22/12/2008 | Yazar: Yıldırım Türker

Ermenilerden özür dileme kampanyası hakkında çekincelerim vardı.

Ermenilerden özür dileme kampanyası hakkında çekincelerim vardı. Ben de ‘özür’ dilemenin, dileyenin kaçınılmaz olarak kendini bir tarafta konumlaması anlamına geleceği için, itirazlarımı sıralamaya hazırlanıyordum. Elbette ki özür dilemesi gereken devletlerdir. Benim kardeşimden özür dilemem, onun acısıyla arama en azından bir mesafe koyduğumu gösterir. İnkârcı Türk gövdesinin bir parçası olarak nedamet getirdiğimin işareti olur. Yıldırım Türker özür dilemeyi değerlendiriyor.

Oysa Ermenilerin acısını paylaştığımı; kabası 1915 yılında yaşanan kıyımın inkârı üstüne kurulu resmi Türk dilinin parçası olmadığımı dünya aleme ilan etmek daha uygun olurdu. Falan filan.

Bu konudaki çekincelerimi ‘falan filan’a bağlayarak hafifleten bir sürece tanık oluyoruz.
Kampanyanın elzem; zamanlamasının da, şöyle ya da böyle isabetli olduğunun kanıtı her gün karşımıza cisimleşmiş olarak çıkıyor.

Bu konuda sıkıştırılan Abdullah Gül’ün açıklamaları yüreklere su serper mahiyetteydi.
Akabinde apoletlerini taktığı gibi er meydanına çıkıp alışık olduğumuz dille nefretlerini kusanlardan geçilmez oldu ortalık.

Başbakan, zaten bir süredir net bir şekilde şerefelerinden temizlenmiş, Girsan-MKEK ortak yapımı silahlar şakırdatarak savuruyor tehditlerini.

Ondan beter silah aşığı bir hanımefendi de, kendini önceleyen kimi hemcinsleri gibi varlığıyla, ‘kadın olsun da Canan Arıtman olsun’cu siyaseti kadınlılaştırma projesinin çarpıklığını kafamıza kakıyor.
Bir zamanlar kendisinden başucu silahından çanta silahına markalarıyla kişisel koleksiyonunun dökümünü dinlemiş olduğumuz kahraman kadın Canan Arıtman, Abdullah Gül’ün annesinin Ermeni kökenli olduğu imasıyla yetinmedi, Ermenileri ebedi düşmanımız olarak her melanetin altında aranması gereken unsur ilan etti.

Arıtman, gururlu. Geri adım atmamakla kalmayıp taraftarlarıyla övünüyor.
Açıkca nefret suçu işleyen bir milletvekili, ana muhalefet partisini onurlandırıyordur herhalde.
Nefret suçunun tanımını bir kez daha hatırlamakta yarar var:. Bir kişiyi ırkı, rengi, etnik kökeni, uyruğu, dini, cinsiyeti ya da cinsel yönelimi, yaşı, fiziksel ya da zihinsel engelleri nedeniyle hedef alan saldırılara nefret suçu deniliyor. Nefret suçları, sözlü tacizden tehditkâr davranışlara, ad ve lakap takmaktan posta telefonla rahatsız etmeye, fiziksel saldırıdan mülküne tevcavüze, kundakçılıktan aşağılayıcı duvar yazılarına kadar geniş bir alana yayılıyor.

Hayatımızın her alanında nefret suçlarının karasularında kulaç atıp, nefret suçlarıyla iç içe yaşadığımızı, yadırgamaktan geçtim yadırgayanları nanemolla bulduğumuzu biliyoruz.
Devlet kademelerinde post tutanlardan kamuoyundan sorumlu basınımıza kadar herkesin suçlu olduğunu hatırlatmak yeterli.

Canan Arıtman ve gibileri Meclis’te gururla bu suçu işlerken, bir kesimi milli düşman ilan edip onların yaşama hakkına yönelik tehdit oluştururken nicedir tartıştığımız kampanyanın tam da zamanı olduğu konusunda şüphesi kalan var mı?

Canan Arıtman ve gibileri, Ermeni cemaatinden özür dilemek için en güçlü gerekçemizdir.
Bu insanlar hâlâ rahatça ırkçı, kana tapan alçakca bir dili dolaşıma sokabiliyorsa, bütün toplum bundan sorumludur. Hepimizin bu suçta bir payı vardır.

Ben Arıtman, Hasan Celal Güzel ve gibileriyle tartışmayı yersiz bulduğumu ilan ediyorum.
Nasılsa kendi nefretleri boğacaktır bir gün onları.

Ben bu konuyu bu mesafeden izleyen, gündem olarak da bu yanıyla gereksiz bulan insanları muhatap almanın gereğine inanıyorum. Onlara soracak sorularım var.
[ pagebreak ]
Yalandan kurtulmak

Daha geçen gün AİHM, iki Ermeni Vakfı’nın mülklerini gasp eden T.C. Devletini tazminat ödemeye ya da mülkleri sahiplerine iade etmeye mahkûm etti.

Bu kararın yanı sıra AİHM, polis işkencesinden geçmiş birçok vatandaşa da devletin tazminat ödemesine karar verdi. Bu tazminatlar gün günden çoğalacak. Devletimizin en yüksek harcama kalemlerinden birine dönüşmekte şimdiden.

Sizin devletiniz Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin bağlayıcılığını kabul etti mi?
O mahkemenin verdiği cezaları paşa paşa ödemiyor mu? Ödediği cezalar hepimizin ce binden çıkmıyor mu?

Dolayısıyla haydi yenilen hakların, söndürülen hayatların gözünüzde çapak kadar değeri yok, kendi emeğinizle kazandığınız paranın bir kısmının size ve çocuklarınıza hizmet olarak dönmesini beklerken, işkenceci, hasta ruhlu-kafalı polis memurlarının, jandarmaların insanların hayatına kast eden patolojik uygulamalarını bağışlatmak için ceza olarak gidiyor olması da mı canınızı sıkmıyor? Devlete ‘gaspçı ol, hak hukuk dinleme’ emrini siz mi verdiniz?

Ama diyebilirsiniz ki, zaten AİHM’nin sultasına da karşı çıkmıştık. Onlar bize karışamaz. Biz kendi aramızda birbirimizi paralayarak, güçlünün daima güçsüzü ezdiği bu düzenden memnunuz. Bu memlekette işkence yapılacak, asılacak, sürülecek, kayıp edilip bir kuyuya atılacak, bok yedirilecek, malları keyfi olarak gasp edilecek insanlar var. Biz o insanların varlığını kabul ediyoruz. Onlara uygulanan çeşitli insanlık dışı, hak hukuk dışı davranışları da onaylıyoruz. Çünkü hak ediyorlar.
Böyle dediğiniz zaman, açık ve net bir dille siyaset yapıyorsunuz demektir. Ben de hayatıma kast eden katil adaylarını bilirim.

Daha zorlu bir soruyu Canan Arıtman’ın ırk ve nesep istihbaratçılığı gündeme getiriyor.
Haydi şu ‘empati’ kurma meselesiyle pek içli dışlı olamadık. Pekiyi birazcık paranoyaya ne dersiniz?
Hiç düşündünüz mü? Belki gerçekten de hepimiz Ermeniyiz. Hepimizin secere zincirinin bir halkasında gizlenen; Müslüman gibi, Türk gibi davranmaya zorlanmış biri olabilir. Olma ihtimali sandığınızdan çok yüksektir.

Sop sopla hiç ilgilenmemiş, şimdilerde ‘marjinal’ denecek bir aileden geldiğim için şahsen çok geç öğrendim, sülalemdeki Arnavutları. Dedemin Alevi olduğunu. Şimdi düşündüğümde, anneannemin de Ermeni olabileceğinden şüpheleniyorum. Aynı şüpheyi oğlumun anası da kendi anneannesi için dile getirmişti. Bu, benim oğlumu yüzde kaç Ermeni yapar?

Yoksa farkında olmadan dünyaya durmadan küçük Ermeniler mi getiriyoruz?
Bundan kurtulmanın yolu nedir? Kendimizi yok etmek mi?
Düşmanlığımızdan vazgeçmeyerek, inkârımızdan sıkılmayarak, hakikati sürekli çekiştirip itiştirerek kendimizi yok etmiyor muyuz?

Katlettiğinin üstüne yatarsan, hayatını katliamları inkar etme üstüne inşa edersen, bir gün bir de bakarsın, katlettiğin kendin olmuşsun. İnkâr, kendini çok ağır ödeten bir insan zaafıdır. Bedeli çok ağırdır. Bir yerden mutlaka patlak verir. Suçunu inkâr eden, zamanla o suç olur. O suçtan kaçmak üstüne kurulur hayatının bütün grameri.

Özür kampanyasının nedeni işte tam da budur. İnkâr ve suskunlukla bana kadar aktarılmış bu suç zincirini kırmak içindir. Bir suçtan kaçmayı bırakıp onunla yüzleşmeye hazır olduğumu ilan etmek içindir.

Canan Arıtman gibiler ortalıkta rahat rahat nefret suçu işleyemesinler diyedir.
Yalan çemberinden çıkabilmek içindir.
Sen de, gecikmeden bu kampanyaya bir imza at.

Yoksa bir yandan televizyonlarda İstanbul şehrinin kültür şehri olacağı 2010 yılının pırıl pırıl mozaik resmini gösterecek; Ermeni Kirkor’undan, Çingene Fatma’sına bir gökkuşağı masalı anlatacaksın. Öte yandan gasp ettiğin vakıf malları için tazminat ödeyecek, günışığında katledilmiş Ermeni kardeşimin katillerini koruyacaksın.

Hem besbelli akıl fikir vereni çok köy muhtarlarınca Süryanilerin binlerce yıllık Deyrulumur Manastırı topraklarına göz dikecek, hem dünyaya yüzlerce yıldır kardeşçe yaşamanın formülünü pazarlamaya kalkacaksın. Hem laisizme inanacak, hem de gayrimüslimlerin üstüne potansiyel düşman çarpısı atacaksın.

Sonunda sadece profesyonel düşman, dünyanın tiksindiği küçük yalancı olacaksın.



Etiketler:
İstihdam