20/07/2017 | Yazar: Rosida Koyuncu

Suruç’ta yaralanan, birçok yerde zılgıtlarını duyduğumuz Loren arkadaşımız hâlâ hapiste ve orada canlarımızı katledenler serbest…

2015 yılında İngiltere’deki maden işçileriyle dayanışan oradaki LGBTİ örgütlenmesinin tarihini anlatan “Pride” Filmini izlerken, “Türkiye’deki LGBTİ Hareketi Cumartesi anneleriyle mücadelesini ortaklaştırmadan ve Çumartesi annelerinin yanında oturmadan ve Çumartesi anneleri de LGBTİ cinayetlerine karşı çıkarak ‘onlar bizim çocuğumuzdur’ demeden direnişimizi güçlenemez ve mücadelemiz ortaklaşmaz” demiştim.

Pride filmini İsmail Beşikçi Vakfı’nda beraber izlediğimiz Med Ali Barutçu Suruç’a gidip geri dönemeyen arkadaşlarımızdandır...

Suruç’ta yaşam nöbetine gelen lubunyaları görünce çok farklı duygular hissetmiştim. Oradaki sohbetler ve ilişki beni çok etkilemişti. Suruç Katliamının yıldönümünde, Suruç'ta yaralanan, birçok yerde zılgıtlarını duyduğumuz Loren arkadaşımız hâlâ hapiste ve orada canlarımızı katledenler serbest… Bu durum katilin kim olduğunu çok açık net gösteriyor… 

Ülkede o kadar hızlı yaşanan ve canımızı acıtan olaylar oluyor ki! O acıyı hissetmeden başka bir acı yaşanıyor…  Ülkede insanların psikolojik olarak yaşadıkları travmalar donmuşluktur. Hislerimize yönelsek toplum olarak silkelenecekmişiz gibi geliyor bana. O kadar yaşanmışlık var ki; anlatacak ve yaşanmış o kadar acı var ki, yazmaya başladığımızda ya da anlatmaya başladığımızda, olaydan olaya atlamak zorunda kalıyoruz. Suruç’ta çocuğunu kaybeden bir ananın söylediklerini de  sizlerle paylaşmak istiyorum.

Suruç’ta hayatını Kaybeden Deniz arkadaşımızın annesinin ses kayıtlarını dinliyordum. Şöyle demişti: “Bizim o kadar çok derdimiz var ki nerden başlasam bilmiyorum, Bütün okyanuslar mürekkep olsa, bütün ağaçlar kalem olsa, bütün yapraklar kağıt olsa bizim dertlerimizi anlatmaya yetmez.”, “Ez ji ku da destpêkim ez nizanim. Derdê me wisa zê deye, Hemu dar bibin pênus, hemu pel bibin rupel û hemu behr bibin mürekkep, derdê me binivise xelas nabe.”


Etiketler:
İstihdam