02/09/2016 | Yazar: Bora Şahinkara
Benim hayat öykümde çok önemli bir yeri olan insanın, kendi hayat öyküsünde çok önemli bir yeri olan bir insanı anlattığı yazıyı okumak ilginçti ve duygulanmak, iyi hissetmek için çok güzel bir sebepti.
“Hayranlık duyduğunuz biriyle nasıl içli dışlı olursunuz ki? İki lafın belini kırıp, biraz dedikodu yapıp şakalaşıp eğlenmek yerine aptal olmadığınızı kanıtlamaya çalışırken daha aptalca hallere düşersiniz.”
Mehmet Tarhan'ın, geçen hafta Eren Keskin hakkında yazdığı yazıyı okurken benim için duygulanmamak elde olmadı. Eren Keskin'e duyduğu saygı ve sevgiyi, Eren Keskin ile özdeşleştirdiği bir ritüelini anlattığı yazıyı yazan kendisi de yaklaşık 10-11 yıl önce vicdani ret mücadelesini okuduğum haberler vesilesi ile “vicdani ret” kavramından haberdar olmamı sağlayan, benim yaşam öykümde önemli bir yeri olan insandır. Benim hayat öykümde çok önemli bir yeri olan insanın, kendi hayat öyküsünde çok önemli bir yeri olan bir insanı anlattığı yazıyı okumak ilginçti ve duygulanmak, iyi hissetmek için çok güzel bir sebepti.
Dedim, böyle küçük bir şiir yakalamışım hayatın detayında, benim de bunu anlatmam iyi fikir olabilir. İlham verici yumuşacık tüylerin nasıl da havada çarpışabildiğini görmeye ihtiyacımız olduğu zamanlardayız zaten.
11-12 yıl önce -sonrasında hiç bitirmemiş olacağım- lisedeydim. Bir öğretmenime okuması için tavsiye ettiğim kitabı bana geri verdiğinde, kitabın arasında minik bir broşür görmüştüm. Vicdani ret kavramını ilk kez orada görmüştüm ve zaten “askerlik” gibi bir ortamın gelecekte karşıma çıkacağı; davranışlarımda olsun, fikirlerimde olsun; her ne normdışı özelliğim varsa orada belli bir sistematiğe uygun hale getirilecek şekilde yontulacağımı, orada mantıksızlıkların normlaşmasını (“askerliğin başladığı yerde mantık biter evladım, keh keh keh”), orada şiddetin ne kadar sıradan olduğunu ve kimsenin de buna itiraz etmeyi aklına bile getirmeye cesaret edemeyeceğini falan zaman zaman üzeri örtük, zaman zaman kendilerinin de (bunları gençlere anlatmak ve bu konudaki korku iktidarını sürdürmek daha önce askerlik yapmış erkeklerin üstlendiği bir görevdi, yani askerlikleri bittikten sonra da devletin askerliğine devam edilecek şekilde eğitilmişlerdi anlaşılan) bu oyuna uyum sağladıklarını açıkça bir pişkinlikle ifade ettiklerinden, zaten “askerlik” kavramının içinde asla yer alamayacağımı henüz dünya görüşlerimin pek oluşmadığı yaşlarda bile anlamıştım.
“Vicdani ret” kavramını araştırmaya başlamıştım. O zaman (ana akım olmayan medyada tabii ki) gündemde, Mehmet Tarhan'ın askeri birliğe götürülmesi üzerine İzmir'de (hem de benim yaşadığım şehirde), otogarda yakalanışı, Mehmet Tarhan'ın ise vicdani retçi olduğundan ötürü kendisine uzatılan belgelere imza atmayışı vardı. Uzun saçları ve top sakalı ile Charles Manson'ı andıran halleri ile 3-4 asker tarafından, ellerinde kelepçelerle bir otobüse bindirilen fotoğraf zihnimdeki düşüncelere eşlik eden görseldi.
Fakat hayatta benim ilgimi çeken kulvar, kanlı, seri katilli falan fantastik hikayeler değil; öldürmemek üzerine kurulmuş, soğuk otogarlarda, silahlı hakilerin içinde gelişen ve detaylarında özgürlüğe dair hayal gücümü yeterince tetikleyen fantastik öğeler barındıran “gerçek hayat” öyküleri olmuştur. Bize ezberletilen, yukarıdan öğretilen 'kurşunların havada çarpışması' adlı fantastik kahramanlık öyküleri değil; kendi kendime emek vererek, hayatın onca keşmekeşinin arasında bulup keşfettiğim iki tanıdık beyaz tüyün bir gün tesadüfen havada çarpışması sahnesi etkilemiştir benim gibi bir otodidaktı her zaman.
Gözlerim Manson'dan, Tarhan'a çevrilmişti.
O ana kadar hayatı boyunca Batı'nın İzmir'inde, beyaz Türk bir ailenin içinde tam bir resmi ideoloji fanusunun içinde büyütülmüş, askere, polise hiç bir otogarda, büyük beyaz soğuk bir otobüsün kapısında kolundan tutulacak kadar yaklaşmamış, sırtında silah olan birilerine “hayır” demesi gerekmemiş ama belli ki uzlaşamayacağı askerlik diye bir kavramın karşısına çıktığı ve cevaplar, çözümler, yollar bulması gereken biri için ilham vericiydi. Zaten bu meselenin teorisi ile beraber Mehmet Tarhan üzerinden araştırmaya başladığım Türkiye'deki vicdani ret pratiği sırasında, Türkiye'deki ilk vicdani retçilere ilk gençlik yıllarımdan beri başka bir saygı duymuşumdur. Yaşım 16'lara, 17'lere doru gelirken “Askerlik” hakkında anlatılan onca mitten sonra buna hayır diyebilen bu insanlar sanki dünyanın en cesur insanları gibi gelirlerdi. Şimdi bakınca bile çok da yanlış değil aslında.. “Biri için ilham verici olmak” bu değil de nedir…
Aslında sözü fazla uzatmayacağım, daha sonra Türkiye'de vicdani ret hakkı mücadelesinde ne gelişmeler olduğu meselesine falan girerek. Ben nasıl bir gün durup, bu koca devran içinde bir şiiri; Mehmet Tarhan'ı görmüşsem, onun da bir gün rakısına limon sıkan şiirselliği; yani Eren Keskin'i görmesini okumak/dinlemek ne güzel bir histi, işte bunu aksettirmek istedim biraz.
Etiketler: