03/08/2012 | Yazar: Buğra Tokmakoğlu
Dünyanın birbirine en az güven duyan insanlarının bir araya toplandığı ülke Türkiye... Eş-dost birbirine kazık atıyor. Aynı yastığa yıllarca başını koyan karı-kocalar birbirini aldatıyor....
Dünyanın birbirine en az güven duyan insanlarının bir araya toplandığı ülke Türkiye...
Eş-dost birbirine kazık atıyor.
Aynı yastığa yıllarca başını koyan karı-kocalar birbirini aldatıyor.
"Bu kadar da olmaz" dedirten olaylarla gözümüzü açıyoruz, inanılmaz haberleri televizyonlarda izliyor, gazetelerde okuyoruz...
***
Noterlik makamının en çok kullanıldığı, kimsenin kimseye güvenemediği ülkemizde belirli periyotlarla yayınlanan güven endeksleri ülke insanının kurumlara olan güvenini gözler önüne seriyor.
Bir dönem Türk Silahlı Kuvvetleri, bir dönem Cumhurbaşkanı’na olan güvenin tavan yaptığı Türkiye’de her geçen gün azalan yargıya güven kaygı verici boyuta ulaştı.
Yüksek sesle, dilden dile konuşulan ve yargının aldığı hemen hemen her kararın kamu vicdanını tatmin etmediği ortamda ciddi bir güven sorunu yaşandığı aşikar.
Uzun tutukluluk süreleri, iddianame dahi olmadan ardı ardına girişilen operasyonlar bizden ve bizden olmayan ayrımını daha da belirginleştirdi.
Bir zamanlar büyük bir kesimin Türkiye Cumhuriyeti’nin koruyucusu, laikliğin teminatı olarak ifade ettiği belli başlı kurumlar bugün Hükümet’in etkisizleştirme çabalarıyla korku imparatorluğunun köşelerine çoktan sıkıştı. Artık kendi ideolojisi doğrultusunda kurumları güdüleyen bir yönetim biçiminin egemenliği altındayız.
Geçmişte özgürlük ve hoşgörü isteklerine kırmızı çizgileri nedeniyle geçit vermeyenlerin bugün iktidarın altında ezilmesini bir öç alma psikolojisinin yansımaları olarak da nitelendirebiliriz.
***
İki gündür Yargıtay’ın “Cemevi ibadethane değildir” kararını düşünüyorum. Laik bir ülkedeyiz, dini inançlara karışan eden yok... İsteyen istediği şekilde inancını yaşıyor bir de üstüne bu ülkenin yüzde 99’u Müslüman’dır söylemini duyuyoruz sık sık.
Ülkede güvenmek istediğim en nadide yargı kurumu Yargıtay, Cumhuriyet’in olmazsa olmaz temel varlığına ithafta bulunarak tekke ve zaviyeler hakkındaki içtihatlar ışığında cemevlerinin ibadethane sayılamayacağını söylüyor.
Kimse kusura bakmasın ama bu biraz da akşam namazının kaç rekât kılınacağının yargı kararıyla netleştirilmesine benziyor. Çok belirgin bir dini yaşamı olmayan biri olarak alınan karar benim vicdanımı yaralıyor. Kaldı ki her yıl devlet bütçesinden çok ciddi miktarda paralar ayrılan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın olduğu "laik" bir ülkede yargı kanalıyla neyin ibadethane olup olamayacağına karar verilmesi kanıma dokunuyor.
***
Alevilerin kitlesel eylem hazırlığında olduğu ve Türkiye’deki Alevi varlığının 25 milyona yaklaştığı dipnotuyla takip ettiğim haberlerde ülkem kurumlarına olan güvenimi bir kez daha sorguluyorum.
Bir dönem "Kürt" kelimesini dahi ağızlarına alamayanların bugün bin bir takla ile "çözüm" yolu aradığı Kürt sorununun geldiği noktayı belki yıllar, ama uzun yıllar sonra Alevilik inancına olan puslu bakışlarda da yaşayacağız kuşkusuz.
Alevilik inancıyla ilgili bilgi birikimimin sığlığından değil ama şu ülke kurumlarının yaşattığı anlam karmaşasından endişeliyim.
Televizyon ekranından haykıran bir amcanın titreyen sesiyle son vermek gerek belki de; "Onlar kim oluyor da, inancım adına karar verebiliyorlar?"
Etiketler: