03/05/2013 | Yazar: Emre Korlu

Bir delikanlı neredeyse sıfıra vurulmuş saç tıraşıyla; objektife gülümsüyor. Fotoğraf 79 yılına ait ve fotoğrafın alt sağ köşesindeki "Süheyla’nın 18. yaş günü" yazılı bir not ilgimi çekiyor.

“Unutulmuş ne varsa sevgiden geri kalan 

Bir kadeh şarap gibi içilmiş şarkılarda
Bütün ışıklar sönmüş, terkedilmiş hatıran

Bir senin aydınlığın karanlık sokaklarda.” 
 
Turhan Oğuzbaş
 
Benim asıl hikâyem erkek fatma’nın(!) hamile kalmasına vesile olursak belki kadınlığını hisseder düşüncesiyle tecavüze uğrayışıma neden olan o insanların üzerimde oynadığı oyunla başladı.

11-02- 79
Bizim işimiz bu; zenginin yolunu kesip ondan aldıklarını fakire vermek. Almak demekle, hırsızlık yaptığımı sakladığımı düşünmeyin sakın! Bana buralarda sırf bu yüzden eşkıya diyorlar.
Penisim yok, bildiğin vajina benimkisi…
18 santimlik aleti dışarı çıkarıp yol kenarına işeyememe durumunu sorundan saymıyorum. Teferruatı santimlerle ölçülen, don içerisindeki hırdavatınız size kalsın.
Hanım teyze, annemin ahretliği olur. Bulunduğumuz ev kendisine ait. Zamanında, Bayburt’taki babadan kalma arsaları satarak almış bu evi. Annem veremden ölünce gelmiş babamın koynuna girmiş ve evlenmişler. Parmakla gösterilecek bir ailenin içinde büyüyememiş olmak bana hep, şanssızlığın da böylesi, dedirtti.
Hanım teyzenin üç oğlu var. Bir de boya müptelası yüzüyle, kiraz toplayan kızı.
Evlatlarıyla birlikte öldüğünde hangi bok çukuruna gömüleceklerini doğrusu çok merak ediyorum. Bana yaptıklarını ve yaptırdıklarını hangi sefil duygularıyla örtbas edecekler?
***

01- 03- 00
*Süheyla bana hiç mi bir şey bırakmadı? Eski kitapları ve kül tablasından başka şeyler de kalmalıydı.
- Süheyla, seni istemedi. İnsan istemediği birine bir şey bırakır mı hiç?
Hanım teyze, onunla ilgili sorduğum tüm soruların yanıtını bu cümlenin içine sığdırmıştı. O böyle söylediğin de susup bir kenara siniyordum. İşte o anlarda hiç görmediğim birine anne özlemi duymak saçma geliyordu.
21 yaşında beni dünya’ya getiren ve sonra derin bir sırra kadem basmak üzere evini ve şehrini terk eden, hakkında kimsenin ağzını bıçak açmadığı biriydi, Süheyla.
Sırlar;  yıllarca uykuya yatırdığınız sırlar...
Birkaç sayfası karalanmış ve neredeyse tüm sayfaları yırtılmış bir defter…
Sanki’ler başladığında mutlak aralanması gereken bir kapı olduğunu anlamış olursunuz.
***
22 - 03 - 79
Bu aralar sürekli kavga ediyoruz. Memelerimi sardığım için birbirimize giriyoruz. Çok garip!
Onların bana ait olmadığını anlatabildiğim birkaç kişi dışında hiç kimse yok.
Evladım,
Yazdıklarım sana hiç ulaşmayacak biliyorum. Muhtemelen sen doğduktan sonra kadın olduğumu düşünüp erkekliğimle tekrar yüzleşecekleri zaman, buralardan sürüleceğim. Babamdan onun istediği gibi bir evlat olamadığım için sıklıkla dayak yiyorum ama bana en çok koyan şey annemin kardeşi gibi sevdiği zira babamın evlendiği o kadının karşısında o tokatları yüzümde hissetmek…
 
Ben sana herhangi bir gün diyeyim. Çünkü tarih dönüp dolaşıp yine aynı güne gelince, sen sana nasıl hamile kaldığımı tekrar tekrar hatırlayıp mutsuz olursun. Buna izin vermeyeceğim.
 
Hanım teyze’nin ben uyurken koynuma soktuğu adam, amcasının oğluydu. Yani tecavüzcüm o’ydu.
Zorla bacaklarımı açtı ve oraya girdi. Dakikalarca gidip geldi; çığlık atmadım, bunu asla yapmadım. Ona ne kadar vurduğumu hatırlamıyorum. Özellikle iri yarısını seçip bana saldırmasını sağlamışlardı. Kurtulamamam için…
O olayın ben de bıraktığı sarsıntıyı sana hiç anlatamayacağım. Yalnızca bir vajina sahibiyim diye erkekliğimi ekarte etmeye çalıştılar. Eğer o tecavüzden sonra gebe kalırsam, planları hiç aksamadan belli bir çizgide devam etmiş olacaktı.
Öyle de oldu.
***
12 - 04 - 00
Yatağın altına düşen o fotoğraf…
Benim ona rast gele rastlayışım.
Fotoğraftaki görüntüyle uyuşmayan bir isim. Her şeyi ele veren bir kovulmuşluk…
 Benim için uyutulan, beni uyutarak sakladıkları koca bir sır...  
Bir delikanlı neredeyse sıfıra vurulmuş saç tıraşıyla; objektife gülümsüyor. Fotoğraf  79 yılına ait ve fotoğrafın alt sağ köşesindeki "Süheyla’nın 18. yaş günü" yazılı bir not ilgimi çekiyor. 
Fotoğrafı, Hanım teyze’nin gözünün içine sokarcasına elimde sıkıca tutup mutfak kapısının önünde öylece bekliyorum.
"Burada annemin adı yazılı peki bu adam kim?" Sorusunu defalarca sormak hususunda ısrarcıyım.
Hanım teyze sustukça ben bağırıyorum. Bir açıklama bekliyorum. Saçmalasa keşke. Ne bileyim bir bahane bulsa zira fotoğrafta başka hiç kimse yok. Neyin bahanesi?
Ben yalnızca onu bulmak istiyorum. Son on beş yıl hep aradığımı…
Kim olduğu, ne olduğu umurumda bile değil.
Umurunda olmalı diyor. O anne gibi değildi.  Bağrışmaya başlıyoruz. Oysa başım çatlayacak gibi, oysa beynimin içinde yanıt bulamayan bir sürü soru. Ayakta kalabilmem için içimde biriken gücü, kemiren milyonlarca böcek...
Belli etmiyorum. Bunu yaparsam ona kavuşmak için hiç şansım kalmaz.
***
19- 04-79
Sana hamile kalmak korkunç değildi. Hamile kalmak kötüydü. Bilmiyorum; yani biraz tökezlemekti. Tramvaydı. Şimdi ne olacaktı, ne yapmalıyımdı...
Özür dilerim birkaç kez intihara kalkıştım. Birçok kez seni öldürmeye çalıştım. Aylarca sustum. İkimizi yok etmekte çok yeteneksizdim. Artık ellerim titriyordu;eriyordum.
İçimde büyümeye başladığını hissettiğim de ise, sana karşı ne duyduğumu anlayamadım ama sana sahip olacağımı düşündüğüm de kendimi ziyadesiyle şanslı hissetmeme neden olduğun aşikardı.
Hiç kimsem yoktu. Etrafa saldırmaya başladığımda Hanım teyze ve oğulları tarafından tartaklanıyordum.
"Ben seni doğuramazdım."
 
14-04-00
Bir gecede aldığım kararla eğitimime ara verip, aile bildiğim insanların onu bulup ne yapacaksın sözlerinin karmaşasından geçerek, o evden çıktım.
Elimde yalnızca bir fotoğraf, şehir ismi ve mahalle arkadaşının ağzından zoraki çıkan bir adres vardı:
İstanbul - Beyoğlu
İstanbul’a vardığımda elimdeki adresin küçük bir kitap dükkanına ait olduğunu anlayacaktım. 
Faik, iyi adamdır. Kitap satar; fakire yardım eder, kol kanat gerer dediler.
Faik, sessizdir. Fazla konuşmaz, kimse bilmez acısını hüznünü…
 
O dükkandan içeri girdiğim de kendimi dışarıda kalan hayattan arınmış gibi hissettim. Öyle başkaydı ki, beni doğurmuş olması önemliydi; kim olduğu değil. Aslında kızacaktım; neden gittin? diyecektim. Büyüdükçe seni görüp anlamama niye izin vermedin?
Sonra sinecektim bir köşeye…
Kendi kendime: onun için de kolay mıydı sanki? pişmanlığı gelip oturacaktı yüreğime.

***
Zamanın ne önemi var!

Ona hep yakın olmak için aylarca bir arkadaşımın tek göz odalı evinde kaldım. Kimseden beni ya da Faik’i anlamasını beklemedim. Onu anlamaya çalıştım. Araştırdım. Okudum. Öğrendim.
Bir yıl boyunca o küçük dükkanı uğrak yeri belledim. Yalnızca ona yakın olabilmek için…
Güzel bir gülüşü vardı. Ara sıra kısacık sohbetlerimiz oluyordu. Ben yalnızca onu inceliyordum, o yalnızca İstanbul’a da sığamadığından bahsediyordu. Gidecekti. Kapatacaktı dükkanı. Henüz kendimle ilgili tek kelime dahi edememişken...
Zira bir gün o kendini anlatmaya başladı. Bir yandan da yavaş yavaş toplanıp kolilere konuluyordu kitaplar...
Süheyla’dan bahsetti bana. Hiç tanımadığı birinden…
Sonra hiç tanımadığı ama kendi doğurduğu çocuğundan…
Ben dinledim; o anlattı.
İşime geldi dedi. O kapı önüne konulmak işime geldi. Yoksa, büyüyecek ve bana anne diye hitap edecekti. Buna katlanamazdım. Ben kadın bedeninde doğmuş bir erkektim ve zor bir hayatım vardı. Ona hamile kaldığımda ikimiz de ölelim diye çok dua ettim ama hangi Tanrıya? O ızdırap vermeyi seven bir Tanrıydı. Ben hep üzerimde oynadığı oyunun bedelini çektim.
Baba ya da anne ne fark eder; o benim dünya’ya gelmeme neden olandı. O bir fotoğrafıyla beni uyuduğum uykudan uyandıran…
Bari şimdi söylesem; ben senin çocuğunum, bak bu kadar büyüdüm desem.
***
Peki, onu hiç aradın mı? diye sordum.
“Evet “ demesini bekledim.
Evet deseydi…
Demedi.  
Eşyaları kırmızı bir kamyonetin arkasına yüklediler. Bana sarıldı; bana her sarılışında eriyen dizlerime hakim olmaya çalıştığım gibi, bu kez de aynısını yaptım. Güçlü oldum.
Ben babama sarıldım. Babam arkadaşına…
Güya öyle yabancıydık ki…
Kamyonete bindi; çok yakışıklıydı. Acaba gözlerime  derinden baktı mı hiç diye geçirdim içimden.
Birbirimize ne kadar benzediğimizi de mi fark edememişti?
 Gerçekten ölmesini istemiş miydin? diye sordum.
Duymadı.
Kamyonet terk edip gitmişti sokağı.
 
91 yılı, Şubat ayı
Evladım,
Bir haftadır buradayım. Burnunun dibinde…
Bunu neredeyse her yıl yaptım; her yıl geldim. Gördüm seni.
Ta ki on iki yaşına kadar…
Seni görmenin bana ne kadar acı verdiğini bilemezsin.
Lakin var olduğundan değil, var olduğun halde sana sarılamadığımdan; kahrolası hissin tek nedeni bu.
Beni görsen ayrılamayacağımdan, hep uzak durdum senden.
Bir gün elbet karşılaşacağız ve ben o gün ne olursa olsun. Seni tanımayacağım.
Sevmediğim için değil, sevmeyi göze aldığım için yapacağım bunu.
 
Ter döküyor dört duvar ter bense beklerim bir gün mutlaka...

Etiketler:
İstihdam