02/05/2012 | Yazar: Sarphan Uzunoğlu

Yılmaz’ın diğer DK tutsaklarından farkı ne diye soracak olursanız AKP rejiminin saldırılarından bir kişiyi daha kurtarmanın çabası işte diyebilirim en çok da, üstelik Devrimci Karargah gibi delilleri Gırgır’ın üstünde bile komik durmayacak bir davanın söz konusu olduğu düşünüldüğünde Tuncay Yılmaz özgürlüğü hakkeden Türkiye’deki binlerce mahkumdan sadece biri.

21 Eylül 2010da bir kısmımız “sıcak” yataklarımızda uyurken, sabaha karşı “bazılarımız” için kendi tabirleriyle “buzağı arama operasyonu” başlamıştı. Kamuoyuna “Devrimci Karargah Operasyonu” adıyla yansıtılan ve AKP’nin yürüttüğü siyasi komplo davalarından “torba tipi” diyebileceğimiz en dramatik örneklerden birinin de temelleri böylece belirlenmiş oluyordu. O sabah gözaltına alınanların bir kısmı şimdi serbest; 600 gün tutuklu kalan da oldu aralarında daha erken salınanlar da; ama bildiğimiz bir şey var ve o da şu: Tuncay Yılmaz hala tutsak.
 
Yılmaz’ın diğer DK tutsaklarından farkı ne diye soracak olursanız AKP rejiminin saldırılarından bir kişiyi daha kurtarmanın çabası işte diyebilirim en çok da, üstelik Devrimci Karargah gibi delilleri Gırgır’ın üstünde bile komik durmayacak bir davanın söz konusu olduğu düşünüldüğünde Tuncay Yılmaz özgürlüğü hakkeden Türkiye’deki binlerce mahkumdan sadece biri.
 
Baskın gecesinde 5+1 ses sisteminin kumandasına (aman ne büyük tehlike), cd ve dvd’lerine (dans edebileceği bir devrim mi planlıyordu acaba!) ve tabii ki kitaplarına yönelik bir “tekbirler eşliğinde” olup olmadığı bilinmez bir saldırı gerçekleşiyor. Türk Polisi (!) gerekeni yapıyor ve şahit olması açısından karşı komşuyu da hızla uyandırıyor. Sebep mi? Olay “usulüne uygun” gerçekleşmeli tabii ki!
 
Öküz altındaki buzağıya ulaşma ve dansla elde edilebilecek devrime ilişkin önemli kanıtlar ele geçiriliyor elbette!  Kendisine sorguda sorulan sorulardan biri şu: ”İstanbul’u düdüklüyorum ne demek?” Bir de soruyu açıyorlar elbette:  ”X şahsıyla yaptığınız görüşmede, gemide olduğu belirlenen şahıs size ‘İstanbul’u düdüklüyorum’ derken ne mesajı vermeye çalışıyordu?” Kimin kimi düdükleyeceğini insan bu sorulardan rahatlıkla algılayabiliyor, değil mi?
 
Yılmaz’ı yakan Tekel Direnişi’nde Mahir Sayın’ı kaybetmesi olmuş olsa gerek. Eğer o kalabalıkta Sayın’ı kaybetmeseydi, Sayın da şaka olarak “Devrimcilerin karargahındayım” demeseydi, yüksek ihtimalle bu bir kanıt olmayacaktı, hem Türk Polisi’nin de o değerli kulakları yorulmamış olacaktı… Zaten “halı saha maçı” yerine “ekşın” tanımını kullanmak bile torbaya girmek için yeterli.
 
“Senin için Marx mı önde gelir Şeyh Bedrettin mi?” sorusuysa kendisinin de Radikal 2′de yazdığı yazıda belirtiği Türk polisinin vizyon “genişliğini” açıkça gösteriyor. Bu davadaki hukuksuzluk iddialar ve sorularla bitmedi. Garabet bir MİT raporu “özeldir, gizlidir, kanıt olarak kullanılamaz” gibi ifadelere rağmen dava dosyasına girdi ve Tuncay Yılmaz’ınkiler de dahil olmak üzere birçok insanın eşleri, aileleri, çocukları, sevgilileri artık “olağan şüpheli” haline gelmişlerdi. İstihbarat çalışmıştı.
 
Arzu Demir’in ETHA’daki haberine bakınca görüyoruz ki MİT ilgili belgede, Gülfer Akkaya’nın 16 yıldır birlikte olduğu Yılmaz’ı cezaevinde ziyaret etmesinin  ”kuryelik” olduğunu öne sürüyor. Rapordaki ilgili bölüm şöyle: ”Tekirdağ 1 No’lu F Tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunan Tuncal Yılmaz ile 22/02/2011 tarihinde açık görüş yaptığı ve akabinde T. Yılmaz’ın dava iddianamesi ile kaleme aldığı bir yazının internet ortamında yayınladığı, ayrıca T. Yılmaz’ın koğuşunda yapılan aramada iddianame eklerinin bulunduğu, (T. Yılmaz’ın dökümanları G. Akkaya’dan aldığı ve anılanın örgütün cezaevi kuryesi olabileceği değerlendirilmektedir).”
 
Tuncay Yılmaz 30 Nisan’daki 8 serbest bırakılan kişinin ardında tutsak kalanlardan sadece biri. Karargah torbasını boşaltınca adalet yerini bulacak mı, elbette hayır; ama Yılmaz’ı almak en çok da onu ve sevdiklerini fişleyen ve özgürlüklerini elinden alan hukuka atacağımız tokat eşliğinde anlamlanacak. Hukuk oyununu siyasi olarak oynayanlara karşı cesur bir tepki göstermek neden zor olsun ki?
 
Birilerini sevmenin “örgütlenmek” olduğu düşünüldüğünde  davanın değil memleketin hukuksuz olduğunu görmek çok zor değil. Hissi ilişkiler, çeşitli “ilişkiler” derken insanların birbirlerinden “bakteriler” denli kaçındığı bir toplum hayali AKP ve müttefiklerince gerçekleştiriliyor. Bazılarının hayali de hepimizin kabusu oluyor. Sabah saatlerine dikkat edin, AKP hukuku, size de çıkabilir…
 

Etiketler:
nefret