09/12/2011 | Yazar: Sarphan Uzunoğlu

Geçtiğimiz haftalarda Anayasa Komisyonu’nda ‘Terörün Finansmanı’ tartışıldı.

Geçtiğimiz haftalarda Anayasa Komisyonu’nda ‘Terörün Finansmanı’ tartışıldı. Aslında en başta masaya ‘terörizmin finansmanı’ başlığıyla gelen taslak her şeyin ötesinde Türkiye’de terör kavramının ne kadar yanlış anlaşıldığı ve dahi kavramın ta kendisinin kurum, kuruluş ya da bireyleri terörize etmek amacıyla bu kavramın nasıl kullanıldığına dair açık bir kaynak teşkil ediyordu.

Öncelikle ‘terörün finansmanı’ yasasına devletler bazında bir bakış açısı geliştirelim. Ulus devletler elbette kendi güvenliklerini sağlamak için çeşitli politikalar uygularlar; hatta en vahşi kapitalist devletler dahi bu tür politikaları yürürlüğe sokmuşlardır. Peki ya bu ‘güvenlik’ meselesi nasıl oluyor da temel problemlerimizin önünde yer eden bir mesele haline geliyor? Şöyle ki devlet, düzenleyemediği ekonomiden çok, ‘ıslah edemediği’ muhalefet nehrini ıslah etmekle ilgileniyor. Türkiye Devleti’nin genel ‘terörize etme’ refleksini kullanarak da kendine benzemeyen sermayeyi terörize ederek, hakim sermayenin kimlik değişimini tamamen sağlamayı amaçlıyor. Nasıl mı?

Her şeyden önce yasaya gözatalım. “Birinci hükmüne göre ceza verilebilmesi için fonun bir suçun işlenmesinde kullanılmış olması şartı aranmaz.’’

Kısacası deniyor ki, bu yasa AKP’nin bugüne dek ‘adalet’ diyerek ortaya koyduğu açık yargısız infaz yasalarının devamı niteliğindedir. Öyle ki TMK’nin genişletilmesi, terör kavramının genişletilip içinin daha fazla mağdur ve mazlumla doldurulması anlamını taşır.

Her şeyden önce, bugün Türkiye’de sivil toplum örgütleri de dahil olmak üzere birçok örgütlenme hükümetin ve devletin, kolluk kuvvetleri eliyle uyguladığı devlet terörüne karşı örgütlü durumdadırlar. İşkenceler, cezaevlerindeki durum, hukuksuzca sürdürülen utanç davaları, iddianamesiz tutsaklar vs. gibi konularda hükümete karşı ortaya konan iradenin yegane kaynağı bu tip kuruluşlar ve siyasal örgütlenmelerdir. Ancak, geçtiğimiz aylarda yapılan ve en son avukatlara varan gözaltıları da kapsayan baskınlar göstermektedir ki Türkiye’de legal alanda yapılan siyasal, sivil, hukuki her türlü faaliyet ‘terör’ kapsamında irdelenmekte ve dahi bu tarzda bir mücadele yöntemini ‘legal’ biçimde benimseyen isimler terörize edilerek sivil alanın siyasete kapanması amaçlanmaktadır.

Peki bu nasıl olacaktır? Bilindiği gibi sivil toplum, legal siyaset alanında, Hegelci kuramdan ziyade politikleşmeye daha uygun bir biçimde kendini örgütleyen bir konumdadır. Türkiye’deki sivil toplum kuruluşları hiçbir anlamda siyaset alanının dışında sektörel talepler üretebilir durumda değildir, çünkü özne konumuna gelememişlerdir. Tam bu noktada elbette sivil toplumun da farklı katmanları olduğu gerçeğini tanımakta fayda var.

Bunu iki açıdan ele alabiliriz.

Birincisi şu ki sivil toplum örgütlenmeleri, kimi sendikalarda da görülebileceği üzere muktedirin arka bahçesi konumuna getirilmek istenmiştir. İkincisi de şu ki kimi STK’ler partiler eliyle yapılsalar 12 Eylül sonrası paradigmasının hedefi olacak kimi eylemlilikleri üstlenip olumlu bir görev üstlenmişlerdir. Elbette suya sabuna karışmayan ve fonlanmak dışında başka bir eriye de sahip olan kimi STK’ler var olmuştur.

Şimdi bugün bizim söz konusu STK’ler arasından ‘tehdit’ altında olduğunu görebileceklerimiz, siyasal varlığını muhalif alanda konumlandırmış, öyle ya da böyle muktedirin karşısında yer alan siyasetlere ve kitlelerine hizmet vermiş (Kürt halkı, Hopa Halkı vs.) kuruluşlardır.

Aslına bakılırsa yarın sırf ‘su faturası’ ödedikleri için yargıç önüne çıkacak olan gençler sadece yeni kanunun hedeflediği o kocaman ‘varlık’ içerisinde birer su damlasına denkler. Türkiye sınırları içerisinde ticaret yapan birçok demokrat sermaye sahibi de (sermayenin olumsuzlanmasını bir kenara bırakırsak) öyle ya da böyle bu yasanın hedefi olacaklar. Üstelik sadece Kürt siyaseti olarak düşünmeyelim, hükümetin cephe açtığı tüm siyasetlere karşı böyle bir ‘terörize etme’ mantığı güdeceği düşünüldüğünde, yavaş yavaş çatışmaya başladığı dini cemaatlerin bile hedef olabileceği ortada.

Bugün Türkiye’de mevcut siyasal ortamda, demokratik bir siyaset imkanını kolluyorsak -hala- ilk yapmamız gereken şey ‘terör’, ‘şiddet’ ve benzeri kavramları yeniden tartışmaya açmaktır. Mesele artık ‘finansman’a kadar dayandıysa, sermayenin yeni yapısının ne kadar sert bir biçimlendirmeyle geldiğini görmemek için kör ya da iktidar yanlısı olmak yetiyor olsa gerek!
 

Etiketler:
nefret