14/10/2015 | Yazar: Mehmet Akın

Bu eril savaşın altından peki biz nasıl çıkarız? Hafızamız her şeye rağmen yeni bir yaşamı kurmaya izin verir mi?

‘Gerçeklik’ denen yanılsamanın ne olduğu kadar, bireylerin o gerçekliği nasıl hafızasında tuttuğu da önemlidir. Bir savaşın nasıl yaşandığı kadar, onun sonrasında nasıl hatırlandığı da önemlidir. Çünkü gelecek, bedenlerde saklanan bu savaş izleriyle kurulur. Bu izler sadece ölülerin, yaralıların ve sakat kalanların değil; aynı zamanda savaşı izleyen ve ona maruz kalan bedenlerin de üstünde kalır.

Bedenlerimiz uzun süredir aşırı bir saldırı altında Türkiye’nin bu içinden çıkılmaz savaşında. Bedenlerimiz aşırı bir işkence altında ülkedeki kara delik gibi içinden çıkamadığı kötülükler silsilesinde. Bedenlerimiz tüm bu savaşın erkek çığlıkları altında.

Berkin Elvan’ın bir polis tarafından katlinin ardından R. Tayyip Erdoğan bir mitinginde Elvan’ın annesini yuhalatmıştı. Bunu aslında hem istemiş hem de buna izin vermişti. Dün gece Türkiye-İzlanda futbol maçında ise Ankara katliamında yitirilenler için yapılan saygı duruşu sırasında tribünden yuhlamalar, ıslıklar ve ‘Allahu Ekber’ sesleri geldi.

Bu yığınlar ve verdikleri tepkiler toprak altındakilere olduğu kadar, geride kalan bedenlere de savaş açıyor. Hem Berkin Elvan’ın annesine, hem Ankara katliamında yitenlerin ailelerine, yakınlarına, sevenlerine savaş açıyor. Nefretler katliamla tükenmiyor çünkü. Ermeni Soykırımı nasıl ki 1915’te bitmediyse, yüz yıl içinde kendini tekrar tekrar ürettiyse bu katliamlar da kıyılan bedenlerin ardından devam ediyor. Geride kalanların bedenlerine her gün bıçak saplanıyor, ileride hatırlanacak izler bırakıyor.

Bedenlerimize yapılan eril saldırının böyle savaş dönemlerinde nasıl daha ayyuka çıktığı ve şiddetini artırdığının bir örneği sadece bu yuhalamalar. Ülkede Suruç katliamından sonra birçok kültür-sanat etkinliği iptal edilirken, futbol maçlarının devam ediyor oluşu, savaş ortamında eğlencelerin de sadece erkeklerle ve erkekler için yapılabildiğini bize gösteriyor.

Bu eril savaşın altından peki biz nasıl çıkarız? Hafızamız her şeye rağmen yeni bir yaşamı kurmaya izin verir mi? Tüm bu hatırlananlarla tahayyül sınırlarımız içine ‘barış’ girer mi? Eğer bir gün o ‘Barış Süreci’ geri gelirse erkeklerin yuhalamaları, çığlıkları ya da tekbirleri değil de kadınların, LGBTİ’lerin ve eril olmayan tüm bedenlerin seslerini duyabilir miyiz acaba?


Etiketler:
İstihdam