13/08/2018 | Yazar: Hayat Çelik
Transseksüelliği, psikiyatrinin teşhisine tabi olmaktan çıkarıp, transların beyanı doğrultusunda işleyen, bu beyanı destekleyici bir geçiş sürecine kavuşturmalı.
Transseksüelliği, psikiyatrinin teşhisine tabi olmaktan çıkarıp, transların beyanı doğrultusunda işleyen, bu beyanı destekleyici bir geçiş sürecine kavuşturmalı. Peki ama bu mümkün mü ve nasıl?
2013’den beri, transların geçiş sürecine yönelik destekleyici çalışmalar içerisinde yer alan ve halen de bu alanda, karınca kararınca hizmet sunan trans bir özneyim. Bu yazıya dikkatimi çeken oltanın ucundaki yem sanırım yakın zamanda geçiş sürecine dair var olan kavramların yeni ifadelerle dolaşımı ve dönüşümüne dair gelişmeler oldu. Türkiye’deki geçiş sürecine 2013’ten beri Trans Terapi Grubu vesilesiyle yakından tanıklık eden, neredeyse bir kuşağın yeniden doğuşuna tanıklık eden bir trans olarak, bu soruya cevaplar aramaya çalışacağım.
Bilindiği üzere bu soruya yönelik sürdürülen tartışmalar yeni olmamakla birlikte, bu konudaki farklı yaklaşımları Judith Butler “Cinsiyeti Teşhisten Çıkarmak” başlıklı makalesinde ayrıntılı bir şekilde ele almış:
“Teşhis” çeşitli biçimlerde işleyebilir ve işlediği yollardan biri, özellikle transfobik olanların ellerinde, patolojileştirme aracı haline gelmesidir.
Geçiş sürecini yürüten trans gey, biseksüel ve lezbiyenlerin, bu süreci belirleyici “teşhis” karşısında yönelimlerini gizlemek zorunda kaldığı ve sürecin yürütüldüğü birçok hastanede, transların psikiyatrinin “transeksüel yapıdadır teşhisi” lütfuna layık olabilmek için yalanlar uydurmak zorunda kaldığı yaşanmış bir gerçektir. Transseksüalite tanısı edinebilmek için, trans kadınların, ayakta işediğini gizlemek zorunda hissettiği dönemlerden geçtik.
“Teşhis, kişinin yanlış toplumsal cinsiyet içerisinde olduğu için huzursuzluk, rahatsızlık ya da uyumsuzluk hissettiğini ve farklı bir toplumsal cinsiyet normuna uymanın, söz konusu kişi için mümkünse daha iyi hissettireceğini varsayar. Fakat teşhis sabit ve uzlaşmaz olarak aldığı toplumsal cinsiyet normlarında bir sorun olup olmadığını, bu normların huzursuzluk ya da rahatsızlık yaratıp yaratmadığını, kişinin işlev kabiliyetinin önüne geçip geçmediğini ya da bazı insanlar veya birçok insan için acı kaynağı yaratıp yaratmadığını sormaz.”
“Sonuç olarak, bazı aktivist psikiyatrlar ve trans bireyler, teşhisin tümden ortadan kaldırılmasını, transseksüelliğin bir bozukluk olmadığını ve böyle algılanmaması gerektiğini ve trans bireylerin kendi algılanması kaderini kendilerinin tayin etme hakkına ve özerkliğe sahip bireyler olarak düşünülmesi gerektiğini iddia etti .Böylece, bir yandan teşhis, geçişte ekonomik açıdan kolaylıklar sunduğu için kabul görmeye devam ederken, diğer yandan ona inatla karşı çıkıldı..”
Madeni Kanun Madde 40’a Göre Psikiyatrinin Rolü
Transların geçiş sürecindeki en büyük otorite olan devlet otoritesi, Medeni Kanun Madde 40’ta, Türkiye’de bir tıp otoritesi olarak, psikiyatrinin geçiş sürecinde ne şekilde konumlanacağını da belirlemiştir:
“...ayrıca transseksüel yapıda olup, cinsiyet değişikliğinin ruh sağlığı açısından zorunluluğunu, bir eğitim araştırma hastanesinden alınacak resmi sağlık kurulu raporuyla doğrulanması..”
Transların geçiş sürecinin ilk ve en önemli ayaklarından biri psikiyatrik tanı koyulması aşamasıdır. Her ne kadar yakın zamanda uluslararası alanda psikiyatri alanında “Cinsel Kimlik Bozukluğu”ndan, “ Cinsel Hoşnutsuzluk” terimine geçilmesi ve Dünya Sağlık Örgütü’nün Uluslararası Hastalık Sınıflaması’nda trans kimlikleri “ruhsal bozukluk” kategorisinden çıkarıp, cinsel sağlıkla ilgili bölümde yer vermesi gibi olumlu gelişmeler yaşansa bile, devletin yargı erki bu gelişmelere paralel yasal düzenlemeleri yapmadıkça, trans geçiş sürecinde psikiyatri, Medeni Kanun’un kendisine biçtiği “teşhis” rolünü sergilemeye devam edecektir. Anayasa Mahkemesinin 20 Mart 2018 tarihi itibariyle yürürlüğe giren, cinsiyet geçişiyle ilgili “üreme yeteneğinden sürekli biçimde yoksun olma” şartını kaldırmasına yönelik kararına rağmen, maalesef uygulamada halen davalarda bu şartın arandığına tanıklık ediyoruz. Bu gibi gelişmelerin uygulamaya dönüştürülmesi de öncelikle o alandaki çalışanların bilgisine, deneyimine ve duyarlılığına kalıyor.
Psikiyatri alanının belleğinden “ruhsal bozukluk” yaklaşımının kazınması zaman alacak ve bu konuda başta sağlık çalışanlarına, aktivistlere, paydaşlara önemli görevler düşüyor.
Öte yandan cinsiyet geçiş sürecindeki ilerleme, kırk ayaklı bir yapıya bağlı olduğundan, ayaklardan biri ilerleyip, ötekiler yerinde sabit durdukça, bir ilerleme sağlanamayacaktır. Geçiş sürecine etki eden bütün ayakların eşgüdümlü hareketini sağlayacak kapasite ve omurga da devlettedir. Türkiye’de hemen her alandaki ilerleme, yukarıdan aşağı doğru bir hiyerarşi göstermiştir. Cinsiyet geçiş sürecindeki ilerleme de bu yönde seyretmektedir.
Uluslararası alanda yaşanılan gelişmeler doğrultusunda psikiyatrinin “teşhis” rolünden sıyrılıp, transların geçiş sürecini destekleyici rolünü geliştirmesi gerekiyor. Bu role denk düşecek ve transların geçiş sürecine yönelik oldukça güçlendirici bir etkiye sahip, grup terapilerinin Türkiye’de yaygınlaştırılması gerekiyor. Bu konuda 2013’den beri her ayın ilk çarşambası İstanbul’da düzenli olarak devam eden Trans Terapi Grubu, destekleyici psikiyatri ve trans özerk beyanın birlikte var olduğu bir alan olması açısından oldukça önemli bir yere sahip. Bu grubu takiben yakın zamanda Kocaeli’nde oluşturulan Trans Destek Grubu da, psikiyatrinin bu destekleyici rolü benimsemesi açısından umut verici. Bir transın, Şırnak’tan uçakla gelip İstanbul’daki Trans Terapi Grubuna katılıyor olması, sanırım bu destek gruplarının sahiplenilmesi ve diğer illerde de yaygınlaştırılması gerektiği konusunda yeterince ikna edici olur.
Sonuç olarak; transseksüelliği, psikiyatrinin teşhisine tabi olmaktan çıkarıp, transların beyanı doğrultusunda işleyen, bu beyanı destekleyici bir geçiş sürecine kavuşturmak, henüz resmi olmasa da gayri resmi olarak mümkün. Trans destek gruplarını LGBTİ+örgüt ve oluşumlarla işbirliği halinde Türkiye’de yaygınlaştırmaları için psikiyatri uzmanlarına ve bu alanı güçlendirecek diğer paydaşlara çağrıda bulunarak, yazımı bitiriyorum.
*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.
Etiketler: