01/12/2021 | Yazar: Kaos GL
“HIV’le yaşıyoruz, yaşamlarımız üzerindeki irademizi kimseye teslim etmiyoruz, HIV’i ne bir öcü ne de günahların bedeli olarak görmüyoruz.”
17 Mayıs ve Kaos GL derneklerinin ortak HIV Çalışmaları Grubu Pozitif Alan kuruldu. HIV’le yaşayan LGBTİ+’ların seslerini ve hikayelerini duyurmak için çalışacak Pozitif Alan; adını Alper Turan’ın küratörlüğünü üstlendiği aynı isimli sergiden alıyor.
“HIV’le yaşıyoruz, yaşamlarımız üzerindeki irademizi kimseye teslim etmiyoruz, HIV’i ne bir öcü ne de günahların bedeli olarak görmüyoruz. HIV’le korkutulmaya karşı korku iklimini dağıtmak için güneşli günler düşlüyoruz” diyen Pozitif Alan kuruluş metnini 1 Aralık Dünya AIDS Günü’nde kamuoyuyla paylaştı.
Metnin tamamı şöyle:
Fotoğrafta ve tasarımda pozitif alan; öznenin yer aldığı, kompozisyonun öne çıkan bölümünü işaret ediyor. Negatif alan ise bunun dışında kalan boşluk.
HIV’le ilgili politikalara, metinlere, sanat eserlerine, akademik yazına baktığımızda negatif alandan ibaret bir resimle karşılaşıyoruz. Öznenin yer aldığı pozitif alanın olmadığı, boşluklarla deyim yerindeyse sadece arkaplanla kaplı resimler görmeyi, HIV’i bu kadrajlara sıkıştırmayı reddediyoruz. Pozitif alansız kadrajlar, HIV’le yaşayanların olmadığı manzaralardan ibaret. Bu fotoğrafı değiştirmek için, Pozitif Alan diyerek yola çıkıyoruz.
HIV’le yaşıyoruz, yaşamlarımız üzerindeki irademizi kimseye teslim etmiyoruz, HIV’i ne bir öcü ne de günahların bedeli olarak görmüyoruz. HIV’le korkutulmaya karşı korku iklimini dağıtmak için güneşli günler düşlüyoruz. Bu düşlerimizi hayata geçirmek için yola çıkıyoruz.
Yeni sözler üretirken belleğimizden güç alacağımız için heyecanlıyız.
***
“AIDS krizi” denilen ve on yılları aşan dönem boyunca HIV ve HIV’le ilgili aklımıza gelebilecek her konu lanetli metaforların dünyasına hapsedildi. HIV denildiğinde aklımıza büyük bir panik gelmesi için tıp, devletler, medya ve toplum elinden geleni ardına koymadı. Ve sağlığa ilişkin neredeyse her metafor gibi HIV’e ilişkin metaforlar da meseleyi tıbbileştirdiği oranda toplumsallaştırdı, toplumsallaştırdığı oranda ise tıbbileştirdi. HIV’e dair bugün kurulan neredeyse her cümle bu sarkacın yanlış ucunda durmayı bir şekilde beceriyorken, Pozitif Alan olarak yola çıkışımız kendi cümlelerimizi kurma mücadelesi.
B=B, yani Belirlenemeyen=Bulaştıramayan gibi bir tıbbi gerçeklik tam da ayrımcılıkla mücadele ederken işimize yarayacakken yeteri kadar inandırıcı bulunmuyor; ancak söz konusu ayrımcılığı bilfiil yaratmak ve güçlendirmek olduğunda ise yirmi yıl öncesinin tıbbi verileri güncelmiş gibi yaygınlaştırılabiliyor. Söz konusu “hasta hakları” ve bunun en önemli parçalarından biri olan mahremiyet hakkı olduğunda ise ziyadesiyle toplumsal ve siyasal olan bu konu haklar perspektifinden soyutlanarak tıbbi olduğu öne sürülen bir panik iklimi devreye sokuluyor. Buna ise, kişilerin temel haklarını ihlal etmek için bir halk sağlığı retoriği eşlik ediyor.
***
Günün sonunda hem tıbbi hem de toplumsal bir meseleye dönüşen HIV, her iki düzlem ve bağlamda da HIV’le yaşayanların aleyhine işleyecek bir düzeneğe hapsediliyor. HIV’le yaşadığını paylaşmak istemeyen insanların bilgileri mahremiyet hakkı pahasına paylaşılıyor; HIV’le yaşadığını söylemek, HIV’le yaşamaya dair damgalama perdesini aralamak isteyenlere ise sessizlik reva görülüyor.
Senkronik ve kronik olarak işleyen dışlama ve içerme mekanizmaları, HIV ve LGBTİ+ paniğini araç ve amaç olarak kullanmakta beis görmüyor. HIV paniği araçtır, çünkü HIV pozitif tanısı alan, hayatı lime lime edilen, öcü gibi gösterilen ve öldüğünde kireç kuyusuna gömülen Murtaza Elgin’in 80’lerin medyasında “M. Paniği” olarak yazılması bütün bir kimliği tanımlamaya dönük kelime öbeklerine dönüşür ve bu yolla panik, varoluşları hedef gösterme ve damgalamak için bir araca dönüşür. Bu tanımlama HIV paniğini yaratır, araçsallaştırır ve işkenceyi meşrulaştırmak üzere panikten beslenir. Bu panik aynı zamanda amaçtır; ulaşılması gereken bir merhaleyi işaret eder. HIV paniği, bu anlamda hedeftir de. Panik araçsallaştırıldığı ölçüde, yaratılmak istenen bir şeydir. Mitolojideki kendi kendini yiyen yılan Ouroboros misali, bir yandan hâlihazırda var olan HIV paniği araç olarak kullanılırken, diğer yandan bu düzenekler yoluyla toplumda bir HIV paniği yaratılmak istenir. Panik, başlangıcı ve sonu belirsiz bir döngü hâlini alır ve bu yolla meşrulaştırılır.
Bu panik döngüsünden sıyrılabilmenin yolu ise; merkeze HIV’le yaşayanları almaktan geçiyor. HIV’i ne salt tıbbi bir konu ne de salt toplumsal bir mesele olarak ele almamaktan; ikisinin kesiştiği alanları HIV’le yaşayanlara hak ettikleri itibarı iade etmek üzere yeniden ve yeniden düşünmekten geçiyor.
HIV’le ilgili yaratılan korkulara ve önyargılara değil de HIV’le yaşayanlara, hikaye ve hayatlarına kulak vermek, kadrajın tam merkezine HIV’le yaşayanları yerleştirmek için Pozitif Alan diyerek yola çıkıyoruz…
Etiketler: insan hakları, medya, kültür sanat, yaşam, sağlık, hiv