. Adım atmada daha cesur olan Kevin, ne yazık ki ortama uyum sağlamada da daha başarılıdır. Okulda etrafını saran ergen güruhunun isteğini yerine getirir ve Chiron’a vurur. Yediği her yumruğa karşın yerden kalkan Chiron diğer ergenleri kışkırtacak, kalabalık tarafından yumruk ve tekmelerle dövülecektir. Artık hayatının kaçma, sineye çekme, saklanma döneminin sona ermesi gerektiğini anlayan Chiron, harekete geçecek, kendisini dövenlerin kendisine yıllardır sataşanların lideri kişiyi yaralayacaktır.

Hapis sonrası üçüncü döneme geçer film; “Black-Kara”. Kendi içine kapanık, zayıf Chiron gitmiş, kaslı ve iri vücudu, altın dişleri ile kendine güvenen, Black gelmiştir. Juan’ın mesleğini yapmaktadır; uyuşturucu satıcılığı. Bir gün Kevin’den gelen telefon hayatıyla ilgili bir soruyu cevaplaması gerektiğini ortaya koyar; o artık hayatını elinde tutan güçlü bir siyah mıdır, siyahilerin içinde “kara” mıdır?

Kimine göre Oscar alan ilk LGBTİ temalı filmdi kimine göreyse geylikle alakası yoktu filmin. Karakter kesin gey bile değil, diyenler de oldu. Film görmek istediğinizdir, izlerken hissettiğinizdir, sonrasında kalbinizde, aklınızda kalandır. Ben iki saat boyunca kırılgan bir çocuğun cinsel kimliği yüzünden uğradığı baskıyı, akran zorbalığını, dostluğa olan açlığını, dokunma ihtiyacını, sevdiği için yolları aşmasını gördüm. Zaman atlaması yaşayan her bölüm sonrası değişen Chiron oyuncusunun hiç bizi şaşırtmayan şekilde çok iyi bir cast ile seçildiğini, her bir oyuncunun çok sadece abartısız bir oyunculuk sergilediğini gördüm. Yönetmenin derdini iyi anlattığını gördüm.

Bunların hepsi bir filmin en iyi film Oscar’ını hakkıyla alması demektir.


Etiketler:
İstihdam