10/07/2014 | Yazar: Ahmet Yapar

Zeki Müren ve Bülent Ersoy ne kadar gerçekse Okyanus da o kadar gerçektir.

“...kimsesizlerin kimsesiziyim, kimsesizim 
yalnızların yalnızıyım, yalnızım 
dertlilerin dertlisiyim, dertliyim 
aşıkların aşkıyım, aşıkım 
ismim mesut göbek adım bahtiyar 
yıllarca hep böyle bildiniz siz 
mesut bahtiyardan şarkılar dinlediniz"
 
Dost elleri, sıcak çorba ve pamuk yorganın içinde gerine gerine yatıp, gökyüzüne sevdalandığım kış akşamlarında kulaklarımda hep aynı melodi vardı. En çok annem severdi Zeki Müren’i. Bir de cehennem sıcağı Çukurova’sında teri Hatay sabunu, elleri tütün kolonyası kokan babaannem. Açıkçası homofobik bir ülkenin gizliden gizliye sevdiği, saydığı, her şarkısını dinlediği bir kimlik ikonuydu. Ve ne hikmetse dedem ona “paşam” diyordu! Birkaç zaman sonrasında büyük dayımın evinde gördüğüm bir adam dikkatimi çekmişti! Dayımın evine her girdiğimde önce yengem sonra Bülent Ersoy karşılardı beni. Kapının karşısında duran duvarın en tepesinde duruyordu fotoğrafı. Saçları kısa, elmacık kemiğinde belirgin bir ben, gözlere henüz sürme çekilmiş bir adam! Kafam çok karışıktı, televizyona her baktığımda karşımda koca elbiselerin içinde tüm heybetiyle daha önce hiç görmediğim bir kadın duruyordu oysa. Ama fotoğrafta görünümünden daha nazik, elleri manikürlü bir adam! Zamanla yaşadığı ülkeye yaşayışlarıyla büyük gelen iki insanı öyle sevdik ki, hayatımızın merkezine yerleştirdik. Artık kimse giydikleri o koca tüylü, allı pullu elbiseleri konuşmuyor, yaptıkları makyajdan bahsetmiyordu. Sadece benim değil, tüm toplumun kafa karışıklığı gitmiş, söylem değişmişti artık... Biz onları öyle kabul ettik!
 
Toplumun riya çemberinde kaybolanları, unutulup gidenleri, gecenin en vahşi, en zifiri saatlerinde yok olanları kabul edemeyişimizi nasıl hatırlıyorsam, bu iki sanatkârın, bu ülkenin sömürge kanalizasyonunda kaybolmuş dilini güzel konuşan iki musiki güneşinin, beynimize kazınan hayatını öyle hatırlıyorum işte. Çocukluğumdan bu yana değişmeyen ve kendilerinden, yaşamlarından taviz vermeyen, en önemlisi bu toplumun faşizmine geçit vermeyen iki cesur birey bu ülkenin akıllara kazınan riya aynasıdır! Neden mi? Zeki Müren ve Bülent Ersoy ne kadar gerçekse Okyanus da o kadar gerçektir. Ve maalesef Okyanus bu ülkenin giyimi, yaşamı ve konuşmasıyla kabul görmüş, herkesin yakından tanıdığı belki Zeki Müren’i ya da Bülent Ersoy’udur. 
 
Evladı Okyanus’a “as kendini de hepimiz kurtulalım artık” diyen baba eminim defalarca Zeki Müren, Bülent Ersoy dinlemiş ve hiçbir şey sorgulamadan, ne oldukları, nasıl yaşadıkları umurunda olmadan bazı şarkılarında efkârlanmıştır. Okyanus öldüğünde de efkârlanmıştır! Efkâr aynı, keder aynı... Toplumun değer yargılarının tüm iğrençliklerine rağmen Süleyman Demirel’e “Baba”, Tansu Çiller’e “Bacı”, Fethullah Gülen’e “Hocaefendi”, Bülent Ecevit’e “Karaoğlan” denmesi zorumuza gitmiyor da Efe Özyavuz’a “Okyanus” denmesi zorumuza, kanımıza dokunuyor öyle mi! Okyanus öldükten sonra arkasından mektup yazan sevgilisi İpek şöyle demiş:
 
“İpek ben. Mukaddes’in 8 aylık sevgilisiydim. İlk kız arkadaşıydım. Trans bireyi olduğunu görebiliyorsunuz. İlk tanıştığımız zamanlar bana ‘erkek olmak istiyorum’ dediğinde şaşırmamıştım çünkü zaten bir farkı yoktu, gayet normal karşıladım. O gün ona bir isim ararken ’Okyanus’ isminin ona çok yakışacağını söylemiştim. O günden sonra ona hep Okyanus dedim.”
  
Bütün translar cesurdur, devletin – toplumun tüm riyasına, baskısına ve ötekileştirmesine rağmen cesurca nasıl yaşamak istiyorlarsa öyle davranıyorlar. Herkesin bilincindeki o önyargı, o kahrolası her şeyi bilmiş gibi davranma telaşı, herkes adına karar verme çabası yüreklerdeki fuhuş yangınını harlamaktan başka hiçbir şeye yaramıyor.
 
* * *
 
“Siz inanmayın bir gün değişir elbet
Güneşe ve penise tapan rüzgarın yönü
Bir gün elbette Zeki Müren’i seveceksiniz
(Zeki Müren’i seviniz)”
           
Genç yaşta bir duvar dibinde ölüsü bulunan şair... Faşistlerin döverek öldürmelerini övünerek anlattıkları Arkadaş Zekai Özger’in muhteşem şiirinin son kıtası her şeyi özetliyor. Güneşe ve penise tapan rüzgârın yönü hiç değişmedi fakat toplumca tüm Paşa’ları çok sevdik. Çünkü Paşa’lar utançlarımızı örttüğümüz değer yargılarının kısa özetiydi. Paşa... Paşam... demek her şeyi meşrulaştırabilirdi! Bu ağzı dolduran cümlenin ardına ve gerçekliğine sığınıp yaşayabilir, yaşatabilirdik. Kısaca bizden, bizim taraftan sayabilirdik... Nefret ve kin söylemini bir kenara bırakın o halde, Mesut Bahtiyar sizler için söylüyor;
 
“...kimsesizlerin kimsesiziyim, kimsesizim 
yalnızların yalnızıyım, yalnızım 
dertlilerin dertlisiyim, dertliyim 
aşıkların aşkıyım, aşıkım 
ismim mesut göbek adım bahtiyar 
yıllarca hep böyle bildiniz siz 
mesut bahtiyardan şarkılar dinlediniz”
 
Arkadaş Zekai Özger’in dediği gibi, Zeki Müren’(ler)i seviniz.

Etiketler:
İstihdam