16/03/2016 | Yazar: Egemen Aldoğan

Sosyal medya olan biteni takip etmek için muazzam bir araç. Ama unutulmaması gereken şey de tam olarak bu; yani sosyal medya sadece bir araç. Yazılanlar bilinçli bir aktif hareket yaratmıyorsa ne yazık ki milyonlarca tweet atmanın da bir anlamı kalmıyor.

Medya, izleyiciyi enformasyon kütlesi ile karşı karşıya bırakır. İzleyici zamanını, örgütsel eyleme dahil olmak yerine okumaya, dinlemeye ve enformasyon almaya ayırır. İzleyici, bir süre sonra eylemin dışında kaldığını inkar etmeye başlar. Medya aracılığıyla bilgi alıyordur, kaygılanıyordur, ne olup bitmesi gerektiğini bilmektedir. Bu yolla sosyal vicdanını rahatlatır. Fakat eyleme geçmez, pasif kalır.(Lazarsfeld ve Merton)

Lazarsfeld ve Merton’un 1948 yılında ortaya koydukları Medyanın “Uyuşturucu Fonksiyon Bozukluğuna” yol açtığı tezi bugün toplumsal muhalefetin mevcut durumuna baktığımızda geçerliliğini koruyor olarak gözükmekte. Yani medya aracılığıyla bilgi alıyoruz, kaygılanıyoruz fakat eyleme geçmiyoruz yani pasif kalıyoruz.

Türkiye’de toplumsal muhalefetin büyütülmesi konusunda bir dönüm noktası olan Haziran 2013 Gezi Direnişinden bugüne yaşanan sürece baktığımızda bu pasif kalma halinin bir şekilde devam ettiğini ve insanların üzerlerindeki bu pasif kalma halini medya aracılığıyla uzaktan da olsa her şeyden haberdar olma durumları yüzünden reddettiğini görüyoruz. Yani yurttaşlar yaşanan olaylar hakkında bilgi sahibi olmalarını ve bu konu üzerinde kafa yormalarını aktif bir şekilde eylemsellik içinde olmanın ötesine koymuş durumda. Yaşanan bir katliamda, hak ihlalinde, şiddet saldırısında enformasyon kanallarını takip ederek tüm sürece hakim olmanın insanlar üzerinde yarattığı kolaylık hali toplumsal bir muhalefeti güçlendirmenin önündeki en büyük engeldir.

Rüzgar bilgisayarlarda değil meydanlarda esmeli 

Bugün yazılı medya ve görsel medyanın daha da ötesinde bu işlevi sosyal medya yerine getirmekte. Yani sosyal medya, eylemselliği bir anlamıyla artırma imkanını bünyesinde barındırdığı gibi aslında aktif bir eylemsel harekete de büyük bir ket vurmakta. Günümüzde farklı dünya görüşlerine, ilgi alanlarına sahip birçok insan sosyal medya üzerinden farklı şekillerde enformasyon edinmekte. Bu enformasyon edinme süreci ve yaşanan olaylara hakim olmanın verdiği vicdan rahatlaması esasen aktif bir şekilde muhalefet etmeyi de zorlaştırmaktadır. Yani yaşanan olayları sosyal medyadan takip etmek, olaylar hakkında en ince ayrıntısına kadar bilgi sahibi olmak ve sonucunda tepkiyi de sosyal medya üzerinden vermek geniş çerçevede bakıldığında pek de bir işe yaramamakta. Sosyal medya sunduğu imkanlar dolasıyla aslında muhalefet hareketlerinin güçlenmesine ve insanların kısa sürede belirli şekilde birleşmesinin ve harekete geçmesinin önünü açabilir. Ancak sosyal medyaya gerektiğinden fazla önem atfedilmeye başladığı anda bu süreç tamamen tersine işliyor ve şekillenen bu hareket sadece sosyal medyada kalmış oluyor. Yani sosyal medyada muhalefet bir amaç değil sadece bir araç olmalı ve imkanlar kullanılarak oluşan rüzgar bilgisayar yada telefon ekranlarında değil sokaklarda ve meydanlarda esmelidir.

Gezi direnişi ve sonrasında bu haber alma ve olan bitene hakim olma sürecini geleneksel medya araçları üzerinden yerine getiremeyen yurttaşlar için sosyal medya çok değerli bir hazineydi. Bu süreçte sosyal medyanın önemini azımsamak büyük bir hata olur. Ancak burada sosyal medyanın eylemselliğe verdiği zararları da ortaya koymak gerekiyor. Örneğin, daha önce bu şekilde gelişen bir süreçte doğrudan enformasyon sürecinin içinde aktör olamayan yurttaşlar bu dönemle birlikte artık aktör olmaya başladı. Eskiden sadece televizyonlar ve gazeteler üzerinden olayları tek yönlü takip ederken sosyal medya üzerinden sadece takip eden değil takip edilen de oldu. Takip edilen olma psikolojisi bile insanlar üzerinde aktif bir eylemselliğe geçmenin önünde durdu. Yani olan biteni evinde takip ederken yaptığı bir yorumun binlerce insana ulaşması sokakta vereceği mücadelenin anlamsallığından daha “önemliydi.” Birçok insan bunu yaşadı ve bu durum daha da eylemselliğinin güçlenme imkanını da engellemiş oldu.

Sosyal medya sadece bir araçtır 

Yakın zamanda yaşadığımız tüm olaylarda süreç hemen hemen böyle işledi. Sosyal medya hesaplarından hashtagler ile milyonlarca tweet atıldı. 10 Ekim 2015’te Ankara katliamında 100’den fazla insan hayatını kaybetti sosyal medyadaki tepkilerin çok küçük bir oranı bile sokağa yansımadı. Dilek Doğan evinde acımasız bir kurşunla sebepsiz yere öldürüldü; sosyal medya hesaplarından yapılan yorumlar sadece sosyal medyada kaldı. Ankara’da 1 ay içerisinde 2 bomba patladı 70’e yakın insan hayatını kaybetti yine aynı şekilde. Sonuç olarak her gün insanlar ölüyor ve medya/sosyal medya üzerinden bu ölümler hakkında bilgi sahibi olmak bu ölümlere reelde karşı çıkmanın daha önünde bir yerde duruyor.

Sosyal medya olan biteni takip etmek için muazzam bir araç. Ama unutulmaması gereken şey de tam olarak bu; yani sosyal medya sadece bir araç. Sosyal medyada hakimiyet kurmanın zerre bir önemi yok.  Yazılanlar bilinçli bir aktif hareket yaratmıyorsa ne yazık ki milyonlarca tweet atmanın da bir anlamı kalmıyor. Herhangi bir sebeple sosyal medya üzerinden linç edilen bir isim için #YalnızDeğildir yazmanın da bir anlamı yok. Çünkü o isim gündelik hayatında yalnız ve savunmasız olmaya devam ediyor. Sosyal medyada vicdan rahatlatmanın dayanılmaz hafifliği ile mücadele edilmediği taktirde sosyal medyada her şeye hakim ancak olayın realitesinde hiçbir şekilde olmayan yurttaşlar yığını birikecektir. Eğer toplumsal muhalefet yaşanan bunca beter şeyden sonra daha da güçlendirilecekse öncelikle sosyal medyanın verdiği bu kolaylıkla mücadele etmek gerekiyor. Çünkü ekranlara bakarak devrim yapmak hiçbir zaman mümkün değil...

Görsel: Fil Dunsky


Etiketler:
nefret