03/04/2018 | Yazar: Umut Erdem

Neden vegan olduğumu soranlara şu soruyu soruyorum: Sizin vegan olmamak için gerekçeniz nedir?

Neden vegan olduğumu soranlara şu soruyu soruyorum: Sizin vegan olmamak için gerekçeniz nedir?

Vegan olmayan insanlar vegan olduğumu ilk duyduklarında, veganlığa aşinalarsa da neden vegan olduğumu soruyorlar.

Neden mi veganım?

İnsan harici hayvanların da acıyı, hazzı hissedebiliyor, yaşamlarının farkında olmalarının, onların hayatlarını, bedenlerini, beden parçalarını kendi istediğimiz şekilde, kendi alışkanlıklarımız, çıkarımız belirleyiciliğinde kullanmanın bir hâk ihlaline neden olduğunu düşündüğüm için veganım. Onların hissetmelerinden ötürü kişi olma, yaşama hakları olduğunu bildiğimden veganım. İnsanların kaçınabilecekleri yerde hayvanları köle olarak kullanmalarının yanlış olduğunu düşündüğüm için veganım. Onları hissetmeyen, yaşamlarından çıkarı olmayan, kendi çıkarımız ve değer verme ölçümüzde kullandığımız herhangi bir eşya ile aynı kefede görmediğim için veganım. İnsan harici hayvanların adil yaşamasının, onları mülk olarak kullanmamaktan, yaşam pratiğimizde onları köleleştirmemek, bunu talep etmemek, öldürülmelerine seyirci kalmamaktan geçtiği için veganım. Zihniyetimizde onları yaşama ve köle olmama hakkı olan birer kişi olarak görmemiz gerektiği için veganım. Bir kedi ile köpeğin; kendi yuvası ve besiniyken ondan alınan arıdan, sütü ve yumurtasından yararlanılmak için yaşatılan, bir yerde tutulan, sürekli bu "besinleri" versin diye beden bütünlüğü ihlâl edilen, ne endüstride ne kırsalda özgür ve adil yaşamasının imkânsız olduğu tavuk, inek, keçiden, tüylerinden, yününden yararlanılan koyundan hiçbir farkı olmadığını düşündüğüm için veganım. Hiçbir hayvanın insan çıkarı için kullanılmaması gerektiğini, bu konuda her hayvanın birbiriyle eşit olduğunu, insanlar olarak hayvanlara karşı onları kullanmama sorumluluğumuz olduğunu düşündüğümden ötürü veganım. Vegan olmak gayet mümkün ve gerekli olduğu için veganım. (Belki şurayı ziyaret etmek istersiniz)

Sonra ben de onlara şu soruyu soruyorum: Sizin vegan olmamak için gerekçeniz nedir?

Eser: Jane O’Hara

Eğer bu yazıyı okuyorsanız ve vegan değilseniz, bu sorunun cevabını biraz düşündüğünüzde vereceğiniz yanıtların geneli, alışkanlığınız ve çıkarınız üzerine kurulu olduğunu göreceksiniz. Yani keyfiyetten başka bir şey değil ve bunu değiştirebilirsiniz. Önünüzde sadece değişimden korkma hakikatliği var ama şiddetin, sömürmenin fâili olarak yaşamanın, her yıl 59 milyardan fazla hayvana verdiği bir haksızlık olduğunu bilmelisiniz. Nicelik önemli olmasa da bunun bir katliama eşdeğer olduğunu görmemek işten bile değil.

Brezilya’dan 25 bin hayvanı “sağlıksız” koşullarda Mersin Limanı'na taşıyan gemiden birçok insanın haberi vardı ve twitter üzerinden tepkilerini dile getirmişlerdi. Birçok insan o hayvanların durumlarını merak ediyordu. Ne olmuştu o hayvanlara ve ne olacaktı? Peki o hayvanların bulunduğu koşullar her gün mezbahalarda, çiftliklerde ve kırsal yerlerde bedeninden, beden parçalarından, gücünden yararlanılan hayvanlardan farklı mıydı? Aynı sistematik ve kurumsallaşmış şiddetin yarattığı durumlar değil miydi bunlar?

Sosyal medya haber akışında atların aslında köle olarak kullanılması sonucu taşımak zorunda bırakıldıkları yüklerin ve gördükleri şiddetin etkisiyle sakatlanmaları, ölmelerinin insanların canını yaktığını görüyorum. Sakat olan, bakıma muhtaç olan, kaybolan bazı evcilleştirilmiş hayvanlara yönelik postlar paylaşılıyor. Bu sebeple anlıyorum ki; aslında insanlar insan harici hayvanlara değer veriyorlar. Onların acı çekmelerini istemiyorlar, canlarının yanmayacağı, güvenli bir ortamda hayat sürmelerini istiyorlar. Fakat konu ineğin ve keçinin sütünü, sütten elde edilen diğer “ürün”lerin kullanımına, tavuğun yumurtasına, koyunun yününe, hayvanların çeşitli şekillerde kullanılma pratiklerine gelince bunlar gerekli görülüyor.

Oysa bu, bize doğduğumuzdan itibaren “gerekli” diye dayatılmaya çalışılan çoğu öğretiden farksız: “Bu oyun kızlara göre değil, kız çocukları oğlanlar gibi davranmaz”

“Kız mısın oğlum sen, ağlıyorsun?”

Bu öğretiler bizim nasıl hayatımızı mahvetmişse, “hayvanlar bizim için yaratılmıştır” öğretisi de hayvanların hayatını mahvediyor. Hayvanları kullanmadan yaşayamayacağımızı düşünüyoruz çünkü bu şekilde yetiştirildik. Doğduğumuz andan itibaren hayvan bedeni, hayvanlardan elde edilen şeyler “yemek” diye önümüze konuluyor, üstümüze giydiriliyor, oyuncak olarak oynatılıyor. “Her hayvanın” -aslında hiçbir hayvanın- bizim “dostumuz” olmadığı aksine eşyamız olduğu bize toplumda çeşitli kurumlar yardımıyla benimsetildi, onlardan üstün olduğumuzu, onları kölemiz olarak kullanabileceğimizi içselleştirdik. Sokakta kedileri yaralamak “sorunlu” olarak görülürken akşam yemeğinde balık “yemenin” sağlıklı olduğu düşündürüldü. Ama bunlar pek çok öğreti gibi doğru değil. Bu öğretiyi kırmak ve hayvanları kullanmaktan kaçınarak onlara adil davranma sorumluluğumuzu yerine getirmemiz mümkün ve çok daha önemlisi gerekli. Kafanızı karıştıran konuları açıklığa kavuşturacak, sahip olmadığınız bilgilere erişiminiz de son derece mümkün. Ben 4 sene önce vegan olmuştum ve şu anki bilgi akışı 4 sene öncesinden çok daha yaygın, hızlı ve erişilebilir üstelik. (Sağlık konusunda şöyle video içeriklerine bakmak isteyebilirsiniz belki.)

Veganlık ve diğer adalet eylemleri ilişkisi

Vegan olan kişi, navegan ortamda (bu ortam feminist, queer ya da çeşitli muhalif politik özneleri buluşturan alanlar pek tabii olabilir) bulunduğunda, o ortamın oyunbozanı, keyif kaçıranı* olarak görülür genelde. Masadaki türcü “şaka”ları hazmetmesi, kendisine ayrılmış vegan köşesiyle yetinmesi beklenir. Veganlığın gerekliliği konusunda tek bir kelime etmemesi gerekir ki; masanın keyfini kaçırmasın. Çünkü vegan olmak bir “tercih” olarak kabul edilmek istenmektedir. Veganlar sadece çok duyarlı insanlardır ve aslında naveganların “seçim”lerine saygı duymaları, naveganların hayvanları kullanmaya devam etmelerinden daha önemlidir (!) Bu tablo size tanıdık geldi mi? Cinsiyetçi, mizojinik, hetero/mono/cisseksist, homo/bi/transfobik masaların keyif kaçıranı olma durumumuzu anımsattı mı bizlere? Ve vegan olmayan biri olarak aynı durumun türcülük boyutunda fâili olma durumumuzu fark ettirdi mi bize? Bu bağlamda ilintili olması gerekmese de hayvan hakları meselesi ile feminist ve queer politika ile etiği ilişkisine değinmek istiyorum. Şiddet ve tahakküm araçlarının "mağdur"u olduğumuz kadar onların fâili de olabiliyoruz ve "insan olma" hali türcülüğü, tür bakımından insanın hayvandan üstün görülmesini tartışıp kendi ayrıcalığımızı gündem etmememize neden olabiliyor. Queer/feminist politika ve etik, bir şiddet ve tahakküm mekanizması olarak hisseden, yaşama çıkarına sahip insan harici bir tür olan hayvanların köle olmasını, mülk olarak görülmesini norm haline getiren türcülüğü, insan harici hayvan odaklı tartışabilir. İktidar ve şiddet mekanizmalarını, bunun sistematikliğini, kurumsallaştırılarak norm haline getirilmelerini deşifre eden ve buna göre bir mücadele belirleyen feminist/queer hat ve hâl, kendi yaşam alanlarımızın, biricikliğimizin politik olduğunu bize gösterdiği için mutfağın, gardırabomuzun, seçilmiş ailelerle örülü kurduğumuz queer sofranın, damağımızın, performans ya da gündelik hal için kullandığımız makyaj, hijyen ürünlerinin ve başka insanlara, yaşama temas ettiğimiz her alanın politik olduğunu bize zaten gösterebilir ve kendimizden başlayarak bunları değiştirmek ve dönüştürmek için bize güç veriyor olur.

Herhangi bir kişiyi türü bakımından köleleştirmeyerek yaşamın herhangi bir alanında hayvan bedeni, çıktısı ve salgısını kullanmaktan kaçınmak, insanın fâil konumunda olduğu iktidarla mücadele ettiği anlamına gelir. Bunun sorgulanmadığı, hayvan kullanılan sofra, mutfak ve bilimum yer, eşit ya da denk olmayan sosyal alanların iktidar kodlarını normalleştiriyor olur sadece. Queer/feminist olmak da zaten bu fâil olma ve çarpımsal, kesişimsel iktidar alanlarını sorguladığı için veganlıkla birbirine temas etmeyecek, ilintili olmayacak uzak konular asla değil. Ama odağın vegan olan insanlar değil; insanların, karşısında vegan olma sorumluluğunu taşıdığı hayvanların ve onların hakları olduğu unutulmadan.

Bir etkinlik için feminist Cynthia Enloe İstanbul'a gelmişti ve şöyle demişti: “Sohbet aktivizm skalasında bir yerdedir, sohbet aktivizmdir." Bu sözünden sonra aklıma ilk gelen veganlık hakkında insanlarla yaptığımız sohbetlerimiz, sokaklarda açtığımız vegan standlar olmuştu. Birbirinden o kadar uzak şeylerden bahsetmiyoruz aslında, görüldüğü gibi.

Hayvanlara adil olmayı neredeyse hepimiz istiyoruz, bunun farkındayım ama bu ancak toplumda hayvanlara karşı mutlaklaştırılan üstünlüğümüzü, onları mülk olarak görmemize neden olan türcü algımızı sorgulayıp vegan olmaktan ve veganlığı yaymaktan geçiyor.

* Sara Ahmed'in teorize ettiği feminist killjoy olmaya referans vermektedir.

**KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler:
İstihdam