25/03/2013 | Yazar: Rahmi Öğdül

Günümüzde sanatın nerede başlayıp nerede bittiğini kestiremiyoruz. Metalarla sanat nesnesi arasındaki ayrımın kalktığı tasarım çağındayız artık.

Hareket halindeki bireye gündelik yolculuğunda eşlik eden ve bireyle birlikte sürekli biçim değiştiren nesnelere konstrüktivistler ‘yoldaş nesne’ adını veriyorlardı. 1920’lerde katlanıp küçük kutulara yerleştirilen mutfak aletlerinden, hareket rahatlılığı sağlayan üniseks giysilerden tutun da önce tiyatro dekoru olarak tasarlanan, sonra gündelik yaşama aktarılan dönüşebilir mobilyalara dek bireye gündelik yolculuğunda eşlik edecek yoldaş nesneler tasarladılar. Adı üstünde, yoldaş nesne; kapitalizmin, anlık hazları gidermek üzere tasarlanmış baştan çıkarıcı metalarından sosyalist yoldaş nesneleri ayıran şey, devinen bir bedenin protezine dönüşmeleri. Hubertus Gassner dediği gibi “konstrüktivist evrende nesneler sadece insan faaliyetlerinin organları olarak vardırlar… Ütopyacı potansiyelleri buradan gelir.” Yerleşik varoluşlarıyla insanı yere ve eve çivileyen ‘ölü’ nesnelere savaş açmıştı konstrüktivistler; Tatlin, kullanılmayan, ölü eşyaların depolandığı yer olduğu için küçük burjuva eşyası sayılan şifonyer ve büfeye savaş açmıştı. Mayakovski de “kahrolsun ev ıvır zıvırları” diyerek bu kampanyaya katılmıştı. Ivır zıvırlar insanı yere bağladığı, mevcut ilişkilere eklemlediği için içlerinde hiçbir ütopya barındırmıyorlar; devingen bireye eşlik eden, yerleşik hayatın sabit kimliğinden kurtulmuş eşyalar, yani yoldaş nesneler, bedenin protezleri olarak ütopyaya bireyle birlikte katılma potansiyeli taşıyabilirlerdi içlerinde.

Heykeltıraş İbrahim Koç sanat ütopyasında kendisine eşlik eden yoldaş nesnesini sergiliyor Tophane’deki Daire Galeri’de. Yedi yıl önce çöplükten devşirdiği sandalyeyi hayatının yoldaşı yapmış Koç. Bu sandalyeye bir hazır-nesne demek mümkün mü? Sanmıyorum. Joseph Kosuth’un ‘Bir ve Üç Sandalye’sinden ya da Marcel Duchamp’ın hazır-nesnesinden daha çok Van Gogh’un fırça darbeleriyle bir kuvvet olarak görünür kıldığı sandalyesini andırıyor, sanatçının bedeniyle biçimlendirdiği bir nesneyi. Bu her hangi bir nesne değil artık, sanatçının yoldaş nesnesi. Arkasındaki duvara yansıtılan videoda, metal heykellerini biçimlendirirken, yorgunluk giderirken hep onu görüyoruz sanatçının yanında, bedeninin bir parçası olarak ütopyasına eşlik ediyor. Kaynak makinesinden düşen kıvılcımlar süngerinde derin izler bırakmış. Nesneler her ne kadar kitlesel olarak üretilseler de bedenimize bir protez olarak eklendiklerinde, yoldaş nesnelere, ütopyaya yolculuğumuzda bizlere eşlik eden nesnelere dönüşebiliyorlar. Sanat nesnesiyle hayat nesnesi arasında o bulanık alanda duruyor bu mütevazı sandalye, tıpkı konstrüktivistlerin yoldaş nesnesi gibi. Oysa günümüzdeki metalar, Pop Sanatın yüceltmelerine sırtlarını dayayarak pişkin tavırlarla sanat nesnesi olma iddiasındalar. 

Günümüzde sanatın nerede başlayıp nerede bittiğini kestiremiyoruz. Öğrencilerimden biri bir tekstil mağazasının zemininde öbekler halinde sergilenen renkli ipliklerin fotoğrafını çekmiş cep telefonuyla. “Bu sergiyi nasıl buldunuz?” diye sorduğunda, “evet bu sözcüğün tam anlamıyla bir sergi dedim, tıpkı karpuzların sergilendiği yere karpuz sergisi denmesi gibi.”  Metalarla sanat nesnesi arasındaki ayrımın kalktığı tasarım çağındayız artık. Hollandalı sanatçı Stanley Brouwn tüm ayakkabı mağazalarının vitrinlerini kendi sergisi ilan etmişti 1960’da. Warholl “aslında büyük alışveriş mağazaları da bir anlamda müze gibi değiller mi?” diye sorduğunda Pop’un her yerde olduğunu ima ederek metaları sanat mertebesine yükseltiyordu.

Pop Sanatın yüceltmelerine ihtiyaçları kalmadı artık; şimdi ticari nesneler tasarımlarıyla adeta birer sanat nesnesi; cakalarından yanlarına yaklaşılmıyor. Andy Warholl, bir deterjan markası olan Brillo kutularının birebir aynılarını yapıp Pop’u gözümüze sokmuştu. Artık Warholl’un müdahalesine de gerek yok, hepsinin kafasında Warholl’un peruğu var zaten. Sanatçı Genco Gülan Daire Galeri’deki, sanatçı-sanat nesnesi-meta ilişkisini sorguladığı işinde ucuzlukçu marketlerde satılan ‘Art’ marka deterjanı, bir hazır-nesne olarak yerleştirmiş; hemen altında Polaroid makineyle çekilmiş Warholl peruklu Genco Gülan’ı görüyoruz. Kendilerini Yeni-Dadacılar olarak tanıtan Pop sanatçılara Duchamp’ın verdiği yanıtı hatırlatıyor sanki: “Yeni-Dadacılar benim hazır-nesnelerimde güzellik buluyorlar! Pisuarı ve şişeliği meydan okumak için suratlarına fırlatmıştım, oysa onlar estetik açıdan övüyorlar bunları.” Kısacası,  “yüzlerine tükürmüştüm, yağmur yağıyor sandılar”, demek istiyor.

Yağmur gibi yağıyor üstümüze Pop estetiğinin ölü nesneleri. Marx’ın “ölü, canlıyı ele geçirir” formülüyle açıkladığı, eşyaların varoluşlar, metaların yaşam ve makinelerin işçiler üzerindeki tahakkümünü kırmak ve ütopyamızı gerçekleştirmek için konstrüktivist evrenin yoldaş nesnelerini yaratmaktan başka çaremiz yok. 

Etiketler:
nefret