01/02/2016 | Yazar: Tunca Özlen

Homofobik küfürler, kadın düşmanlığının özgün bir biçim alarak eşcinsellere, çoğu zaman geylere yöneltilmesinin ürünüdür.

Neresinden baksanız zor bir ülkede yaşıyoruz. Erdoğan ve 13 yıllık AKP iktidarı, yıkılmamak için ülkeyi her gün bir başka cenderenin içine sokuyor. Haberlere göz ucuyla bakmak bile insanın asabını bozmaya yetiyor. Behçet Aysan’ın ‘Sesler ve Küller’ şiirinde dediği gibi, yok başka bir cehennem yaşıyorsunuz işte.

Şahit olduğumuz onca adaletsizlik, haksızlık ve cinayet karşısında kimi zaman kendimizi alabildiğine yalnız ve çaresiz hissediyoruz. Böylesi anlarda okkalı bir küfür savurmak, öfkemizi en güçlü ve pervasız şekilde dışavurmanın yolu olarak görünüyor. Ne kadar ağız dolusu ve şehvetle küfredersek, o kadar rahatlıyoruz. Bizi küfretmeye sevk eden şey yerli yerinde dursa da, oh be dünya varmış…

Buradan da anlaşılabileceği üzere, bir durum karşısında küfretmekten başka yapacak bir şey bulamamak tabiatı gereği örgütsüzlüğün yansımasıdır. Kişi örgütlü veya örgütsüz olabilir; eylemin kendisi örgütsüzlüğe özgüdür. Bir stadyum dolusu insanın aynı anda küfretmesi ise, olsa olsa kitlesel bir örgütsüzlüğün ürünüdür.

“La bebe başka işin gücün yok mu senin?” diye içinden geçiren okur, lütfen yazıyı okumaya devam edin.

Bu noktada, argo ile küfürü birbirinden ayırmak gerekiyor. Sokak argosu, farklı toplumsal grupların kendi aralarında anlaşabilmeleri için uydurulmuş veya değiştirilmiş sözcüklerden oluşan bir iletişim biçimi olarak ele alındığında, küfürdeki bireyselliğe argoda rastlanmadığı hemen fark edilir. Argo, gündelik dilin kültürel bir öğesidir. Karşıdakini bireysel özellikleri üzerinden aşağılama ve hakir görme, argoda yoktur.

Küfür, çoğu zaman belirli bir toplumsal gruba mensup kişilerin toplum tarafından eksik veya kusurlu görülen yönlerinden yola çıkarak türetilmiş olduğu için, öfkeye neden olan kişi veya olaya yöneltilse dahi, aslında söz konusu toplumsal grubu hedef alır. Biz küfür ettikçe, o küfürün aşağıladığı ve değersizleştirdiği toplumsal gruba yönelik önyargılarımız biz fark etmesek de perçinlenir, daha da güçlenir, yeniden ve yeniden üretilir.

“Yazacak başka konu mu bulamadın amk” diye söylenen okur, yazıyı burada bırakabilirsin.

Küfürün bir numaralı hedefi hiç şüphesiz kadınlardır. Yerleşik toplumsal cinsiyet normlarına göre kadınsı olan her şey eğreti, hatalı, yarım veya kusurludur. Kadınsılığı çağrıştıran her davranış, her nesne, her söylem bir aşağılama dayanağıdır. ‘Karı gibi’ giyinen, konuşan, davranan erkeğe yöneltilen cinsiyetçi küfürlerin asıl muhatabı kadınlardır. Erkeksiliği çağrıştıran her şey ise övgüye ve takdire layık görülür. ‘Erkek gibi’ davranan bir kadın erkek Fatma’dır, yiğit kadındır, kısaca ‘adam gibi’ kadındır.

Kadınsı olan davranışların aşağılanması, beraberinde kadın bedeninin hedef seçilmesini getirir. Seksist küfürlerin büyük bölümü, erkeğin kadın üzerindeki cinsel tahakkümünü ima eder. Cinsel birleşme, erkeğin kadın üzerindeki gücünü, egemenliğini, hatta sahipliğini ona kabul ettirdiği bir tür güç gösterisi olarak resmedilir. Seksist küfürlerin bilinçaltında, cinsel birleşmede etken olmanın edilgen olanı ezmek, ona acı vermek hatta eziyet etmek olduğuna dair hastalıklı bir düşünce vardır. 

“Var bu yazarda bir ibnelik” diye homurdanan okur, buraya kadar geldiysen sık dişini.

Homofobik küfürler, kadın düşmanlığının özgün bir biçim alarak eşcinsellere, çoğu zaman geylere yöneltilmesinin ürünüdür. Kadınsı davranan ve cinsel birleşmede edilgen olan erkek, erkek egemen sistemin değerler ve normlar bütünlüğünü tehdit eder. Tüm geylerin kadınsı oldukları yönündeki önkabul ise, eşcinsellikle kadınsılık arasında kurulan bağdaşıklığın sonucudur. Yaratılan eşcinsel prototipi, erkeksilikten arındırıldığı ölçüde dişileştirilir ve lanetlenir. Oysa toplumda ne kadar farklı tipte heteroseksüel varsa, aynı çeşitlilikte eşcinsel vardır.

Cinsiyetçi ve homofobik küfürleri kullanan kişiler, sıklıkla küfür ederken kadınları veya eşcinselleri kast etmediklerini söyler. Küfürü yönelttikleri kişinin kadın veya eşcinsel olmamasını da dayanak olarak sunarlar. Oysa muhatap kim olursa olsun, küfürün asıl aşağıladığı ve onurunu rencide ettiği kesim, o küfürün türetilmesinde eksiklik veya kusur olarak görülen bir yönü araçsallaştırılan insanlardır. Bu tarz küfürler kullanıldığı sürece, söz konusu toplumsal kesimlerin bir takım özellikleri, eksiklik veya kusur olarak kabul edilmeye devam eder. Unutulmamalı ki söylem, toplumsal ilişkilerden doğar ancak aynı zamanda bu ilişkileri yeniden üretir.

Engellileri hedef alan küfürler ise, büyük bir ikiyüzlülüğün ürünüdür. Engellilere yönelik empatinin bir sonucu olarak görünse de, çoğu zaman vücut ve zihin bütünlüğüne sahip kişilerin ego tatmininden doğan merhamet duygusu ile bedensel veya zihinsel kusurlarını küfür malzemesi yapmak, toplumun engellilere bakışının ardışık ve çarpık sonuçlarıdır.

“Bu kadar ince düşünme, koyver gitsin” diye düşünen okur, o zaman bu küfürler sana yöneltilince niye kızıyorsun?

Cinsiyetçi, homofobik, engelli düşmanı, ırkçı, türcü vs. olmayan küfür bulmak gibi anlamsız bir uğraşa giremeyeceğimize göre yapmamız gereken şey belli: Küfürü düşünce ve duygularımızı ifade etmenin bir aracı olarak kullanmayı bırakmak. Küfür, insanın kendini ifade etme potansiyelini sınırlandırırken, soyutlama becerisini de giderek köreltir. Çok daha incelikli ve dolayımlı bir biçimde ifade edilmesi mümkün olgular küfürlü anlatımın sığ sularında boğulur gider.  

Solcuların kendilerini ifade ederken küfür etmeye hiç ihtiyaçları yok. Biz ayakkabı kutularından paralar çıkana açık açık “hırsız” deriz. “Polise talimatı ben verdim” diyenin yüzüne “katil” diye haykırırız. Soma’da madenci yakınını tekmeleyeni “halk düşmanı” belleriz. Ülkeyi içerde ve dışarda savaşa sürükleyeni “vatan haini” ilan ederiz. Hangi küfür bunlardan daha ağır olabilir?

Hepimiz gözümüzü kapitalizme açmış ve bu düzende yaşamanın “doğum lekelerini” taşıyor olabiliriz. Küfür bunun sadece bir boyutu ve emin olun en önemlisi değil. Ancak bizler aynı zamanda Yeni İnsan adaylarıyız, yapıcılarız. Bu düzenin rahminden çıkmakla yepyeni bir düzenin kurucuları olmak arasındaki gerilimi, ancak iradeci yönümüzü sivrilterek pozitif enerjiye, yapıcı bir güce dönüştürebiliriz. Kapitalizmi yıkmadan sosyalizmi “içimizde” yaşama fikri ne kadar saçma ise, kendimizi bu düzenin insani standartlarına reva görmek de o kadar saçma. İşte bu yüzden yıkmaya da kurmaya da önce kendimizden başlamalıyız.

Bitirirken, adı neredeyse “küfürbaz şaire” çıkan, sanki tüm yapıtı birkaç argolu şiirden ibaretmiş gibi gösterilen, Shakespeare ve Brecht gibi yazarların oyunlarını Türkçe’ye kazandırdığı, Edmund Wilson’un “Lenin Petrogırat’ta” kitabını çevirdiği pek bilinmeyen Can Yücel’in şu dizelerine yer vermek istiyorum:

başka türlü bir şey benim istediğim

ne ağaca benzer, ne de buluta

burası gibi değil gideceğim memleket

denizi ayrı deniz,

havası ayrı hava..


Etiketler:
İstihdam