31/03/2014 | Yazar: Ulaş Sona

Eskiden anlamazdım teyzemin topraktan bahsederken arkadaşıymış gibi anlatışını şimdi anlıyorum insan böyle böyle âşık oluyormuş demek.

Atiye’ye...
 
“Benim için tek bir damla bile gözyaşı dökme
Kaderimin bu kısmını yalnız geçirmeliyim”
 
O şarkıda tam olarak böyle mi diyor bilmiyorum ama bana çevrilen halinden ben bunu anladım. Günlerdir de tekrarlayıp duruyorum kaderimin bu kısmını... baya dokunaklı geliyor bana. Bazı dönemleri isteyerek bazı dönemleri istemeyerek bazı dönemleri de fark etmeden yalnız geçiririz. Ama bu başka bir şeyi çağrıştırıyor bana. Karar alıyor, fark ediyor, durun ben bir yalnız kalayım diyor sanki...
 
Başka zaman olsa bu kadar dokunmayacak bu dizelerin İstanbul’dan bu kadar uzakken kafamda dönmesi bence tesadüf değil. Vardır elbelt bir sebebi köylere, bahçelere gelmemin... Kaderimin bu kısmını çapa yaparak geçirmeliyim.
 
Çapa makinası varmış. Ben de Sarı kuş da bunu bilmiyorduk. Maviş görse deli olabilir. Kupkuru toprağı hem de kısa bir sürede çapaladı, havalandırdı, rengini değiştirdi. Tüm akşam toprak kokusu duyduk. Ben dayanamadım gittim konuştum toprakla. O kadar canlı geldi ki beni duyacak sandım. Kokladım, öptüm... Eskiden anlamazdım teyzemin topraktan bahsederken arkadaşıymış gibi anlatışını şimdi anlıyorum insan böyle böyle âşık oluyormuş demek. Hep ilk görüşte aşka inanırmışım yanılmışım bazen zaman geçtikçe âşık oluyormuş insan. Geçen yıl da çapadaydım ama o zaman baya mesafeli bir ilişkim varmış. Şimdi öyle değil. Kaderimin bu kısmını toprakla konuşarak geçirmeliyim.
 
Sonra bu makinayı getiren adama nereden aldığını, ne kadara aldığını falan sorduk. Aklımca taaa buradan kaldırıp Edirne’ye götüreceğim makinayı. Neden ruhum bu kadar fakir benim? Gülcan’dan rica etsek var mıdır tanıdıkları diye düşündüm. Gülcan’la dört gün önce tanıştım. Uzun boylu bir kadın Sarı kuşla benim iki katım. Ama kalender derler ya öyle biriydi. Uzun boylu olmasını kalender olduğu için kıskanmadım. Ben uzun boylu insanları hep kıskanırım. Özenirim. Boyum kısa diye değil, boyun kısa deyip kenara ayırdılar diyedir. Neyse kalender işte umursamaz rahat... Deniz lacivertken bizi sahile götürdü. Akşamüstüydü, en çok o üşüdü titredi de. Pazardan aldığımız polara gerek yok, şimdi geçer, üşümem dedi. Sonra üşümesi geçmedi ama biz de tekrar sormadık. Çöküp kısacık sahile sigara içtik. Trans olmaktan falan konuştuk. Hep bunu konuşuyormuşuz gibi de geliyor artık ama olsun. Gülcan’ın sorması koymadı bize. Kimlere kimlere anlatıyoruz, Gülcan eksik mi kalsın şimdi bizden? Öyle olur ya insanın öfkesi Gülcan gibi insanlarla karşılaşınca geçer. Daha çok anlasın diye daha çok anlatırsın. Halbuki sorsalar bıktık be dersin. İnsan ne tuhaf ne ikiyüzlü bazen. Neyse dönüşte teşekkür ettik ona. Ne teşekkürü olağan şeyler bunlar dedi. İnince dedim ki kendi kendime arabanla sahile gittik olağan değildi Gülcan. Neyse belki ucuza alırız kalan parayı kargoya veririz.  Neden aklım bu kadar mantık dışı çalışıyor benim? Kaderimin bu kısmını hesap yapmadan geçirmeliyim.
 
Gülcan’dan ayrıldıktan sonra o akşam otostop çektik. Ben uzun süredir hissetmediğim bir duygu olan korkuyu hissettim ve Sarı kuşa boş ver dedim. Sabah yaşadığımız o olay yüzünden mi diye sordu evet dedim. İki erkek çocuğu olarak algılanmış, taciz edilmiştik bir adam tarafından. Hem de çok ince ok alttan alta ayar çekerek bize. Şimdi ben kızken diyeceğim olmayacak kız olarak algılanırken diyelim küfürlerin konuşmanın bir adabı varken artık o sınır yoktu. Ne Sarı kuş ne de ben erkek olarak tanımlamıyorduk kendimizi ama görünüş olarak erkek çocuklarını andırıyorduk. Otuzuna gelen ve otuzuna yaklaşan iki erkek çocuğuna yazan oğlancı dayılar. Kaderimin bu kısmını dayılardan uzak geçirmek istiyordum.
 
Sonra indik para vererek bindiğimiz minübüsten eve giden uzun bir yolu yürümeye karar verdik. Yolu otostopu değişimi kadınlığı erkekliği aynı cümlelerle ama daha yoğun bir öfkeyle konuştuk. Sonra fakirliği, en son ne zaman kendimize bir şey aldığımıza geldi konu. Artık eve iyice yaklaşmıştık. Sarı kuş çöpün yanında bir poşet gördü. Bak dedi bu çöp değil büyük ihtimal işe yarayacak bir şey var içinde, bırakırlar bazen böyle bakalım mı? Yok dedim daha çok ihtiyacı olanlar vardır belki. Bizim kısmetimizmiş dedi. Yanımıza aldık ilk sokak lambası ışığında da açtık. Açar açamaz bir sabun kokusu duyduk. Yeni yıkanmış temiz kıyafetler vardı. Hepsi erkek bedenindeydi. Bir kazak dışında hepsi ya bana ya da ona oluyordu. Birbirimize bakıp güldük. Kaderimin bu kısmını evrenden gelecek mesajlar için açık tutmalıyım.
 
Eve gelince bahçeye çıktım. Keşeke dedim şarkıyı dinleyebilseydim. Hatta hem dinleyip hem anlayabilecek kıvamda olabilseydim. O zaman bu kadar önemser miydim yoksa sadece eşlik edip geçer miydim bilmiyorum. İnsan merak ettiği şeylerin peşinden daha hızlı koşan bir varlıktı sonuçta. Bu şarkıyı yani bu iki düzeyi çeviren arkadaşımla alakalı gözüken ama alakasız bir şehirde saatlerce oturup konuşmuştuk bir gün. O gün bitiminde ben yüzyıllar geçsin şu konuşmanın üzerinden diye dua etmiştim. Çünkü ben haksızdım. Bir masaya haksız olduğunuzu bilerek oturmanın zorluğunu ancak bir masaya haksızken oturup konuşmaya çalışmış olanlar bilebilir. “Benim için ağlama”. Ceviz kıracağının içine kalbimi ceviz kadar yapıp sığdırmak ve kırıp anlatmaya çalışmak gibiydi. “Yalnız kalırım”. Haksız olmak çok boktandı. “Kaderin bu yolu tamamen benim”. Ancak yüzyıllar geçerse kalbim eski haline gelebilir gibi gelmişti. “Kaderin ellerinde bir kez hiç seçim yoktur”. O gün bundan daha ağırını daha kötüsünü düşünmüştüm. “Rüzgârın ekosunu benim sesimden duyacaksın”. Ama öyle olmadı. “Bazı seçimler arkasına düşmek için”. Üzerinden yüzyıllar değil tuhaf bir zaman geçti. “Bazı seçimler yol göstermek için”. Ayla günle belki hesaplayamam ama o zaman hava soğuktu, mevsim bu değildi. “Bazı seçimler altın bir yol”. Bu da az bir zaman değilmiş demek.
 
Sonra işte alelade bir lafın arasında söyledi bunu bana. “Eski köy feneri karanlığın içinde beni eve yakınlaştırıyor”. İşlerin kötü gittiğini, herkesle bir parça madi olduğumu çok anlatmasam da görebiliyordu. “Böylece sen beni düşündüğünde bunu gururla, onur ve cesaretle yanımda taşıyorum”. Ama alelade bambaşka bir şeyin üzerine söylemişti. “Ve senin hafızanda hatırlanacağım”. Mandalina ağaçtan koparılıp yenir, sen hiç yedin mi demek gibiydi. Bu yüzden mandalina kopartırken onunla nasıl bir ilişkimiz olduğunu düşündüm. Vefa demek çok isterdim. O zaman evrensel kabul gören bir cevap verdiğim için rahatlayabilirdim. Çok da kolay yeri belli olan bir şey olurdu. Ama vefa değildi. Vefa kavramının içinde de bir baskı olabileceğini kabul ettiğimden beri bunun o olmadığını biliyordum. Sanırım ne olduğundan çok ne olmadığını biliyordum. Bu da zor karmaşık gelen şeyleri basitleştiriyor, tanımlı yaşamanın çemberini kırıyordu.
 
“Şimdi yolculuğun sonunda ikimizin de göstermek zorunda olduğu tüm şeyler savaş izleri. Biz bunun üstesinden geleceğiz ve bu aşkın içinde yolculuğumuz hiç bitmeyecek...” 

Etiketler:
nefret