26/07/2012 | Yazar: Nurhayat Köklü

İktidarın kadın bedeni üzerindeki tahakkümünün fazlasıyla güçlü olduğu bir ülkede kadın olmak zaten kendi başına büyük bir derttir. Taciz mi desem, tecavüz mü...

İktidarın kadın bedeni üzerindeki tahakkümünün fazlasıyla güçlü olduğu bir ülkede kadın olmak zaten kendi başına büyük bir derttir. Taciz mi desem, tecavüz mü... Son zamanlarda gündeme damgasını vurmuş kürtaj tartışmasını içinde barındırdığı tüm pasaklarıyla yeniden mi açsam, yoksa aile içi şiddete mi girsem... Bedeninin nasıl metalaştırıldığına da girebilirim, evlenmeyi reddedip kocaman bir toplumu karşısına almış bir kadının yaşadığı/yaşayabileceği o büyük sancılara da...  İş hayatında kadınların yaşadığı ayrımcılığa hiç girmem, bir girsem işin içinden zaten çıkamam.
 
Ataerkil düzenin tüm kurumsal yapılarıyla ve toplumsal değer yargılarıyla bu kadar güçlü olduğu Türkiye Cumhuriyeti adı verilen ülkede kadın olmak cidden oldukça zordur. Bu zorluğu kadınlar olarak bir fiil yaşamaktayız. Bazen farkında oluyoruz, bazen de hiç farkına bile varmıyoruz, ama sürekli olarak yaşıyoruz.
 
Bir arkadaşım ve hocası kadınlar olarak yaşadığımız ancak daha önce -en azından benim bildiğim kadarıyla- üzerinde hiç araştırma yapılmamış bir sıkıntıyı incelemek üzere akademik bir çalışma başlatmış. Çalışmanın başlığı Jinekolojik Şiddet. Yaklaşık 2 hafta önce http://jinekolojiksiddet.wordpress.com/ adlı bir blog açmışlar ve bloga aniden hikayeler yağmaya başlamış.
 
Blogda yazılan hikayeleri okuyunca dehşete kapıldım ve samimi olmam gerekirse utandım. İlk kez jinekologa giderken oldukça rahatsızdım. Ama bir arkadaşım özellikle bir jinekolog önermişti, o nedenle içim az da olsa rahattı. İlk olarak şikayetimi sordu, anlattım. Sonra yaşımı sordu söyledim. Ve son sorusu "Aktif bir cinsel hayatınız var mı?" oldu ben de "Evet" yanıtını verdim. "Medeni Durumum" söz konusu bile olmamıştı. Cinsel hayatımın durumunu evlilik eksenli sormaması içimi biraz rahatlatmıştı, ama bu blogu okuduktan sonra ne kadar şanslı olduğumu düşündüm. Ayrıca, kendisiyle doktor-hasta ilişkisinin ötesinde kısmen de olsa kişisel bir iletişim kurdum ve kısa süreli sohbetlerimizde cinselliğe evlilik odaklı bakmadığına yönelik bazı ayrıntılar yakaladım.
 
Blogda yazılan hikayeleri okuyunca aklıma hemen bir arkadaşımın Kadıköy’deki kürtaj eyleminden sonra anlattığı sancılı spiral taktırma hikayesi geldi. Doktor evli olup olmadığını sormuş ve evli olmadığı halde spiral taktırmak istediği için kadını oldukça rahatsız hissettirmiş. Ardından neredeyse işkence edercesine spirali takmış. Ama bu hikayeyle olayın vahametini idrak edememiştim. Blogda yazılan hikayeleri de okuyunca bu mevzunun ne kadar ciddi olduğunu anladım.
 
Son zamanlarda büyük tartışmalara yol açan her çifte 3 çocuk, kürtaj hadisesi, ertesi gün hapı kaydının tutulması, gebelik testi sonuçlarının baba, ağabey ya da koca olmak üzere kadınlardan "sorumlu" bir erkeğe gönderilmesi vs... gibi mevzular ülkenin kadın bedeni algısını oldukça açık bir şekilde halihazırda göstermektedir. Ancak, çok temel bir sağlık hizmeti alma anında kadın sağlığının jinekologun değer yargılarıyla hastanın değer yargılarının örtüşmesine bağlı olması, ataerkil ve heteronormatif değer yargılarının baskın olduğu bir ülkede bu değer yargılarına bütünlüklü bir uyum göstermeyen kadınların fiili ya da sembolik olarak büyük bir şiddete karşı ne kadar açık olduğunu göstermektedir.
 
Bu ülkedeki tektipleştirme politikalarının ne kadar güçlü olduğunu söylememe gerek yok. Bu tektipleştirmenin merkezinde ise cinselliği evliliğe bağlı kılmak birbiriyle ilişkili hegemonik normların yalnızca bir tanesi ama en güçlü olanlarından birisi. Ancak hegemonik olan norm mutlaka herkesin hayat algısını belirlemek zorunda değildir ve zaten öyle olması da mümkün değildir. Herkes kendi değer yargılarıyla bir hayat kurar ve kendi değer yargılarına göre kurduğu hayatı yaşar. Cinselliğini pratik etmek için evlenmek isteyen evlenebilir, buna kimsenin itirazı nasıl olamıyorsa herhangi bir ya da birçok nedenden ötürü evlenmek istemeyen bir kadının aktif bir cinsel hayatının olmasına da toplumsal algıda mutlaka yer açılmalıdır.
 
Bu bakımdan Jinekolojik Şiddet adlı çalışmanın kadınların gizli kapaklı yaşadığı, hayatının bir dönemini işkenceye çevirme olasılığı taşıyan bir sıkıntısını dillendirdiği için çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bu çalışmanın görünürlüğünün ve gücünün artması cinselliğin illa ki evlilik eksenli yaşanmak zorunda olmadığına yer açacağı gibi jinekologların da kendilerini tekrar sorguya çekmelerini sağlayabilir sanırım. Zira cinselliği yaşamak için evli olmak zorunda olmamamızın artık kabullenilmesi ve normal olarak algılanması gerekliliği bir yana, seçtiğimiz yaşam biçiminin ihtiyacımız olan bir sağlık hizmetinin güvenliğini, rahatlığını, huzurunu bu denli etkilememesi zaten olması gereken durumdur. Bu çalışmanın bunu sağlayabileceği ve kadınların maruz kaldığı böylesi bir sıkıntının önüne geçebileceği en azından bir umut olarak ilk ışığı yaktı sanırım.
 
Ayrıca çalışma hakkında daha ayrıntılı bilgi için aşağıdaki habere de göz atabilirsiniz:
 

http://bianet.org/bianet/kadin/139658-jinekolog-hikayelerinizi-bekliyorlar


Etiketler:
İstihdam