22/02/2018 | Yazar: Bora Şahinkara

Yazmanın heyecan verici bir yanı da şu; düşünsel olarak vardığınız noktadan bahsedişiniz dünyada bir tane olacaktır.

“Yazmanın heyecan verici bir yanı da şu; düşünsel olarak vardığınız noktadan bahsedişiniz dünyada bir tane olacaktır.”

"Bir şeyler yazabilmek için önce yeterince okumak gerektiğini düşündüğümden, senelerce bu muğlak yeterlilik noktasına ulaşmaya uğraştım. Oysa şimdi fark ediyorum ki yazmak aslında okunanları kaydetmeye, yerleştirmeye yarayan düzenli bir egzersiz olmalıymış." Elif Okan Gezmiş

Pek bu işlere başlamayan ama isteyenlere naçizane tavsiye: Siz başlayın, yazdıkça gelişir bence. Tabii ki, bir yandan bolca okumak lazım. Ama şöyle: 500 yazardan birer materyal yerine beğenilen 15 tane yazarın yazdığı pek çok materyali okumak, üslubumuzun gelişmesi için daha iyi oluyor bence. Bir yazarın, bir yazısını okumakla o yazarın üslubunu pek anlayamayız, birkaç yazınsal işini okuduktan sonra onun da anlatım stilini iyice algılamış ve anlatım stilleri paletimize (dimağımıza) bir tane daha renk katmış oluruz. Sonra kendimiz bir şey anlatacakken, paletimizdeki seçeneklerle bol bol etkileşiriz. 

Eğer soracak olurlarsa yeni başlayacaklara tür olarak ise 'deneme'yi tavsiye edebilirim. 2002'de ilk kez, kafama takılan çeşitli meseleler üzerine A4 kâğıtlarına denemeler yazmaya başlarken, ilk yöntem öğrenişim, edebiyat öğretmenimin verdiği kompozisyon ödevleri ile ve o zamanlar takip ettiğim belli başlı köşe yazarlarının yazıları ile olmuştu. Aynı zamanlarda ise okuduğum Montaigne'in "Denemeler" adlı kitabı beni daha çok yazmaya iten ilk önemli ilham kaynaklarımdan biri olmuştu.

Yaklaşık 2005'ten itibaren de internette bir blog sayfasında denemelerimi 'dünya' ile paylaşmaya başlamak; okunmaya, etkileşime açık bir ortam, 'küçük de olsa dükkânın yeri belli olsun, bir tabelamız olsun' ortamı yazmak konusunda beni arkamdan iten bir başka güç olmuştu. 

Bir tezgâhın üzerine bir şeyler koyup, sokakta tezgâh açmak konusunda bile mesela, 1. seferiniz ile 100. seferiniz arasında büyük bir tecrübe farkı oluyor, büyük bir deneyim farkı oluyor. Zabıta hangi zamanlarda gelmez, tezgâhımı nasıl dekore etmeliyim, yan tezgâhlarla iletişimin gelişmesi, benim satacağım materyal için en iyi sokak, en iyi saat nereleri olur... Pratikte bolca öğreniyorsunuz, gelişme gösteriyorsunuz. O yüzden yazmayı denemeye devam etmek önemli bence.

Deneme türünden başlamanın bir başka öneminin ise şu olduğunu düşünüyorum: Üzerinde düşündüğünüz herhangi bir detayı ister kısaca ister uzun uzun ifade ederken, o döneme kadar okuduğunuz, sevdiğiniz edebi yazarlar ve yapıtların da üslubuyla etkileşimlerinizi uygulamaya dökme imkânı bulabilirsiniz, isterseniz bolca edebi bir anlatımla da fikirlerinizi anlatabilirsiniz. Edebi yazında gelişmek için de, deneme türünü, fikirlerinizi ifade edişlerinizi birer prova sahnesi olarak kullanabiliriz. Anlatımınızdaki yeni sound'unuzu, anlatım biçimleri konusunda yaratıcı biçimleri deneyebilirsiniz. Belki de bir denemenizde fikrinizi iletirken bulacağınız çılgınca bir üslup yöntemi hem fikri iletmede çok işe yarayacak hem de çok estetik olacak mesela ve belki o yazıdan sonra karakteristik üslubunuz o minvalde oluşacak ve belki imza bir üslup bulacaksınız. Üslup aramak ve denemek çok eğlenceli bir şey.

Üslup meselesine geri dönmüşken bir şey daha demek isterim: Örneğin bir düz yazı yazarı veya şiir yazarı olarak aradığımız üslubu sadece kendimizinki gibi düz yazı ve şiirlerde bulacak değiliz elbette. Aradığımız üslubun bileşenleri, karşımıza rastlaştığımız ve iyi algılayarak gözlemlediğimiz herhangi bir sanat eserinde ve hatta bambaşka bir disiplinden herhangi bir çalışmada veya hatta vuku bulmuş herhangi bir toplumsal olayda; bireysel bir yaşanmışlık lahzasında bile karşımıza çıkabilir. Yani sadece Miles Davis'in Dorian modda [2] yazdığı bir eserini ortaya çıkaracakken melodik üslubunda aynı moddan meşhur eserleri olan Âşık Veysel'den ilham almış olma ihtimalinden bile daha geniş bir etkileşimden bahsediyorum. Düz yazıda ifade edeceğiniz üslubun öykünme bileşenleri arasında sevdiğiniz bir yönetmenin her/çoğu filmine sindirmeyi tercih ettiği imza üslup veya ona özgü atmosferden; Pep Guardiola'nın antrenörlüğünü yaptığı bir futbol takımının sahadaki futbolunu geliştirme, Guardiola'nın bir takım anlayışları bir grup futbol oynayan insana aktarma başarısı sürecinden; Michael Jackson'ın tüm müzikal ve dans koreografik detaylarındaki kendini ifade ediş tutkusundan veya adını bilmediğiniz ama güzergâhınız gereği her gün önünden geçtiğiniz bir işportacının çevresinde takılan kedileri nasıl okşadığına ve nasıl onlarla konuştuğuna şahit oluşunuzdan da yazma üslubunuz etkilenecektir. Dikkatli bakmak ve disiplinler arası, olgular/olaylar arası benzerlikleri kafamızda kurup, kafamızdaki birikimlerin birbirini etkilemesine izin vermemiz yeterli.

İllustrasyon: Katherine Streeter

Tabii yazmak ve hatta yaşamak sadece 'olanı iyi anlatma'yı sağlayacak edebi üslubu geliştirmekten ibaret de göremeyiz; sürekli düşünüyor da olmalıyız. Sürekli kendimizin 6 ay önceki halini negatif eleştiriyor olmalı; ne zaman eski bir yazımızı paylaşacak olsak bazı detaylarını edit'leme (düzenleme) isteği içimizde oluşmalı bence. Yazılarımız tabii ki aylar, yıllar içerisinde kendi içinde çelişen dünya görüşleri barındırmalı. Kendimizi geliştiriyor oluşumuzun şanındandır bu. 'Deneme' dediğiniz, yazarın okuyanla birlikte düşünmesi değil midir zaten?

Yazmanın bir heyecan verici yanı da şu bence: Düşünsel olarak vardığınız nokta şu veya bu; ama o düşünceyi, olguyu, olayı siz anlatacakken dünyada sizin gibi bir yaşantı kombinasyonunu yaşamış bir tane daha olmayan 'sizin' o mefhumlardan bahsedişi, yazının gidişatı, detayları, benzetmeler; bir şekilde kendinizi ifade edişiniz dünyada bir tane olacaktır ve o gün o yazıyı siz yazmazsanız, aynı konuya belki çok büyük ihtimalle başkaları da değinecek olsa bile, sizinki gibi anlatılmış bir yazı dünyada hiç olmayacak.

Ne yazsanız eksik, ne yazsanız hatalı olacak ama siz de bir şeyler demezseniz, sadece sizin, yani Mahmut'un (diyelim ki adınız Mahmut veya İskender veya başka bir şey), yani İskender'in, yani Çağla'nın diyebileceklerini kimse diyemeyecek veya sessiz durunca da genellikle bu tutumumuzla o anda iktidarda olanı güçlendiriyoruz, ne bileyim. 

Girişte paylaştığım, Elif Okan Gezmiş'in tweet'ini okumak, beni de bu konuda bir şeyler demeye itti, izninizle vaktinizi aldım; çünkü bireylerin kendilerini bulmasını ve ifade etmesini çok önemsiyorum. 

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler:
İstihdam