10/08/2015 | Yazar: Selçuk Candansayar

Savaşı durduracak olan büyük barış ağacının altında toplananların sayısı olacak.

Türkiye’deki askeri darbeler için şöyle bir tesbit vardı: “Kemalist Cumhuriyet, kırmızı çizgileri olan bir demokratik sistemdir. Ne zaman bu çizgilerin aşılması riski doğarsa, asker darbe yapar haddini aşanları silah zoruyla hizaya getirir ve kısa sürede de tekrar ‘parlamenter demokrasiye’ döner.”

Şimdi aynı ilkeyi AKP-RTE benimsemiş durumda. AKP, güçlü bir şekilde iktidarda olduğunda ortalık gül gülistan, ama onların istediği olmazsa her yer kan revan.

AKP-RTE’ nin çizdiği sınırlar içinde kalırsan Kürt de olabilirsin Alevi de, hatta solcu da. Hatta dindar bile. Ama haddini bilmez de onun güç ve rant alanına girmeye kalkarsan seni önce işsiz bırakır, olmadı polisiyle yargısıyla tepene binip ensende boza pişirir. Yine de uslanmazsan günah benden gitti diye elini tetiğe götürür.

Türkiye’ de genel seçimler olalı 2 ayı geçmiş durumda. Ama ne bir hükümet değişikliği oldu ne de Meclis çalışmaya başladı. AKP, seçimlerde tek başına iktidarı kaybetti ama fiili olarak seçim öncesinde nasıl iktidarsa aynı şekilde sürdürüyorlar. Bu durumu anayasal süre işliyor, Meclis tatilde ekimde açılacak gibi gerekçelerle geçiştirenler ülkenin bir iç ya da içli dışlı savaşın eşiğinde durduğu gerçeğini karartmaktan başka bir şey yapmıyorlar.

AKP-RTE haddini aşmış gördükleri toplumu, ölümü gösterip sıtmaya razı etmeye çalışıyor.

Acı ve korkuyla dolu zamanlardayız. Her ölümde acımız korkumuzla katmerleniyor. Bir ülke, bir halk kendisini köşeye kıstırılmış hisseder mi? Hem nasıl bir sıkboğaz edilme hali... Durmadan böğürtülen savaş tamtamları kulakları sağır, bilinçleri kör ediyor her geçen gün.

Karşılıklı ağıtların acısı, savaş çığırtkanlarının intikam çağrılarında silinip, duyulmazlaşıyor. Ölüme, öldürmeye çağıranların sesi her geçen gün daha da şiddetleniyor.

Ancak, bu kez saldırıyı kimin başlattığı ve amacının ne olduğu konusunda herkes hemfikir. Yandaşı da, yancısı da, tetikçisi de, muhalifi de ve hatta sokaktaki çocuk bile savaşı kimin çıkarmaya çalıştığını biliyor. AKP’nin tek başına iktidarı ‘demokratik seçimle’ kaybetmiş olmayı kabullenmektense, iktidarı ne pahasına olursa olsun elinde tutmak için gözünü kararttığı herkesin malumu.

AKP ve RTE, sanki ‘ben varsam barış var, ben yoksam ölüm’ diye bir ilke bellemiş. Ne zaman iktidarını sağlamlaştırdıysa demokrasi, barış, çözüm müjdeleri veren AKP, şimdi en alakasız bakanının bile ‘köklerini kazıyacağız’ naralanmalarıyla sarsılıyor.
Bu koşullar altında onların savaşmaktan başka çareleri yok ve istediklerini alana kadar durmayacakları belli. Duramayacaklar da. Öyle bir kötülüğe bulanmış durumdalar ki, iktidarlarının en küçük parçasını bile paylaşmaya kalksalar düşüşlerinin kaçınılmaz olduğunun ayırtındalar. Sus payı verebilecekleri sadece MHP var.

Demem o ki onlar savaşmak zorundalar, peki biz? Biz ne yapalım? Savaş tamtamları önce barış isteyenlerin sesini bastırır. Savaşın ürkütücülüğü insanları kümelenmeye bir gruba dahil olmaya eğindirir. Böylesi anlarda belirsizlik ve korku insanları bir gücün gölgesine sığınmaya iter. Bu güç eline silahı alıp ‘ben seni onun ateşinden korurum’ dediğinde savaş tamtamları daha gür çalmaya başlar.

Savaşı durduracak olan büyük barış ağacının altında toplananların sayısı olacak. Biz barış dedikçe savaş diye nara atanların aslında acımasız katiller oldukları daha da belirginleşecek.


Etiketler:
nefret