12/04/2012 | Yazar: Erdal Partog

Siyasal hak melesinin sadece siyasi temsil meselesi şeklinde okunması oldukça aldatıcıdır. Siyasi hak sadece seçme ve seçilme meselesi değil siyasal hak bir özgürleşme ve çokluk pratiğidir.

Platon, siyasalı somut bir hak alanı içinde tanımlamaz. Siyasalı sadece bazı seçkin kesimlerin yapabileceği bir iş olarak tanımlar. Platon’a göre sıradan insanlar siyaset yapmaya yetkin kişiler değildir. Yani siyasetçi üstün vasıfları olan bir kraldır.
 
Platon’nun siyaset hakkındaki düşünceleri bu yüzden oldukça sorunludur. İyi yetişmiş filozof-kral bir toplumu en iyi şekilde yönetebilecek kişidir. Bu yüzden Platon için sıradan vatandaş krala sadık erdemli vatandaş olmalıdır. Sadece kendisi için belirlenmiş şeylerle yetinmelidir.
 
Bu anlayış Platon’un siyasalı hak kuramı içinde değil bunun dışında bir alanda kurgulandığını bize gösterir. Bu yaklaşım belli bir kişiye ya da zümreye insanları yönetebilme gücünü verir. Bu yaklaşım herkesin siyaset yapabilme potansiyelini sınırlar ve insanların siyasete eşit katılımını engeller.
 
Hak kuramı açısından insanların siyasal olan ile ilişkisi her zaman için şeffaf ve özgürlükçü olması gerekirken modern öncesi ve sonrası devletler için siyasal katılım ve örgütlenme iktidarlar tarafından sürekli kısıtlanır.
 
Bir anlamda hak kuramının temeli olan insan nasıl daha mutlu ve huzurlu olarak bir arada yaşabilir sorusu olası ihtimalleri ideolojiler tarafından gölgelenir. Devlet ya da belli bir zümre adına bu soruya cevap arayanlar neyin hak neyin hak olamadığı gerçeğini kendi ideolojik evrenleri dışına çıkmadan herkese dayatır. Bu nedenle Platon ve onun ardılı olan daha birçok modern düşünür siyasal hakkı hep bir ideoloji altında araçsallaştırarak siyaseti sıkılıkla imkânsızlaştırır.
 
Bu imkânsızlıklar yerel ölçeklerde de kendini gösterir. İslamcı, Sosyalist ve Liberal gibi nice siyasi yaklaşım, siyasal hakkı bu temelde düşünür ve onu sıkça araçsallaştırır. Sadece araçsılaştırılan siyasal hak olmaz aynı zamanda kültürel ve ekonomik haklar da benzer bir tahakküme tabi tutulur. Bu durum kitlelere sanal bir gerçeklik dayatır. Tıpkı bugün ekonomik hakları eşitlik temelinde sorunlaştıramadığımız gibi. Serbest piyasa anlayışının sorgusuz sualsiz kabul edilmesi, serbest piyasanın normalleştirilmesi anlamını taşır. Her üç hakkın da birbirlerinden bu kadar bağımsızmış gibi görünmesinin altında yine bu tip normalleştirme siyaseti yatar.
 
Yine de bütün bu ayrıştırmaya ve kafa karışıklığına rağmen hak kuramı çerçevesinde hakların etik olarak insanın iyiliğine dayandığını bu iyiliğin ise hep değişen dönüşen bir süreklik gösterdiğini tarihsel olarak tespit edebiliriz. Çünkü mücadeleler tarihi sıklıkla çekişme ve gerilim içinde geçer. Bundan dolayı hakları bu kadar ayrıştıran modern ulus devletler günümüzde krize girmekten kurtulamaz.
 
Bu bağlamda liberal dünya düzeninde ekonomik hakların sürekli olarak kısıtlanıyor olması, eşitliğin yoksullar aleyhinde kırpılıyor olması, işsizliğin ve yoksulluğun devam ediyor olması hala dünyanın en büyük sorunudur.
 
Bununla beraber kültürel haklar ise günümüz siyasetinde oldukça çatışmalı bir şekilde dünyanın birçok yerinde devam ediyor. Birçok kimlik kendini ifade etmenin yollarını arıyor. Ancak birçok kimlik modern ulus devletler tarafından dışlanıyor ya da ayrımcılığa uğruyor. Heteroseksüel, Müslüman ve Türk gibi hâkim kimlikler ise siyasi iktidarlar tarafından kendi iktidarları için kullanılabiliyor. Bundan dolayı günümüzde kültürel haklar hem sağ hem de sol siyaset için popüler bir malzeme olarak siyaset içine sıkça çekilebiliyor.
 
Siyasal haklar önce saydığımız iki hak alanı kadar maalesef ilgi görmüyor. Siyasal hak parlamenter kapitalizm seviyesinde bir hakka indirgeniyor. Çünkü siyasal hak denilince genellikle insanların aklına oy kullanma ve seçme hakkından başka bir şey gelmiyor. Sadece bunları yapmanın yeterli olduğu düşünülüyor.
 
Oysaki siyasal hak seçme ve seçilmenin ötesinde kendini ifade etme gücünden kaynaklanan bir haktır. Biz bu güce Spinoza’nın deyimiyle iktidar olmayan, yani yaratıcı güç diyoruz. Aynı zamanda bu güç demokrasinin de sigortası olan güçtür.
 
Özünde siyasal hakkı ya da bu gücü özgürleşme sürecinin kamusal olarak somut kazanımı olarak tarif edebiliriz. Özgürleşme süreci bir örgütlenme ve kendini ifade etme biçimidir. Siyasal hakkı bu şekilde anlayan ya da pratiğe geçiren kesimler ile bunun karşında olan kesimler kendini sürekli bir çatışma içinde bulur. Siyasal hak aslında yabancılaşmıştır.
 
Bu anlamda yabancılaşmış siyasal hak evreninde siyaseti hala zenginler ve erkekler yapıyor. Türkiye’de ister sağ isterse sol kesimden olsun mecliste temsilciler çoğunlukla bu iki kesimden oluşuyor. Çünkü AKP filozof-kral anlayışının bir yansıması olarak siyaset sahnesinde yer alıyor. Diğer tarafta ise CHP var. Bu parti de çokluktan çok belli bir zümrenin partisi olarak siyaset sahnesinde yer alıyor.
 
Filozof-kral ya da bir zümre, siyasal haklar konusunda bilindik olan hakları kendi ideolojileri altına sıkıştırmaya çalışıyor. Bundan dolayı Türkiye siyasetinde toplumsal çatışmalar hiç durulmuyor. AKP siyasal hakkı İslami değerlerin bir alt kümesi olarak düşünürken CHP bunu cumhuriyet ideolojisi altında düşünüyor. BDP ise kültürel ve siyasal haklar açısında bir adım diğer partilerden önde görünse de kültürel haklar yine de baskın çıkıyor.
 
Siyasi iktidarın siyasal hakkı bu kadar araçsallaştırması neticesinde bugün iktidar partisinin KCK davaları adı altında binlerce Kürt vatandaşını içeri atması şaşırtıcı gelmiyor. Çünkü AKP egemen bir filozof-kral ideolojinse sahip bir parti olduğu için siyasal haklar için de mücadele eden Kürtleri çekinmeden içeri atabiliyor.
 
AKP yüzde onluk seçim barajını on yıldır iktidarda olmasına rağmen kaldırmak istemiyor. Çünkü bu tip partiler siyasal hakların sadece meclis çatısı altında meşru olduğuna inanıyorlar. Siyasal hakkın yerel ya da ulusal düzeylerde katmanlı bir hak olduğunu, siyasal hakkın sadece meclise milletvekili göndermek olamayacağını kestiremiyorlar.
 
Bugün mecliste kadın milletvekillerinin sayısı oldukça az, az olmakla birlikte kadınların siyasi hakları erkekler tarafından birçok şekilde gasp ediliyor. Siyasi partiler birçoğu ev kadınlarının siyasi hakkı olmadığını düşünüyor. Ya da türbanlı kadınların sırf türbanlı oldukları için milletvekili olmaması gerektiğine inanıyorlar. Bu durum siyasal hakların kadınlar için de çok katmanlı bir sorun olduğunu gösteriyor.
 
Diğer taraftan Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in LGBT bireyler hakkındaki açıklamaları benzer bir siyasal hakkın gaspı anlamını taşıyor. Melih Gökçek, ‘geyler inşallah belediye başkanı olmayacak olmamalı’ diyerek siyasal hak alanını ne kadar daralttığını açıkça itiraf ediyor. Kendisi için istediğini başkası istediğinde karşı çıkıyor. Bu anlamda LGBT bireylerin siyasi hak mücadelesi Melih Gökçek’in anladığı anlamda sadece meclis ya da büyükşehir başkanlıklarından ibaret değil.
 
Bu anlamda siyasal hak melesinin sadece siyasi temsil meselesi şeklinde okunması oldukça aldatıcıdır. Siyasi hak sadece seçme ve seçilme meselesi değil siyasal hak bir özgürleşme ve çokluk pratiğidir.
 

Etiketler:
nefret