11/09/2012 | Yazar: Sarphan Uzunoğlu

‘Bazen insanlar sanki kurtuluşlarıymış gibi kölelikleri için çabalar’ demişti Spinoza. Haklı mıydı diye sorduğumuzda vereceğimiz yanıtlar ruh halimize ve gündeme gore değişken olabilir; ancak medya evreninde yaşadıkça ve medium’a yaslandıkça umutsuz bir çağın elçileri olduğumuz gerçeği yüzümüze vuruluyor.

Bölüm: 2  Değişimi arzulayan yurttaşlar için iletişim
 
“Bazen insanlar sanki kurtuluşlarıymış gibi kölelikleri için çabalar” demişti Spinoza. Haklı mıydı diye sorduğumuzda vereceğimiz yanıtlar ruh halimize ve gündeme gore değişken olabilir; ancak medya evreninde yaşadıkça ve medium’a yaslandıkça umutsuz bir çağın elçileri olduğumuz gerçeği yüzümüze vuruluyor.
 
Hardt ve Negri’nin Duyuru metinlerinin (Ayrıntı, 2012) daha başında kurdukları şu cümleyi bir yere not etmekte fayda var:
“Gönüllü iletişim ve ifadelerinde, blog yazarken,  web’te arama yaparken, sosyal medyada yazışırken, insanlar baskıcı güçlere karşı koymak yerine onlara destek mi çıkıyor?”
 
Eylem ve mesaj arasındaki bağ gerçekten özellikle bizim çağımızda irdelenmeye muhtaç. Öyle ki “araçlar evreni” aracı özneleştirirken, sosyal medyayı ve benzeri organları fetişize etmekle kalmıyor, onların sisteme içkin fonksiyonlarını da birer “zorunluluk” haline getiriyor.
 
Almanya’da Çalışma Bakanı Ursula von der Leyen’in girişimiyle başlayan ve çalışma hayatını değiştirecek bir düzenleme var. Benzer düzenleme, Brezilya’da mesai dışı saatlerde işle ilgili maillerin cevaplanmasını mesai saati olarak sayılmasına ve ücret talep etmelerinin sağlanmasına yol açmıştı.(1)
 
Peki ya bizde durum nasıl? Bugün “proneterya” olun, “büroleter” olun fark etmez bir biçimde “i-phone” ya da “blackberry”lerimize, bazı modelleri daha az maliyetli “smart phone”larımıza mahkum edilmiş durumda değil miyiz?
 
Karl Liebknecht “esas düşman içeridedir, silahını kendi burjuvana çevir,” cümlesini kurarken tarihin tüm ekseninde çatışmamızı beslemesi gereken bir cümleyi dile getirdiğinin muhtemelen farkındaydı. Öyle ya, anti-emperyalizmle kavrulan ve tüm eylemliliği garip bir “milli refleks”e indirgeyen bir modele dönüşmek yerine kapitalle ve onun temsilcileriyle çarpışmak nedense işçi sınıfınca bir türlü benimsenememiş gibi görünüyor. Hatta daha da vahim olan şudur ki örgütlülüğün terörize edildiği çağımızda en ufak bir “toplanma” dahi hala yasal olarak suç durumunda.
 
İşin iletişimsel boyutunu açmak için öncelikle sosyal boyutuna değindik, peki iletişimsel boyut nedir? Ortalama biçimde muhalif bir yurttaşın kaygıları neler olmalı?
 
Örneğin 17 yaşındaki BK’nin Facebook’tan Başbakan’a “hakaret ettiği” için aldığı 11 ay 20 günlük hapis cezası (2) ve AKP aleyhinde yazılar barındıran bir videoyu Facebook’ta paylaşan Erol Ceylan’ın aldığı görevden alınma cezası (3) bize ne söylüyor?
 
Herhangi bir şekilde örgütlü siyasetin dahi içerisinde olmayan ve “terörize edilen” bu yurttaşların hikayeleri “münferit” değil, “anlatılan hepimizin hikayesi. Foucault “hapishane evi terk eder etmez” başlar derken evlerimizde ve ceplerimizdeki, bizi tuvaletlerde bile yalnız bırakmayan yeni teknolojiyi ne kadar öngörmüştü?
 
Bugün herhangi bir yurttaşın hepimizi özgürleştireceği söylenen yeni teknolojiyle bağı aslına bakarsanız çok tehlikeli bir boyutta. Özellikle yukarıdan aşağı medya geleneğinin “yeni medya” alanına da taşınmasıyla yeni medyanın Hürriyetleşmesi gibi bir algıyla karşı karşıyayız. Hürriyet ve Sabah’ın, Zaman ve Sözcü’nün “pompaladığı” gündemi yeni medyada tartışıyoruz. Yeni medyadan yükselen haberler ise “gayri muteber” ilan ediliyor. DİHA, ANF, SOL, Evrensel, Sendika.org gibi birçok yayın itibarsızlaştırılmaya çalışılıyor. Bu itibarsızlaştırma projesi tıpkı Esra Arsan’ın Vakit (4) tarafından hedef gösterildiği dönemdeki gibi çok mühim bir kırılmaya yol açıyor.
 
Kısacası “rahatsız yurttaş” için bel bağlanacak tüm mecralar bir kısım sözüm ona “yeni medya” mecraları tarafından kirletiliyor. Ensonhaber.com ve internethaber.com gibi sitelerin yaptıkları yayınlardaki ağır devlet dili hepimizi sonsuz bir çukura çekiyor.
 
İşte tam bu noktada sağcılaşma başlıyor. Muhalif yurttaşın sağcılaştırılması süreci McCharty’cilere soğuk su içirtecek denli delice bir biçimde ağırlaşıyor, dahası yeni mecrada “temize çıkarılsalar” bile bugün yaşadığımız (11 Eylül 2012) Blok vekilleri Ertuğrul Kürkçü (5) ve Aysel Tuğluk’la (6) ilgili abuk subuk haberler her ne kadar sosyal medya ve bizim dar atmosferimizde tekzip edilseler de “muhalif yurttaş”ın aklında muhtemelen böyle kalmıyor. Keza muteber bir “alternatif medya” yaratamamış oluşumuz tam bu noktada önem arz etmeye başlıyor.
 
Dan Laughey’nin medyaya ilişkin derlemelerinde kullandığı tabirle alternatif medya bugün bir “karşı propaganda” medyası olarak arz-ı endam ediyor; ancak bizi güçsüzleştiren tam da bu oluyor. Öyle ki Türkiye’deki liberal algıdaki ağır devletçi tavır bugün yurttaşa yansımış durumda. Dahası yurttaşlar, örneğin Aysel Tuğluk’un çantasının “taklit” olduğu ortaya çıkmasına rağmen tweet’lerle vatan kurtarmaya devam ediyorlar. (7)
 
Bugünden sonra “bomba haber yapımcılığı” dediğimiz ana akım tetikçiliğini önlemenin tek yolu ise kendi itibarımızı “sosyal medya” ile değil, günlük ilişkilerle perçinleyerek yaratmak. Yoksa örgütlü bir yeni yurttaş algısı yaratmamız pek de mümkün gözükmüyor.
 
 
·         Kadir Has Üniversitesi Yeni Medya Araştırma Asistanı
 

Etiketler:
İstihdam