17/11/2008 | Yazar: KAOS GL

Can Özelgün

Can Özelgün
Yeni yayımlanan bir kitap ve yeni bir terapi merkezi eşcinselliğin bir rahatsızlık olup olmadığı tartışmasını yeniden açtı. Cinsel Eğitim Tedavi ve Araştırma Derneği Başkanı (CETAD) Psikiyatr Dr. Nesrin Yetkin, Seksolog-Psikolog Ayşe Kayhan ve Psikiyatr Dr. Gönül Erdal'ın ortak görüşü, eşcinselliğin ne zihinsel bir hastalık ne de duygusal bir sorun olduğu yönünde.

Gürcan, 26 yaşında bir öğretmen ve eşcinsel. Tasavvuf müziğini sevse ve sema yapsa da cinsel yönelimi canını sıkıyor. O, lise döneminde kendinde eşcinsel eğilimler fark etmiş ve rahatsız olduğu bu durumdan kurtulmak için çareyi, bir buçuk yıl önce İstanbul Üsküdar'da açılan ve hem dernek hem muayenehane olarak hizmet veren Benötesi Psikoloji Derneği'ne başvurmakta bulmuş.

Benötesi ekolünün yaşayan en önemli temsilcisi, Musevi olarak doğup yaklaşık 20 yıl önce Müslümanlığı seçen psikoloji profesörü Robert Frager. Bu ekolü benimseyen psikiyatr Mustafa Merter'in yönetimindeki dernekte, eşcinselliklerinden "rahatsız" (derneğin ifadesi) olanlara ve diğer danışanlara hizmet veriliyor. Gürcan, bir buçuk yıllık tedavi sonucu "eşcinselliğini yenme yolunda önemli bir adım" atmış. Derneğe başvuruda bulunan ve yaşları 16 ile 26 arasında değişen diğer altı kişininse dinsel inanç, gelir ve toplumsal konumları farklı olsa da şikayetleri Gürcan'ınkiyle aynı: Eşcinsel yönelimlerini bir anomali (aykırılık) olarak görmeleri. Merkezde çalışan uzman doktor Yusuf Karabulut, "Türkiye'de eşcinselliğini bir hastalık olarak görenlere hizmet verdiklerinin ve bunu bir hastalık olarak görenlere tedavi imkânı sağladıklarının" altını çiziyor.

Eşcinselliği tedavi edilebilir bir rahatsızlık olarak gören düşüncenin Türkiye'deki yeni yansımasıysa psikolog Dr. Joseph Nicolosi tarafından kaleme alınan "Erkek Homoseksüeller İçin Onarım Terapisi - Yeni Bir Klinik Yaklaşım" adlı kitabın yayımlanması oldu (Kaknüs Yayınları, Çev: Ebru Morgül). "Onarım terapisi" de, tasavvuftan esinlenen benötesi terapi gibi eşcinselleri dönüştürmeye çalışıyor. Karabulut, kendi terapi yöntemlerinde maneviyata ve pozitif düşünceye önem verdiklerini söylüyor. Newsweek Türkiye'ye konuşan Nicolosi ise "Bizim yöntemimiz tamamen psikolojiye ve bilime dayanıyor" diyor.

Uzun yıllar ABD'de "Eşcinsellik Üzerine Ulusal Araştırma ve Tedavi Birliği"nin başkanlığını yürüten Nicolosi'nin kitabı, eşcinselliğin genellikle aile ilişkilerinde, özellikle de baba-oğul ilişkisinde yaşanan sorunlardan kaynaklanan gelişimsel bir problem olduğunu ileri sürüyor. Kitaba göre cinsiyet özdeşimini başarıyla tamamlayamayan çocuk, sadece babasına yabancılaşmakla kalmayıp hemcinsi akranlarından da uzaklaşıyor. Bazı eşcinsel arzuların tamamen kaybolmayacağını ve belirli zamanlarda yeniden ortaya çıkabileceğini savunan Nicolosi'ye için çözüm/tedavi, "kişinin dönüşümü önce kendi zihninde gerçekleştirmesi" ile mümkün. Nicolosi, şimdi evli olan eski bir gey erkeğin ağzından bu dönüşümü şöyle özetliyor: "Uzun yıllar gey olduğumu sandım. Sonunda anladım ki gerçekte ben gey değil, homoseksüellik problemi olan heteroseksüel bir erkektim."

Türkiye'de 90'lı yıllara kadar tabu olarak görülen eşcinsellik, yapılan araştırmalar ve yayımlanan haber/makalelerle daha konuşulabilir bir konu haline geldi. Bu çalışmalar, Türkiye'de eşcinselliğin boyutunu ortaya koyuyor. Cinsel yönelimle ilgili son araştırmalardan biri 2005'te Aydın Adnan Menderes Üniversitesi tarafından gerçekleştirildi. Üniversite gençliğinin eşcinselliğe bakışını belirlemek amacıyla yapılan araştırmaya İstanbul, Ankara, İzmir ve Aydın'da öğrenim gören 689'u kız, 579'u erkek toplam 1268 öğrenci katıldı. Anketlere cevap verenlerin yüzde 10'u eşcinsel eğilimi olduğunu, yüzde 6,8'i kendi cinsiyetinden birine cinsel istek duyduğunu, yüzde 5'i hemcinsinden biriyle cinsel ilişki kurduğunu ve yüzde 2'si de homoseksüel ya da biseksüel olduğunu söyledi.

Bu verilerin ışığında baktığımızda, dünyada on yıllardır süren eşcinselliğin kökeni tartışması daha dikkat çekici hale geliyor. Tartışma, eşcinselliğin bir rahatsızlık olduğunu savunanlarla -ki bu, dönüştürülebileceği anlamına da geliyor- genetik bir cinsel yönelim olduğunu savunanlar arasında yaşanıyor. Aslında 20. yüzyıl ortasından itibaren eşcinsellik, psikiyatrik tanı sistemlerinde kişilik bozukluğu ve cinsel yönelim karmaşası olarak kabul görüyordu. Fakat önce 1973 yılında Amerikan Psikiyatri Derneği (APA), daha sonra da 1990'da Dünya Sağlık Örgütü'nün (WHO) kararıyla psikiyatrik tanı sınıflamalarından tamamen çıkarıldı. İstanbul merkezli eşcinsel sivil toplum girişimi Lambdaistanbul aktivisti Mehmet Tarhan'a göreyse bu gelişmede, bireylerin psikolojik veya psikiyatrik sorunların kaynağını çocukluklarında yaşadığı travmalara bağlayan yaklaşımın güç kaybetmesi de etkili oldu.

Günümüzde psikolog ve psikiyatrların çoğunluğu da APA ve WHO'nun kararlarıyla aynı istikamette düşünüyor. Cinsel Eğitim Tedavi ve Araştırma Derneği Başkanı (CETAD) Psikiyatr Dr. Nesrin Yetkin, Seksolog-Psikolog Ayşe Kayhan ve Psikiyatr Dr. Gönül Erdal'ın ortak görüşü, eşcinselliğin ne zihinsel bir hastalık ne de duygusal bir sorun olduğu yönünde. Eşcinselliğin nedeninin genetik olduğunu savunanlardan Kayhan, bazı insanların genetik yapısında olduğu için eşcinselliği doğum anından itibaren taşıdıklarını söylüyor. Kayhan'a göre bir eşcinsel erkek tıpkı bir heteroseksüel erkek gibi kendi erkek bedeninden ve cinsel organından memnundur, aradaki tek ayrım cinsel eş seçimindedir. Erdal ise eşcinsel kimliğin dört, beş yaşlarında şekillendiğini savunuyor. Bu şekillenmede çevresel etkilerin payı olsa da genler çok daha büyük rol oynuyor: "Eşcinsel kimliği kabın şekline benzetebiliriz. Çevresel etkiler bu kabın içindeki sıvının yalnızca yoğunluğunu değiştirebilir, özünü değil."

Benötesi Psikoloji Derneği'ni yöneten psikiyatr Mustafa Merter doğal olarak karşıt görüşte. "Şu anki bilimsel veriler eşcinselliğin genetik temellere dayanmadığını gösteriyor" diyen Merter, çocukluk döneminde ailenin önemine işaret ediyor: "Eşcinselliğin doğuşunda annenin narsist olması ve baba figürünün eksikliği çok önemli rol oynuyor. Çünkü özdeşleşecek anne ve baba olmadığında çocuklar aradıkları özellikleri popüler kültürün eşcinsel ikonlarında bulmaya çalışıyor."

Lambdaistanbul, 2005 yılında cinsel yönelimini eşcinsel/biseksüel olarak tanımlayan 393 kişiyle bir anket gerçekleştirdi. Ankete katılanların yarısı geçmişte cinsel yönelimiyle ilgili olumsuz duygulara kapıldığını, yüzde 5'i hâlâ böyle duygular taşıdığını söyledi. Bu alan araştırmasında, katılımcıların yüzde 55'inin psikolog veya psikiyatra başvurduğu ortaya çıktı. Bunların yüzde 33'ü başkaları istediği için, yüzde 17'si eşcinsellik/biseksüelliğinden kurtulmak için, yüzde 47'si ise cinsel yönelimi hakkında kafası karışık olduğu için bir profesyonele başvurmuştu.

Bu rakamlar, uzmanlar tarafından eşcinselliğin bir rahatsızlık olarak kabul edilip edilmemesinin önemini ortaya koyuyor. Bu konuda da farklı görüşler var. Eşcinselliğin, heteroseksüellik ve biseksüellik gibi bir cinsel yönelim olduğunu savunan Yetkin'e göre nasıl bir birey kadın veya erkek doğmaya karar veremezse, cinsel yönelimine de karar veremez. Kayhan da eşcinsel yönelimle duygusal veya toplumsal sorunlar arasında bir bağ olmadığını savunuyor. Merter ve Karabulut konuya farklı bir açıdan yaklaşıyor. Onlara göre bir eşcinsel sosyal izolasyon, kendi kendini ifade edememe, ailevi bağların güçsüzlüğü ve yaratıldığı varoluş tarzını yaşayamamaktan muzdaripse "eşcinsellik düzeltilmesi gereken bir hastalık olarak görülmeli."

Merter ve Karabulut, Benötesi Psikoloji Derneği'ne başvuran eşcinselleri dönüştürürken rüya analizi ve derinlemesine aile analizinden oluşan, grup terapisiyle desteklenen bir terapi uyguluyor. Bunun, varoluş sorunu yaşayan eşcinsellerin özlerine dönmesinde etkili olacağını ileri sürüyorlar. Nitekim terapi uyguladıkları yedi kişiden üçünde dönüşümün ilk aşaması olan öfke azalması yaşanmış, bu üç kişi eşcinsel rollerinin farkına varmış. İki kişi eşcinsel hislerini devam ettirmekle birlikte eşcinsel yönelimlerini reddetmiş. Diğer iki kişi ise dönüşüp dönüşmemek konusunda kararsız bir tutum takınmış. Nicolosi ise şimdiye kadar 2000'in üzerinde eşcinsele terapi uyguladığını söylüyor: "Bunların üçte birinde hiçbir değişim olmadı. Üçte birinde önemli gelişmeler kaydettik. Kalan üçte bir ise dönüştürüldü, fakat bu mutlak bir dönüşüm değil."

Kayhan, cinsel yönelimin değiştirilmesine ve yeniden şekillendirilmesine yönelik tedaviyi asılsız buluyor. Yetkin, APD'nin terapi uygulayıcılarının iddialarını kanıtlayan hiçbir bilimsel araştırma sunmadığını, bireylerin cinsel yönelimini değiştirmeye çalışmaktan kaçınılmasını tavsiye ettiğini söylüyor. Tarhan da cinsel yönelimi değiştirme sürecinin intiharla sonuçlanabileceğine dikkat çekiyor.

Lambdaistanbul'un araştırmasından çıkan sonuç da, "onarım" ya da "terapi" sürecinin hassasiyetini ortaya koyuyor. Araştırmaya katılanların yüzde 29'u başvurduğu uzman tarafından heteroseksüel olmaya, yüzde 22'si ilaç tedavisine zorlandığını söyledi.


Etiketler: insan hakları, sağlık
nefret