15/09/2021 | Yazar: Kaos GL
17 Mayıs Derneği’nin Psikolojik Destek Ağı’nın sürekli eğitimleri farklı başlıklarda devam ediyor.
17 Mayıs Derneği Psiko-Sosyal ve Hukuki Destek Programı tarafından gönüllü ruh sağlığı uzmanlarının katılımıyla oluşturulan Psikolojik Destek Ağı, sürekli eğitimlerine devam ediyor. 12 Ağustos’ta “Cinsel Yönelim ve Ruh Sağlığı”, 14 Ağustos’ta “Şiddet”, 19 Ağustos’ta “LGBTİ+’lar ve Aile” ve 26 Ağustos’ta “İntihar & Onarım Terapisi” başlıklarına odaklanılan sürekli eğitimlere dair ayrıntılar şöyle:
Cinsel yönelim ve ruh sağlığı
Eğitmen Uzm. Dr. Seven Kaptan’ın cinsel yönelimle ilgili konuların ruh sağlığı alanında hangi durumlarda ortaya çıkabileceğini örneklendirdiği eğitime 9 kişi katıldı. Bu süreçte genel bir çerçeve olarak kişilere atanan heteroseksüel kimliğin yıkılması ve yeni bir kimliğin oluşmasından söz edilebileceğinden bahsetti. Bu sürecin bazen yas gibi yaşanabileceği vurgulandı. Aynı şekilde kişilerin kendi kimliklerini fark etme süreçleriyle paralel bir şekilde işleyen bir süreç olarak toplum içerisindeki fobik tutum ve davranışların kişiler tarafından içselleştirilmesi olasılığından bahsedildi.
Ardından, cinsel yönelime dair kimliğin gelişim süreci her bir evrenin kendine has avantaj ve dezavantajları üzerinde durularak incelendi. Bu süreçte cinsel yönelimin hayatımızın sağlıklı bir parçası olduğu vurgulanarak görmezden gelmeye çalışmanın olumsuz sonuçları olabileceği belirtildi. Cinsel davranış ile yönelimin aynı şey olmadı ifade edildi. Cinsel yönelimle çalışmanın temelde cinsel yönelimlere dair mitler ve yanlış inançları çalışmak olduğunun altı çizildi.
Son olarak, kimliğin oluşumun önemli bir parçası olabilecek açılma üzerinde duruldu. Kişilerin cinsel yönelimleriyle ilgili olarak açılma süreçlerinde destekleyici kişilerin oluşunun yararları ve kişilerin açılmaya dair oluşturdukları felaket senaryolarını dikkatle ele almanın önemli olduğu belirtildi. Bu süreçte kişilerin açılma ihtiyaçlarının ardındaki nedenleri ve bu kararı almalarının sebeplerini konuşmanın faydalı olacağı belirtildi. Uzmanların kişilere açılma süreçlerinde eşlik etmelerinin ancak açılıp açılmamanın kararını danışana bırakmalarının önemli olduğunun altı çizildi.
Şiddet
Klinik Psikolog Yeşim Selçuk tarafından 14 Ağustos’ta “Şiddet” üzerine eğitim gerçekleştirildi. Eğitime 6 kişi katıldı.
Eğitim Dünya Sağlık Örgütü’nün tanımladığı şekliyle şiddetin tanımı ve içerdiği ögeler üzerine tartışma ile başladı. Fail, hayatta kalan ve sessiz şahit olmak üzerinden şiddettin ne olduğu ve şiddetten kimlerin etkilendiği üzerine konuşuldu. Şiddetin arkada planında yer alan kontrol sağlama ve sürdürme amacından bahsedildi. Bununla birlikte fail ile hayatta kalan arasındaki güç dengesizliği vurgulandı. Güç dengesizliğinin bulunduğu her ortamın şiddet potansiyeli barındırabileceği belirtildi. Dayanışmanın ve hiyerarşiyi sorgulamanın bu potansiyele karşı mücadelede önemli olduğu ifade edildi.
Ardından şiddet türleri detaylandırılarak hepsindeki ortak yönler ve ayırıcı yanlar aktarıldı. Fiziksel, cinsel, sözel, duygusal/psikolojik, ekonomik, siber, manevi, kültürel şiddet ile ihmal/yoksun bırakma birçok örnek üzerinden konuşuldu ve tartışıldı.
Şiddetin kendine yönelik, kişilerarası ve kolektif halleri olabileceği belirtildi ve intihar, kendine zarar verme; partnere yönelik ve topluma yönelik şiddet, sosyal ve politik şiddet örnekleri verildi. Şiddetin ekolojik bir perspektiften incelenmesinin önemi vurgulandı. Bu bağlamda kişiden başlayarak, kişilerarası, komünite, kurum seviyesi ve yapısal bağlamlarının hepsinin birbiriyle ilişkili olabileceği ifade edildi.
Spesifik bir başlık olarak flört şiddeti detaylıca konuşuldu. Şiddet döngüsü ve bu döngüde hem failin hem de hayatta kalanın muhtemel tutumları aktarıldı. Döngünün hangi aşamasının etkili bir müdahale için daha elverişli olduğu belirtildi. Flört şiddetiyle ilintili olarak rıza inşası, şiddet mağdurlarının ilişkiyi sürdürme amaçları, güvenli ilişkinin ne olduğu, şiddet mağdurlarının neden destek talebinde bulunmayabilecekleri ve ruh sağlığı uzmanlarının neden bazı durumlarda yardımcı olamadıkları örneklendirildi. Şiddet içeren olgularla karşılaşıldığında risk analizi yapmanın önemli olduğu aktarıldı.
Eğitimin son kısmında şiddet ve ayrımcılık kesişimi üzerinde duruldu. Bu kısımda yürütülen tartışma çalıştığımız kurumlarda şiddet konusuna dair neler yapabileceğimiz üzerine tartışılarak program sonlandırıldı.
LGBTİ+’lar ve aile
Eğitimin ilk kısmı Psikolog Sinan Tetik ile gerçekleştirildi. 9 katılımcının yer aldığı eğitim LGBTİ+ çocukları olan ailelerin, çocuklar LGBTİ+ olarak açıldıktan sonra yaşadığı kabul süreci ve ailelerin neler yaşadığının genel bir anlatımıyla başladı.
İlk başta çocukların açılmak zorunda olup olmadığı, neden açıldığı ya da neden açılmadığı tartışıldı. Çocukların baskı altında hissettiği ve açılmanın onlara çok zorlu bir süreç olarak geldiği için açılmaktan korkup, çekinebildikleri ve açılmamak isteyebildikleri belirtildi. Açılma gerekçelerine örnek olarak insanlara karşı dürüst olmak, daha yakın hissetmek gibi nedenleri olduğu veya çocukların açılmaya zorlanması olduğu verildi. Açılmaya zorlanmada ise çocukların kendi sorunlarının bir başına üstesinden gelemediği için, hormon ilaçlarına erişim için veya açılması için birileri tarafından tehdit edildiği için gibi örnekler verildi.
Ailelerin çocuklarının LGBTİ+ olduğunu anlaması sürecinin ise yüzyüze konuşarak, davranışlarından şüphelenerek, sosyal medya veya sohbet uygulamalarının izinsiz bir şekilde okunmasından sonra ve intihar girişimi sonrası gibi olaylarla olabileceği aktarıldı. Ailelerin çocuklarının LGBTİ+ olduğunu öğrendikten sonra zihinlerindeki cisgender heteroseksüel çocuklarını kaybettikleri için yas, kayıp ve yıkım hisleri yaşadıkları aktarıldı.
Sonrasında ise ailelerin bu durum ve hislerle nasıl başa çıktığı kısmında, ilk aşama olan inkar evresi anlatıldı. Ailelerin çocuktan utanma, onu gizleme veya onu yok sayma gibi yollara başvurduğu aktarımı yapıldı ve “Çocuk dolaptan çıkınca aileler dolaba girer.” ifadesi kullanıldı. Ailenin bu olanları geçici dönem, kafa karışıklığı, ergenlik, çocuğun aklının başkaları tarafından çelindiği gibi açıklamaya çalıştığı veya inkar aşaması içinde şifa evresi olarak birtakım olayları/deneyimleri yaşadıktan sonra bu durumun geçeceği inancını taşıdıkları aktarıldı.
İkinci evre olan öfke aşamasında ise ailelerin çocuklarının durumunun “düzelmesi” için okul değiştirtme, sporu bıraktırma, evden çıkışı yasaklama, arkadaşlarıyla görüşmeyi engelleme, okuması için yurtdışına yollama ve fiziksel saldırı gibi yollara başvurduğu bilgisi verildi. Bu evredeki ailelerle ilk görüşme için ne yapılabileceği tartışıldı. İlk görüşmede ailenin ne için geldiğinin tartılması, aile dinamiklerinin ölçülmesi ve ruh sağlığının değerlendirilmesinden sonra ailenin yaşadığı utanç, gerginlik, korku ve kaygı gibi karmaşık duyguları yaşamanın doğal olduğunun belirtilmesinin ve ailenin yatıştırılmasının önemli olduğu belirtildi. Fakat LGBTİ+ olmanın bir hastalık olmadığı, hormon tedavisi ve psikoterapi gibi yöntemlerle çocuğun kendini nasıl hissettiğinin ve çocuğun kimliğinin değişmeyeceğini açıkça aktarılması gerektiğinin ve aileyi yanlış ve zararlı olabilecek umutlandırma yapılmamasının önemi vurgulandı. Ailenin herhangi bir tarafının bu konuda bir suçu olmadığının, bu sürecin bir tercih, ihmalden veya kötü davranıştan kaynaklanmadığını açıklamak gerektiği aktarıldı.
Üçüncü evre olan tükenmişlik/çökkünlük evresinde ailenin çocuğu her şekilde kabul ettiği, sürecin farkına vardığını düşündüğü halde, kendini yine de çok kötü hissettiği, yaşadığı yıkımı ve kayıp hissini aşamadığı belirtildi. Aile gruplarının bu hislere oldukça iyi geldiği aktarıldı. Çocuğunu artık tanıyamama ve çocuğa yabancılaşma hissinin aşımında ise bu hayat tarzının, cinsel yönelimin ya da cinsiyet kimliğinin bir tercih ve aileye ihanet olmadığının açıklanmasının önemli olduğu belirtildi.
Dördüncü evre olan pazarlık evresinde ise ailenin yargılayıcı tutum takındığı durumu kabul etmesine rağmen hala değişebileceğine inanıp kabul etmiş gibi görünmemek için yargılayıcı konuşmalar yapmadığı veya duyguları bilerek dışarı vurmamak için soğuk davrandığı aktarıldı. Diğer bir davranış süreci olarak da, özellikle intihar girişiminden sonra, ailenin çocuğunu özellikle kabul ediyormuş gibi davrandığı, fakat içten içe hala öyle hissetmediği ve kendisi için de zor olduğunu kabul edemediği, ve duygularını dışarı vurmakta güçlük yaşadığı belirtildi. Çocuğun açılma sürecinde ailenin de bir açılma süreci yaşadığı, “Elalem ne der?” gibi sorulara takıldığı aktarıldı. Benzer açılma sürecini yaşayan ailelerin nasıl hissettiği ve nasıl başa çıktığı konusunda aile gruplarının yine yardımcı olduğu belirtildi.
Beşinci evre olan entegrasyon evresinde ailelerin genel olarak çocukların mutluluğuna odaklanarak onlarla hiç kurmadıkları bir bağ kurma, geç fark ettikleri için pişman duyma ve çocuğunun LGBTİ+ olduğunu bilmediği zamanlarda ona destek ve yardımda bulunamadıkları için üzgün hissettikleri belirtildi. Bazı ailelerde aktivizmin ve destekçiliğin oldukça artması fakat bu süreçte çocuğu ve çocuğun mutluluğunun odak noktası olduğunun unutulması gibi durumların da yaşanabildiği aktarıldı. Bütün açılma sürecinde çocuğun ve ailenin yas ve sindirme sürecinin desteklenmesinin, çocuk-ebeveyn iletişiminin önemli olduğundan ve ailenin hem parçaları arasında hem de bütün olarak entegrasyon sürecinin iletişim kurulduğunda daha hızlı ve sağlıklı olduğundan bahsedildi.
Eğitimin ikinci kısmı GALADER’den Atilla Dirim ile gerçekleştirildi. Kendi çocuğuyla ve açılma süreciyle ilgili deneyimi aktardı. Sinan Tetik’in bahsettiği süreçlerin hepsini eşiyle beraber yaşadığını belirtti. Transfobi ve homofobiye rağmen bu açılmanın ve cinsel yönelimin/cinsiyet kimliğin beyanının normal ve haklı olduğu, kabullenmenin zorlu ve bu zorluğun doğal olduğunun insanlara açıklanabildiği ve bunların eğitiminin verildiği insanların ve ailelerin durumu kabullenebildiğini görüldüğü anlatıldı. Ailelerin çocuklarıyla olan ilişkilerinin, diğer ailelerle iletişim kurularak, aile gruplarıyla buluşularak, eğitimlerle ve sosyal/psikolojik desteklerle rahatladıkları ve geliştiği, kendilerinin rahatladığında çocuklarının da rahatladığını aktardı.
İntihar ve “onarım” terapisi
Eğitim Ender Cesur’la birlikte gerçekleştirildi. Toplamda 14 katılımcı vardı.
Eğitimin ilk oturumunda İntihar, ikinci oturumunda ise “onarım” terapisi üzerine konuşuldu.
İlk oturumda intihar hakkında genel bir çerçeve çizilmesinin ardından klinik bir odak ile temel bilgiler aktarıldı. İntiharla yüksek ilişkili psikiyatrik rahatsızlıklar belirtildikten sonra her bir rahatsızlık ve intiharın kesişimi detaylandırıldı.
LGBTİ+’larda intihar oranının natrans heteroseksüel genel nüfusa ve gençlere göre oldukça yüksek olduğu, intiharın translarda LGB’lere kıyasla daha fazla görüldüğü belirtildi. Atanmış cinsiyeti kadın olanlarda intihar girişiminin atanmış cinsiyeti erkek olanlara göre daha fazla olduğu fakat erkeklerde tamamlanmış intihar oranının daha yüksek olduğu belirtildi. İntersekslerin intihar girişimleri hakkında yeterli bilgi ve araştırma olmadığı eklendi.
LGBTİ+’ların intihar riskini arttıran faktörlerde genel faktörlere ek olarak, özellikle sosyal desteğin yokluğu, cinsiyet hoşnutsuzluğu, ruhsal travma öyküsü, ayrımcılık ve ilişki deneyimler ve kesişimsel risk faktörleri olduğu belirtildi. Sosyal desteğin yokluğunda aile desteğinin belirleyici bir rolü olduğu belirtildi. İşsizliğin intihar riskini artıran önemli bir faktör olduğu ve Türkiye’de de kentte yaşayanların kırsalda yaşayanlara kıyasla daha fazla intihar girişiminde bulunduğu belirtildi. Ardından yüksek intihar riskiyle ilişkili faktörler irdelendi.
İntihar durumundaki kişilerle ilk temasın çok önemli olduğu, bu temasın kişinin güvenli hissettiği, güvenlik içerisinde özel olarak konuşabileceği, anlaşıldığının farkettirildiği bir ortamda olması gerekti belirtildi. İntihardan şüphelenildiğinde hangi noktaların değerlendirilmesi gerektiği üzerinde duruldu. Ardından klinik ortamda intiharla nasıl çalışılabileceği ve intihar risk değerlendirmesinin nasıl yapılabileceği üzerine konuşuldu. Akabinde intihar ve intiharla çalışmaya dair gerçek sanılan yanlış bilgiler incelenerek doğru bilgilerin aktarılması sağlandı.
İlk oturumun sonunda, intihar konusunun ve önlenmesinin çok önemli olduğunun, fakat önlenmesinin kolay olmadığının ve dünya çapında ciddi bir ölüm nedeni olduğunun aktarılmasıyla sunum bitti.
Eğitimin ikinci oturumunda ise “onarım” terapisi üzerine konuşuldu.
İlk başta gerçek anlamda terapi olmayan bir uygulamanın neden bu eğitimde konuşulduğu sorusu eleştirel bir perspektiften tartışıldı. Eşcinselliğin ve translığın “hastalık” olarak tanımlanmasının ve bunlara karşı yapılan tedavi girişimlerinin tarihinden bahsedildi. 19. yüyzılın ortalarında eşcinselliğin ve mastürbasyonun insanın bedensel ve ruhsal dejenerasyonuna yol açan iki hastalık olduğunu söyleyen, dinlerden etkilenmiş bir anlatının olduğu ve bu anlatının kaynağının üreme ve aile kuramına karşı olgular olduğu aktarıldı.
İnsanlık tarihinde, hormonların (testosteron ve östrojen oranı), anne karnında maruz kalınan hormonlar, genler ve beyin araştırmaları gibi çalışmaların eşcinselliğin kaynağını açıklamakta hiçbir tutarlı kaynak sunamadığı aktarıldı. Geçmişte psikolojinin çeşitli kuramlar ortaya atarak, normalden sapma olarak tanımladığı ve hastalık/sapkınlık olarak ele aldığı aktarıldı. Psikiyatrik tanı sistemlerinde eşcinsellik DSM’nin farklı versiyonlarda seksüel deviasyon, cinsel yönelim bozuklukları, ruh hastalığı gibi tanımlamaların yapılmış olduğu fakat 70’li yıllarda bu görüşün bilimsel olarak kaynağı olmadığının eleştirilmesi ile birlikte, DSM’nin sonraki versiyonlarında egodistonik homoseksüalite adı altında “onarım” terapisi uygulamalarına yol açan tanılama kullanıldığının, DSM-IV’te ise transeksüel “cinsel kimlik bozuklukları” kategorisi altında yer aldığı belirtildi. En son DSM-V’te cinsiyet disforisi kavramına fobik olmayan bir şekilde ancak 2013’te yer verildiği belirtildi.
“Onarım” terapisi; erkeklerde “normal” cinsel yönelimin daima heteroseksüellik olduğu, erkek kimliğinin farklı sebeplerden gelişmediğini söyleyen kişilerin bunlara karşı çeşitli uygulamalarla “terapi” yapılması olduğunu ve kadın eşcinselliğinden neredeyse hiç bahsedilmediği aktarıldı. “Onarım” terapisi uygulanan çeşitli kişilerin yaşadığı süreçlerin ve yıkımsal sonuçlarından bahsedilerek devam edildi.
Eşcinsellik “tedavisi” olarak sevişme ve evlilik terapisi, dağlama, hadım edilme veya yumurtalığın alınması, cinsel perhiz, hipnoz, psikanaliz, tiksindirme tedavisi, radyasyon tedavisi, hormon tedavisi, lobotomi, güzellik terapisi gibi yöntemlerin önerildiği ve bazılarının uygulandığı aktarıldı. Yapılan uygulamaların insan haklarına aykırı işkenceler olduğu söylendi. Bu uygulamaların ağır ruhsal sıkıntılara, suçluluğa yol açabileceği aktarıldı. Böyle bir durumla karşılaşıldığında ne yapılabileceği katılımcılarla tartışılarak eğitim sonlandı.
Etiketler: insan hakları, sosyal hizmet, sağlık hakkı