22/08/2016 | Yazar: Umut Güner

Her seferinde umudum yok olacakken küçücük bir kıvılcım yeniden filizleniyor ve sadece benim için değil. Yakılarak öldürülen Hande Kader için de, intihara sürüklenen Azize için de!

Hande’yi geçen seneki Pride’ta TOMA’ya direnen fotoğrafı ile tanıdık. Hande, medyadan bir şey talep etmiyordu. Kimseden talep etmiyordu. “Çekiyorsunuz ama yayınlamıyorsunuz” diyordu.

Hande’in öldürülmesi sonrasında, “sessiz kalma” hastagi ile toplumun farklı kesimlerini harekete geçirmeye çalıştık. Ancak belli bir yerde sanki “sessiz kalma” talebimiz yanlış anlaşıldı ya da anlaşılmaya müsaitmiş gibi izlenim doğdu bende. Bu yüzden trans mücadelesinin şahit olduğum on yılını yazmak istedim.

Translara yönelik nefret suçları ve nefret cinayetleri konusunda homofobi ve transfobi karşıtı hareket çok ciddi eylemlilikler koydu ortaya son 10 yılda. 90’ların ikinci yarısında birbirini bulan eşcinsel, biseksüel ve transların örgütlü mücadelesinin başlangıcı olarak 93’te Onur Yürüyüşü’nün engellenmesi sonrasında kurulan Lambdaistanbul’u ve 1994 Eylül’ünde yayın hayatına başlayan Kaos GL’yi milat biliyoruz. Tabii ki bunu öncesinde transların açlık grevleri, barınma ve çalışma hakkına sahip çıkma üzerinden gerçekleştirdikleri eylemlilikler var. Ancak hareket olarak tanımladığımız şey aslında örgütlü bir mücadelenin verilmeye başlanması.

90’ların ikinci yarısından 2000’lerin başına kadar feminist güçlenme toplantılarına paralel toplantılarla eşcinsel, biseksüel ve translar birbirlerinin deneyimlerini dinleyerek, tartışarak, okuma grupları ile güçlendi. Bir yandan da özellikle Kaos GL dergisi ile politik sözünü dolaşıma sokmaya başladı. Kaos GL ilk sayısında, nasıl bir mücadele hattında ilerlemek istediğini söylerken toplumdan bir şey talep etmiyor, toplumun değişmek zorunda olduğunun altını çiziyordu. İlk kez 2000’lerin başında 1 Mayıs meydanına çıkıldığında ise toplumun vazgeçilmez bir parçası olduğunu ve heteroseksizmle mücadele etmeden, toplumsal bir barışın inşa edilemeyeceğini söylüyordu.

2006’da özellikle seks işçisi translara yönelik artan ihlaller, beraberinde Ankara ve İstanbul’da bağımsız trans öz örgütlenmelerinin kurulma sürecini hızlandırdı. Pembe Hayat LGBTT Derneği de tam bu süreçte kuruldu. Bir yandan Eryaman olayları ve Esat karakolunun zulmüne karşı Ankara, İstanbul ve İzmir’de trans meselesi üzerinden sokağa dökülen bizler, “Travestiyiz, buradayız, alışın, gitmiyoruz” diyorduk. 90’ların ortasında eşcinsel realitesi ile yüzleşmeden toplumsal bir barışın mümkün olmadığını söylerken, 2000’lerin ortasında, “Travestiyiz, buradayız, alışın” diyorduk.

                                        Foto: Yıldız Tar, Trans Onur Yürüyüşü 2014

Pembe Hayat Eryaman-Esat olaylarına karşı kamuoyu oluşturmak ve yetkili makamların harekete geçmesi için kefenli ve mumlu eylemleri başlattığında kefenleri giyerek ölümün o kadar uzakta değil yanı başımızda olduğunun altını çizmeye çalışıyorduk. 2006 ve sanırım 2010’a gelene kadarki süreç hem trans aktivistler hem de genel olarak homofobi ve transfobi karşıtları için acı gerçekle yüzleşme seneleri oldu. Sanki sürekli bir yerlerden ölüm haberleri geliyordu. Basın açıklamaları ve sonuç alınmayan davalar, yargının yüzümüze tokat gibi çarpan transfobisi, bir yandan da adaletin yerini bulmayacağı ve faillerin cezasız kalacağına olan inancın giderek artmasıyla zor bir süreci birlikte atlattık. Bu arada 2000’lerin ortasından 2010’ların ilk yarısına kadar geçen süreç LGBTİ hareketin daha fazla kurumsallaştığı, taleplerin politikleştiği ve sokakta daha görünür olduğumuz, gettolara değil şehrin tamamını istediğimiz zamanlara denk geldi.

Benim katıldığım sanırım ilk Güztanbul toplantısı 2002 sonbaharında İstanbul’da yapıldı. Toplantıda ilk kez, “eşcinseller ne istiyor” metni yayınladı. Bu metinde de farklı alanlarda eşcinsel, biseksüel ve transların yaşadığı sorunların altı çiziliyordu ve mücadelenin nasıl bir hat üzerinden ilerleyeceği kamuoyuna açıklanıyordu. Toplantılarına katılamasam da, Trans Manifestosu’nun son aşamasında katkı sunma imkanım olmuştu. Trans Manifestosu’nda mücadelenin ana hatlarının altı çiziliyordu. Topluma manifesto özel olarak, “Biz değişmeyeceğiz! Siz değişecekseniz” diyordu.

90’lardan 2016’lara kadar süreçte hetoroseksizm karşıtı hareket hiçbir zaman kimseden lütufta bulunmasını istemedi! Halen de istemiyoruz! Yıllardır meydanlarda attığımız, “Susma haykır, dönmeler vardır” sloganı ile “Hande Kader için ses çıkart” sloganı arasında aslında hiçbir fark yok. Eskiden, “Travestiyiz, buradayız, alışın gitmiyoruz” derken, artık sadece “alışmakla” kalmayın, dönün, dönüşün; bizimle birlikte mücadele edin diyoruz. Kaos GL’nin 20 Eylül 1994’te dergisinin şiarıyla “eşcinsellerin kurtuluşu heteroseksüelleri de özgürleştirecektir” diyoruz.

Eskiden bir seks işçisi trans öldüğünde “su testisi suyolunda kırılır” yaklaşımı ile trans seks işçilerine yönelik insan hakları ihlallerini görmeyen kadın hakları savunucuları, muhalif siyasi partiler, insan hakları hareketi bugün bizimle birlikte translara yönelik insan hakları ihlallerinin altını çiziyor ve son bulmasını talep ediyor. Trans örgütlerin talebiyle mecliste iki ayrı parti basın toplantısı düzenliyor ve LGBTİ aktivistlerin taleplerini dinliyor. 1993'ten Lambda’nın sloganıyla: Ne yanlışız ne de yalnız!

“Sesimizi duyan yok mu”, “ses çıkart” hastagi bana göre, geldiğimiz noktada bu dayanışmayı gördüğümüz bir süreçte tam da olması gerektiği gibi, #HandeKaderYasası hastagine evrildi. Yukarıda yazdığım LGBTİ hareketinin deneyimiyle harmanlanarak ve deneyimlerini ve taleplerini taşıyarak.

“Unutmayacağız diyorsunuz ama unutacaksınız” ifadeleri aktivistlerden gelen bir eleştiri. Deniz Şapka Pembe Hayat’ta yazdığı yazısında “Lobi ve savunuculuk yaparken sürekli transların insan hakları ihlallerinden bahsediyorsunuz ama sıra iş yapmaya geldiğinde aynı önceliği gütmüyorsunuz” diyor. Evet, bu eleştiriye çözüm üretecek olan da trans aktivistlerin kendisi. Kendi adıma, Pembe Hayat’ın ev sahipliğini yaptığı trans kamp sonrasında, artık hiçbir şeyin trans aktivizmi için eskisi gibi olmayacağını düşünüyorum. Aslında yaşam hakkına yönelik bütün ihlallere karşı ses çıkartmak ve ısrarla devam ettirme çabasının kendisi bir unutmama, unutturmama eylemi. Bugün Hande Kader için sokağa çıktığımızda aklımızın bir yerlerinde Dilek İnce de vardı. Sitem de vardı…

Arkadaşlarımızın, akranlarımızın öldüğü, öldürüldüğü, intihara sürüklendiğine sürekli tanık olup yaşamaya çalışmak çok zor. Bu yüzden belki unutuyoruz. Belki her intihara, her cinayete ilk kez bir ölüm haberi almış gibi üzülüyoruz, bağrımız yanıyor sokağa çıkıyoruz. Ancak yaşadığımız hiçbir sorunda alamadığımız desteği bu ölümlere sessiz kalırken de alamıyoruz. Bu yazıyı Hande Kader için yazmaya başladım. Daha yazıyı son bir okuyayım demek için bekletirken Azize’nin intihar haberi geldi.

Ben de arada sırada karamsarlığa kapılıyorum. Benden, bu örgütlerden, bu şehirden, bu ülkeden bir cacık olmaz diyorum. Ama her seferinde umudum yok olacakken küçücük bir kıvılcım yeniden filizleniyor ve sadece benim için değil. Yakılarak öldürülen Hande Kader için de, intihara sürüklenen Azize için de! Bugün bu kıvılcımı Liseli LGBTİ yükseltti. Daha biz “Bir hafta olmadı bu ne biçim bir şey, üst üste ölüm haberleri” diye hayıflanırken, Liseli LGBTİ sokağa çıkma ve eylem koyma kararı aldı. Patlamalar, katliamlar, darbe girişimleri ile kendimi daha az ait hissettiğim, daha az gezdiğim sokaklarda yeniden kendimde bir şeyler buldum. Sadece kendim için değil Azize için de Hande için de! 


Etiketler:
İstihdam