22/11/2012 | Yazar: Emre Korlu

Bacaklarımın arasındaki et parçasını gizleyebilmek için, ona uygulamadığım şiddet kalmadı. Sanki o çok mu meraklıydı; ben de asılı kalmaya...

20’lik dişi bile henüz çıkmamış bir fahişeyim. Niye aval aval bakıyorsunuz öyle?
Aç kalsam, bana bir tabak yemeği siz mi ikram edecektiniz?
Güldürmeyin beni!..
Charles Bukowski ile hiç sevişmedim.
Dostumun kim olduğunu öğrenmek için değil de cüzdan aşırdığım için kodese girdiğimde büyük bir yalnızlık yıkımıyla karşılaştım. Evden kovulmuşsun. E, tabi haliyle ana-baba da yok. Cebinde metelik olmadığı için deden yaşında birinin cüzdanını yürütüyorsun; hem de erkekler tuvaletinde…
Bu benim için saçmalık demek…
Her neyse yakalanıverip paldır küldür karakola götürülüyorsun. Lan, para da olsa ya cüzdanda, kuruş yok!.. Polisleri bilirsiniz! Yılışıktırlar. Almam yan cebime koy hesabı!.. Benden istemedikleri şey kalmadı. Aramızda kalsın, şimdi ağza alınacak şeyler değildi talep ettikleri.
E, biliyorsunuz zaten!
Daha fahişe olmadan; şikayeti geri alan dedenin gözünde bile ne idüğü belirsizliğini koruyan bir yaratıktım(!)
Dostum bildiğim bir kızı aradım; telefonuna bakmadı. Bir açsa "alo... " deyip derdimi anlatacaktım.
“Parasızım; kalacak yerim yok!.. Malum soğuk falan filan... “
Lakin, telefonun kulağa belli aralıklarla gelen çevir  sesinden başka, çıkardığı bir ses yoktu.
***
Bazı insanlar, ev köpekleri gibi yamandıkları kapıdan ayrılmazlar. 
Dostoyevski’ye hak vermemek elde değil.
Bu tarz adamlar, aynı zamanda gereksiz bir şekilde sizi denemeye de çalışırlar. Sanki nikâhlarına alacaklarmış gibi…
Meselâ; 2 ay oluyor sanırım, 50 yaşlarında bir müşteri “sen çayı şekersiz içmeyi seviyorsun; masrafsızsın…” demişti.
Öyle yavşaklar ki kesme şekerini birkaç saatin konu malzemesi bile yapabilirler.
Bu bahsettiğim adamların çoğu çocuklarının eğitim masraflarını dahi karşılamaz; ama sıra sekse gelince, donlarını nereye fırlattıklarını unuturlar.
Onlara baktığımda babamı hatırlıyorum; aptallıkları kâfi ölçüde aynı...
***
Seks işçiliğinden kazanılan para da alın teriyle kazanılmıştır. Sonuçta, kimse bedeni yerine; bir şişme kadın koymuyor adamların önüne...
Fahişelik ya da seks işçiliği veyahut orospuluk, bizim yaptığımız işe ne derseniz deyin; zorlanıyoruz. Hani bazıları için en rahat bulunan iş…
Ya ne olacak iç çamaşırını bir miktar indir; ağdanı geciktirme, tırnaklarına gerekli miktarda ojelerini düzenli olarak sür. Losyon, kolonya ile yıkan başla kendini s*ktirmeye…
Hazır bu konuya değinmişken, geçenlerde başıma gelen bir olayı anlatayım size. Her günümüz olay aslında; ama bu dinlenmeye değer...
Bir keresinde sokak anketlerinden birine, zoraki dâhil olmuştum. Bana “ Trans kadınlar niye fahişelik yapıyor; masa başı işler varken… “ diye bir soru yöneltilmişti ve ben de rujumu tazeleyerek cevap vermiştim:
“Tam tekmil iş verildi de, biz mi yapmadık”
Yayınlanmadı tabi...
***
Aslında saçımı uzatmaya zamanım olmadı. Bacaklarımın arasındaki et parçasını gizleyebilmek için, ona uygulamadığım şiddet kalmadı. Sanki o çok mu meraklıydı; ben de asılı kalmaya...
Ailem dine saplantılıydı. Kahkahanın bile ayıp karşılandığı bir ortamda yetiştim ben. Aslında erkek bedeninde doğmuş bir kadın olduğumu öğrendiğimde istedim ki, bunu beden dilimden anlasınlar. Anlayacağınız öyle sır falan da değildim yani. 
Okuyamadım. Bunun transeksüelliğimle bir ilgisi yoktu. Maddi durum diyelim; bir de okuldaki ortama ayak uyduramama korkaklığı...
Şu evden atılma muhabbetlerini geçiştirsek, söyleşi frapan olmaz mı? Bu soruyu sormamdaki kasıt; bizlerle röportaj yapmak isteyen gazetecilerin geçmişimizdeki acı odaklı anıları kendi çıkarları için didikliyor olmaları...
Kusura bakmayın! Kapıya konulmanın, sokağa yalın ayak fırlatılmanın, bir içgöçe zorlanmanın daha acıklı hale getirilerek yayınlanmasının hiçbir değeri yok. Çünkü önemli olan bizlere yaşama hakkının verilmesi, bunun sağlanması... İşte her neyse.
Hiç kimsenin yağmurun bile böyle küçük elleri yoktur.
Çok severdi ellerimi. Ben de onun çirkin ayaklarını severdim. Hani şimdi o aşkın üzerinden çok zaman geçmiş gibi söylüyorum ama sekiz ay önceydi.
Her ilişkinin tipik bitişi gibi bizimki de ayrılıkla sonuçlandı. Hem ayrılmasaydık; yanımda gelir; benimle mücadele eder miydi ki... Rahatına düşkündü.
Önyargıyı sutyenimin içine koyuyorum ben. 
İnsan sevdasını tanımaz mı? Bir gün bir yerde bu söylediklerimi okursa, kendini zalim hissetmesin. Bir yola baş koymak; aynı yastığa baş koymaktan zor çünkü.
***
"Şiddet"
Bu durumla çok karşılaştım.
"Bana şiddet gördüğün halde neden halen bu işi yapıyorsun?" diyorlar. Karın tokluğu, bazen yara sızılarını unutturuyor diyorum. 
Bence seks işçiliği yapmak gurur kırmaz.
Bazı yamyamların transfobik konuşmaları ve tavırları dışında; gururum kitap okuyamadığım zaman kırılıyor. Orospu oluşum liseyi dışarıdan bitirmeye çalışan bir kız çocuğu olduğum gerçeğini ortadan kaldırmıyor.
Huzur, hep bir şeye benzettiğim idi. Belki budur belki şudur diye, her seferinde yanılgıya düştüğüm...
Zira huzursuzum; çünkü o benim için tek başına bir kavram ve hiçbir şeyle özdeşleşmiyor.
Öldürülmekten korkmuyorum. Evsiz kalmak daha acı bence...
Bunu kendi maddi menfaatleri için seks işçiliği yaptığımı öne süren korkakların yasal yollarla(!) evimi mühürlemeleri ile yaşadım. Şu an halen evsizim.

Biz LGBTT’ler bir başbakanın ağzına bakmak zorundaymışız gibi durmuyoruz; ne kadar güçlü olduğumuzu bildikleri halde bizi hakir gören ( siyah giyen) o adamlar... 
Neyse çok sert konuşuyor olabilirim. Gerçekleri söylemek "sözüm meclisten dışarı" diye başlamaz lügatimde...
***
Uçurtma uçurtmanın mevsimi ilkbahardır. Bu elimde gördüğünüz uçurtmayı daha yeni aldım. Mesleğiniz ne olursa olsun yaşınız on yedi ise, hep çocuksunuz.
Barış: "Niye uçmuyor inci?" diye sorar uçurtmayı göstererek...
İnci cevap verir: "Elbet bir gün uçar."


Etiketler:
İstihdam