04/06/2013 | Yazar: Ulaş Yılmaz

Ne Hak bir ne de hakikat… İşbu nedenden Erdoğan seçilmiş birisi olduğunu hatırlatsa da onu seçmeyenlerle ne yapacağı konusunda çaresizce debeleniyor.

Ne Hak bir ne de hakikat… İşbu nedenden Erdoğan seçilmiş birisi olduğunu hatırlatsa da onu seçmeyenlerle ne yapacağı konusunda çaresizce debeleniyor.
 
Erdoğan açıklamasında (2 Haziran) diyor ki: İki kere iki dört eder... Bunun adı hakikattir… Gerçekleri ters yüz etmeye kimsenin gücü yetmez. Biz onlar adına koşuyoruz. Bu neyi gerektiriyorsa onu yapacağız.
 
Aslında, bu sözler yeni değil, bugüne gelene kadar pek çok köşe taşına yazıldı bunlar. Örneğin, AKP’nin rantını gözümüze soka soka yiyen Ali Ağaoğlu durumu çok iyi özetlemişti: Ben yaptım, oldu. Kürt gerillalarının Türkiye dışına çıkmasını barışın önkoşulu olarak ortaya koyan zihniyet bunun başka bir işaretiydi. Kadınların bedenine fütursuzca el atan yasaların arka arkaya gündeme gelmesi, bireysel hak ve özgürlüklerin uydurma bahanelerle kısıtlanarak yeniden düzenlenmesi diye uzayıp gidiyor liste…
 
Erdoğan’ın şahsında dile gelen bu ‘ılımlı demokrasi’ anlayışı tarihsel olarak çok şey anlatıyor aslında. Ama önce bir parmak demokrasisi hesabı yapalım: AKP en son seçimlerde her iki kişiden birinin oyunu aldı. Medya, sermaye ve siyasi desteği hesaba katmasak bile, bu tabloya göre, AKP’nin ortaya koyacağı herhangi bir projenin bir halk oylamasında onay almamasına imkân yok. Gel gör ki, ‘artık, hak ile batılın birbirinden ayrıldığına’ ve kendisinin hak olanı temsil ettiğine iman eden bir zihniyetin halkın onayını almak zorunda olduğu gerçeği ile yüzleşmesinden daha acı verici ne olabilir.
 
Bu zihniyete göre hakikat, hak olanı yapmak ve dönüp ben yaptım, oldu, demektir. Kendince hak olmayanı da olabildiğince kendinden uzak tutmak, mümkünse gözlerden uzaklaştırmak ve bunu sulhun bir önkoşulu olduğuna inanmak ve inandırmak böyle bir zihniyetin hayatta kalabilmesinin yegâne şartıdır. Yüzde elli oy oranı ise, bu bahiste, sadece bir sayıdan ibarettir. Bu zihniyetin, bireylerin bedenleri ve zihinleri üzerindeki tahakkümünün meşruluğundan şüphe etmesini gerektiren bir düşünsel yapıya ihtiyacı niye olsun ki?
 
İşte işin acı yanı böyle imanı kuvvetli bir zihniyetin, onun için hakikat olanın başkası için batıl olduğunu anlayacak kapasiteye asla erişememesidir. Öyle ya, iki kere iki hem yazın hem kışın dört ediyorsa, kim diyebilir ki, beş etsin. Nasıl ki Hak bir, hakikat da birdir.
 
Hâlbuki ne Hak bir ne de hakikat… İşbu nedenden Erdoğan her konuşmasında üç beş ağaçtan, üç beş ayyaştan, üç beş teröristten, üç beş soyu bozuktan bahsederken, hep kendi iki artı iki hesabından çark ederek bu üç beşlerin ideolojisini vurguluyor; sürekli, seçilmiş birisi olduğunu hatırlatsa da onu seçmeyenlerle ne yapacağı konusunda çaresizce debeleniyor. Gerillaya çık yurtdışına demek kolay, kaçakçının zaten canı burnunda, Alevi’ye sen de Müslümansın demekte ne var, eşcinsele anormal derken kimin yüzü kızarıyor ki Türkiye’de… Bunları ötekileştirip marjinalleştirmek kolay, ama marjinalleşmeyecek sayıları milyonları aşan üç beşlerin Hakk’ıyla ve hakikatiyle ne yapılabilir ki? Atsan atılmaz, satsan satılmaz, dövsen nafile, gazlasan işe yaramıyor. Kaç tane darbe görmüş, düşük yoğunluklu iç savaşların içinde pişmiş ve çocukken bile sinek ilacı arabasının arkasından koşmayı kendine zevk edinmiş üç beşler bunlar ve hakikatleri de en az Erdoğan’ınki kadar iki artı iki dört ediyor.(Berlin)

Etiketler:
İstihdam