23/06/2011 | Yazar: Selçuk Candansayar

Sosyalistler bu otuz yılda o kadar yenildiler, o kadar kırıldılar ki ellerinde sadece entelektüel birikimleri ve düşünsel üstünlükleri kaldı. Bu yüzdendir sosyalistlerin günümüzde modası geçmiş insanlar olarak görülmeleri.

Sosyalistler bu otuz yılda o kadar yenildiler, o kadar kırıldılar ki ellerinde sadece entelektüel birikimleri ve düşünsel üstünlükleri kaldı. Böylece olup biteni, gideni ve gelmekte olanı en iyi ve doğru tahlil edip ve fakat ellerinden bir şey gelmeden kırıla döküle, öldürüle parçalana, her şeyi bilip hiçbir şey yapamayan bir ‘azınlık’ haline geldiler. Bu yüzdendir sosyalistlerin günümüzde modası geçmiş insanlar olarak görülmeleri.

 

AKP’nin son seçim başarısı ile 12 Eylül Darbesi’yle başlayan süreç yeni bir aşamaya ulaşmış oldu. Kenan Evren’in, elinde Kuran köy köy dolaşarak tohumlarını ektiği sosyalizme kapalı siyaset düzeni nihayet rüştünü ispatlayarak devletle bütünleşmesini tamamladı.

Bu yeni hayat tarzı devletin üç temel alandan çekilmesi süreciydi. İlki, sendikasızlaştırma ile el ele yürüyen iş güvencesi hakkının ortadan kaldırılması, diğer ikisi ise eğitim ve sağlığın devletin sorumluluğundan çıkarılıp, bireyin sorumluluğuna bırakılmasıydı.

Seçim sonuçları en azından seçmenin yarısının eğitim ve sağlığı devletin değil kendisinin üstlenmesini, iş güvencesizliğini kabul ettiğini, ayırtında olmasa da onayladığını gösteriyor!

Ordu ile itiş kakış, yargı sisteminin yeniden düzenlenmesi vb. gibi diğer konular aslında tali sorunlardı. Bu didişmeler Evren’le başlayan ‘dindarlaştırma’ sürecinin yoğunluğunun ne kadar olması gerektiğine dair anlaşmazlıklardan çıkıyordu. Karşılıklı fedakârlıklarla bir uzlaşmaya varıldığını söylemek mümkün.

Türkiye zaten dindar hayat tarzına sahipti, üzerinden yürütülen liberal abuklukların saçmalığını altmışlı ve yetmişli yılların gündelik hayatından kalan hatıra fotoğrafları bile kanıtlar. Türkiye toplumu yetmişlerin sonlarına doğru sekülerleşme sürecinin önemli bir aşamasını tamamlamıştı ve soldan beslenen bir hayat tarzı yerleşmeye başlamıştı. 12 Eylül Darbesi, tam da bu süreci ezip dağıttı zaten.

2011 seçiminin hemen ardından ÖDP, Halkevleri, Kolektifler, Gençlik Muhalefeti’ne yönelik gözaltı, tutuklama, sindirme operasyonlarının şiddet ve işkence ile yürütülmesi bu bağlamda çok anlamlı.

Yeni rejimin ‘sol’ sınırı Murat Belge, Ahmet Altan liberalliği noktasından çiziliyor. Bırakın sosyalizmi, devrimciliği ‘solcu’luğun bile ancak o kadarına ‘izin’ var. Zaten Belge’nin Metin Lokumcu’dan söz etme tarzı da bu sınırın bekçiliğindeki gönüllüğünü göstermiyor mu? Bu tarz da çok anlamlı. Belge’nin, solculuğu kendi durduğu noktada bitirmesi, kendisini aşanları ‘terörist’ olarak görmesi doğal.

Sosyalistler bu otuz yılda o kadar yenildiler, o kadar kırıldılar ki ellerinde sadece entelektüel birikimleri ve düşünsel üstünlükleri kaldı. Böylece olup biteni, gideni ve gelmekte olanı en iyi ve doğru tahlil edip ve fakat ellerinden bir şey gelmeden kırıla döküle, öldürüle parçalana, her şeyi bilip hiçbir şey yapamayan bir ‘azınlık’ haline geldiler. Bu yüzdendir sosyalistlerin günümüzde modası geçmiş insanlar olarak görülmeleri.

Altmışlarda Güney Amerika ülkelerinde başlayıp, Asya, Hindistan, Çin, Balkanlar, Afrika üzerinden sürüp, şimdilerde ‘Arap’ coğrafyasına ulaşan bu dönüşüm nasıl tamamlanacak ya da bu dönüşümün karşıtı ne olacak henüz belli değil.

Türkiye’de bu dönüşüm sürecinin genelinden ayrılan tek muhalefet Kürt hareketi oldu. Sosyalizm talebiyle ya da sosyalizm kaynağından başlayan Kürt hareketi günümüzde bir yol ayrımına ulaşmış durumda. Bedelini çok ağır ödeyerek elde ettikleri gücü nasıl kullanacaklar? Uğradıkları zulüm, karşılıklı döktükleri kan, kayıpları işin özü güce ulaşırken oluşan tarihleri onlara, ‘ben gücümü paylaşmam isteyen gelsin bana tabi olsun’ deme hakkı verir, elbet.

Verir de bu tarzla elde edebilecekleri olsa olsa Porto Riko olmak olur bu düzende, onu kabul ederler mi belli değil henüz. 

Kürt hareketi siyasi rejimin çizmek istediği sınırın içinde mi kalacak yoksa bu sınırı, sola değil sosyalizme doğru genişletmeye mi çalışacak. Ertuğrul Kürkçü ve Levent Tüzel, Kürt hareketinin politikasına sadece uyacaklar mı, yoksa o politikanın biçimlenmesinde rol de alacaklar mı?

Selahattin Demirtaş, tipik laik Kemalist olarak yetişmiş, kızsa da sövse de her seçim gidip CHP’ye oy veren Kürt diyince aklına sadece PKK gelen çok sayıda ‘iyi’ insanın ona bir yandan hayran olup öte yandan tedirginlik duyduğunu biliyor mudur?

BDP, kimlik politikalarına ağırlık veren bir sosyal demokrat, liberal parti olarak örneğin ‘Genç Siviller’in demokrasi ‘stand up’larında mı kitleselleşecek yoksa sosyalizm ana damarına dönüp, ÖDP, Halkevleri, Gençlik Muhalefeti’ne yapılanlara karşı mı duracak?

Hadi bakalım asıl şimdi karar verilecek… BDP, Balkondan mı seslenecek, sokağa mı inecek?

 


Etiketler:
nefret