21/03/2012 | Yazar: Kürşad Kahramanoğlu

Kimse, kendi demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü sorunlarını çözememiş; halkının büyük bir kısmının ülkesinde ‘SUNNİ, TÜRK, HETERO BİR ERKEK HEGOMANYANIN’ kurulmakta olduğu şikayetinde bulunduğu bir Türkiye’nin, büyük ihtiyaç olsa bile, haksız ve zalim bir diktatörlük olsa bile, azınlığın temsilcileri bile olsalar, komşusundaki ‘ALEVİ İKTİDARI’ devirmek için müdahale edip, yardımcı olabileceğine inanamaz.

Biliyorum, dış politka konularında yazılan köşe yazıları pek okunmuyor! Ağabeyimiz ABD’de, “yakında gününü görecek” Fransa’da, bugünlerde pek sıkı fıkı olduğumuz Birleşik Krallık’ta da olduğu gibi yurt dışında olan, kıyamet koparan şeyler gündemimize ancak iç politika malzemesi olabilirse düşüyor! Komşularımızdan birinde, cehennem ateşleri ortalığı kasıp kavuruyor. Daha dün, aramızdaki vize sorununu halletmiş, liderlerimiz beraber tatil falan yapıyorlardı! Sanırsın ki, cehnnem ateşi burnumuzun dibindeki komşuya değil de, Timbatu’ya düştü. Sanki sayıları 20.000’e dayanan mülteciler Türkiye’ye sığınmadı da, Bucilistan’dan yardım ve koruma istiyorlar. ABD’li Marie Colvin’den başlayarak, birçok gazeteci hayatını bu çatışmada kaybetti. Birleşik Krallık’tan fotoğrafçı Paul Conroy ve Fransız Gazeteci Edith Bouvier ise, yaralanarak hayatlarını zar zor kurtaran onlarca yabancı basın mensubundan sadece iki tanesi. İnsan bekliyor ki dünya, bu komşumuzda olanları Türk gazetecilerinden, sayıları bilmem kaça varan Türk haber kanallarının bültenlerinden birinci elden takip etsin. Ne gezer! Bizim kanallar BBC’den, Elcezire TV’den, CNN International’dan ve France24’ten tercüme edip bayat bayat servis ediyorlar. Türk haber kanallarının sinmiş patronları da “bilirkişi”, “eksper”, “Ortadoğu Uzmanı” diye gül yağı kokan AKP propogandacılarını, Türk kamuoyunun önüne servis ediyorlar.

İşte bu nedenlerle bugün, Türk basın mensuplarının ve Ortadoğu uzmanlarının(!) söyleyemediği, söylemediği komşumuz Suriye’deki zurnanın zırt dediği noktayı yazacağım. Ve başlıktaki sorunun yanıtını arayacağım.

Suriye’nin birçok sorunu arasında mutlaka cevabı aranması gereken konu; yıllardır Alevi azınlığın ülkeyi tekbir ailenin hegamonyasında bir diktatörlük rejimi ile idare etmesi. Bu soruya tatminkâr bir cevap vermeyen veya ciddi bir alternatif üretemeyen hiçbir çözüm, Suriye’ye yardımcı olamaz ve kalıcı olamaz.

Bu “çözülemezse olmaz” sorunun çözümünü de herkes biliyor: Komşumuz Suriye’nin demokrasiye ihtiyacı var; azınlığın hegamonyasına son verilmesi gerekiyor. Suriye’deki babadan oğula geçen diktatör iktidar bunu gönüllü yapmadığına göre ya zorla iktidardan indirilecek, ya dışardan silahlı bir müdahale ile baştan indirilecek; belki de bu iki çözümün karışımı bir yaklaşımla iktidar el değiştirip, Suriye’ye demokrasi gelecek.

Türkiye bu çözümlerin hangisinde nasıl bir rol oynayabilir?

10 senedir iktidarda olan AKP Hükümetleri sistematik bir şekilde kendi imajında bir Türkiye yaratmaya çalışıyor: Sunni, erkek egemen, Türk, heteroseksüel, tutucu erkeklerin iktidarında bir Türkiye. 4+4+4=İMO bunun son perdesi değil mi? Türkiye’de İnsan hakları mahkemesi kararına rağmen, din dersleri hâlâ mecburi değil mi? Adıyaman’da Alevi evlerinin kapıları işaretlenmiyor mu? Sivas Katliamı, Türk mahkemelerinin kararı ile zaman aşımına uğratılmadı mı? Ana Muhalefet partisinin başkanının Aleviliği, kendisine ve partisine karşı kullanılmıyor mu? Diyanet İşleri bütçeden artan bir şekilde arslan payını alıp, Aleviler’e karşı ayrım yapmıyor mu? Hrant’ın arkadaşları yıllardır hak ve hukuk mücadelesi vermiyorlar mı? Kadınların başları bağlanıp, AKP oy depolarına döndürülmedi mi? Başbakan ve çevresindekiler “İslamfobi” kelimesini telafuz etmeyi pek güzel öğrendiler hâlâ bir türlü “homofobi” kelimesini telafuz etmiyorlar, edemiyorlar. 100’ün üzerinde gazeteci hâlâ hapiste değil mi? “Açılım yapıyoruz, dağdan insinler” deyip sonra da politikaya katıldılar diye, aralarında seçilmiş politikacıların da olduğu yüzlerce Kürt hapislerde değil mi? Kendi seçilmişlerine her türlü imtiyazı sağlarken, muhalefetin seçilmişlerinden bir kısmı hapislerde, hatta hücre cezalarında değiller mi? “Taş atan çocuklar”, derelerini ve çevreyi korumaya çalışan insanlar, en demokratik hakları olan protesto etme haklarını kullanan üniversite öğrencileri hâlâ bu ülkedeki demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü eksikliklerinden nasiplerini en acımasız şekilde almıyorlar mı? “Yeni demokratik anayasa yapacağız” diyen AKP’nin esas niyetinin Türkiye’ye “Başkanlık Sistemi”ni getirmek olduğundan milyonlarımız şüphe edip, korkmuyor muyuz? Bütün bunları biz görmüyor muyuz? Dünyada demokrasiye, insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne inanmış insanlar bu tablonun farkında değiller mi?

Şimdi haliperişanı bu olan bir ülke, komşusuna yardım edeceğim diye o ülkeye müdahale etmeye kalkarsa, öyle tampon bölge falan kurmaya kalkarsa, bugünkü konjonktür gereği Batılı güçler “evet” der gibi görünebilirler. Türkiye’nin bu eksikliklerine gözlerini yumuyormuş gibi yapabilirler, ama işler istedikleri istikametin biraz dışına taşdığında “kurtarıcı” olarak girdiği Suriye’de, Türkiye “one minute”te işgalci, eski emperyalist Osmanlı durumuna düşüverir!

Kısacası kimse, kendi demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü sorunlarını çözememiş; halkının büyük bir kısmının ülkesinde “SUNNİ, TÜRK, HETERO BİR ERKEK HEGOMANYANIN” kurulmakta olduğu şikayetinde bulunduğu bir Türkiye’nin, büyük ihtiyaç olsa bile, haksız ve zalim bir diktatörlük olsa bile, azınlığın temsilcileri bile olsalar, komşusundaki “ALEVİ İKTİDARI” devirmek için müdahale edip, yardımcı olabileceğine inanamaz.


Etiketler:
nefret