20/10/2011 | Yazar: Erdal Partog

Bütün siyasi partilerin ve onun temsilcilerinin birbirlerinin yasını paylaşması ve sahip çıkması barış yolunda atılacak bir başlangıç olabilir.

Son 30 yıldır Kürt-Türk sorunu çözümlenemediği gibi, maalesef bu sorun her geçen gün daha fazla içinden çıkılmaz bir hal alıyor. Son olarak Çukurca’da öldürülen vatandaşlarımız siyasetin kurbanları olarak tarihte yerlerini aldı.
 
Onlar için gerçek anlamda ağlayacak olan sadece anneler, babalar, kardeşler ve komşular olacak. Ağlamış gibi yapan diğerleri için, ağlamak; kutsal bir toprak parçası olan vatan için ve millet için ağlamak anlamına gelecek. Bu uğurda ölmek kutsal bir şey olacak.
 
Soyut değerleri bu anlamda gerçek acıların üstünde tutan bu yaklaşım bir akıl tutulmasının üründür. İşte bunun nedeni siyasetçinin duygusal yıkıcı aklıdır. Ne olursa olsun vatanı ve milleti sevmenin duygusal yıkıcılığıdır. Bu uğurda yetmiş milyonu feda eden tepeden inmeci bir yıkıcılıktır.
 
Bu duygusal yıkıcılığı aklın yoluymuş gibi savunan siyasetçiler ise siyaseti duyguların yıkıcılığına terk etmiş sırdan bir tavrı içindedir. Gerçek siyasetçi için erdem aklın iyi duygulara aracılık etmesidir. Vatandaşlarını ayrımsız mutlu kılma etiğidir. Ancak görüne o ki Türkiye siyasetçisi bu etiği unutmuştur.  
 
Ölen insanlar, bir akıl siyasetinin değil, bir duygu siyasetinin kurbanı oldular. Onların ölümü bir yastan öte siyasi bir cinayet olarak okunabilir. Bu cinayetin de sorumluları başta AKP ve BDP olmak üzere mecliste bulunan siyasi partiler, yani bütün siyasetçileridir.
 
Demokratik bir ülkede siyasetin asıl unsur olan uzlaşma iklimin yaratılması, siyasetçinin görev ve sorumluğundadır. Bundan kaçıp gerilimi arttırıcı duygusal demeçler vermek, huzuru beslemez, olsa olsa intikam ve kin söylemini besler ki buradan barış çıkmaz.
 
Bu anlamda hamasi lafların aradı arkası kesilmeden tekrarlanması; Kürt-Türk sorununu çözemediği gibi gerçek anlamda onurlu siyasetçi kimliğini de oldukça zedeler. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün öç almak üzerine kurulu söylemi bir siyaset insanına yakışmadığı gibi, duyguların ve tarafgirliğin aklın nasıl önüne geçtiğinin de somut birer kanıtıdır. Ancak bu tip olumsuz duygusallıklar barışa hizmet etmez.
 
Duyguları siyasette araç olarak kullanma taraftarı olan siyasetçiler, nedense duyguların acıları paylaşan yanını unutuverirler. Acıları olduğu gibi yaşayamayan, her acının önüne mutlaka vatan, millet, şehit kavramlarını getirenler acının ve yasın üstünü örterler. Acı sağalmaz, kin ve nefret olarak bir kuşağı zehirler. Bu yüzden acının yasını paylaşmak yerine yası kin ve nefrete dönüştürmek siyasi bir erdem değildir.
 
Bu anlamada bütün siyasi partilerin ve onun temsilcilerinin birbirlerinin yasını paylaşması ve sahip çıkması barış yolunda atılacak bir başlangıç olabilir. Her ne adına olursa olsun öldürmemenin bir edem olduğu gerçeğini hatırlamamız gerekir. İster devlet adına ister vatan adına, isterse Kürtler adına olsun ya da her ne adına olursa olsun öldürmek çözüm değildir. Öldürmenin meşru bir gerekçesini icat edebilirsiniz. Ancak öldürmenin barış getirdiğini söyleyemezsiniz.
 
Bu durumda sorgulanması gereken şey siyasetçinin asli görevi olan uzlaşma kültürünü nasıl gündemde tutacağı ve hangi araçlarla bunu sağlayacağıdır. Kırmadan, dökmeden acılara saygı duyarak nasıl bir çözüm yolu oluşturulacaktır? Bunun cevabı siyasetçilerin vicdanındadır.

Etiketler:
nefret