09/01/2013 | Yazar: Kaos GL

Bianet’ten Emel Gülcan, ‘İfade Özgürlüğünün 10 Yılı, 2001-2011’ kitabını tanıttı.

2001’den 2011’e İfade Özgürlüğü Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı
Bianet’ten Emel Gülcan, “İfade Özgürlüğünün 10 Yılı, 2001-2011” kitabını tanıttı.
 
Türkiye’de son on yılda en az 489 medya çalışanı ve en az 64 medya kuruluşu saldırıya uğradı.
 
2012 yılına 104 gazeteci ve 30 dağıtımcı hapiste girdi; gazetecilerin 64’ü, dağıtımcıların tamamı Kürt medyasındandı.
 
Devletin müdahalesine uğrayan internet sitesi sayısı 2011 sonu itibariyle 110 bini buldu.
IPS İletişim Vakfı Yayınları’nın yeni kitabı İfade Özgürlüğünün On Yılı 2001-2011, ifade özgürlüğünü medya merkezli bir zeminde tartışırken bize bunları anlatıyor.
 
Hacettepe Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden Yrd. Doç. Dr.Emek Çaylı ve Yrd. Doç. Dr. Gülsüm Depeli’nin kaleme aldığı, avukat Fikret İlkiz ve gazeteci Erol Önderoğlu’nun katkıda bulunduğu çalışma, on senelik ifade özgürlüğü karnemiz gibi.
 
Kitap Bağımsız İletişim Ağı’nın (BİA) 2000’den beri hazırladığı Medya Gözlem ve İfade Özgürlüğü raporlarının 2001-2011 külliyatından derlendi ve oldukça kapsamlı.
 
Sorunlu özgürlük ortamının fotoğrafı
Nadire Mater’in "Vakıf’tan: ’Hakikat’in Peşinde On Yıl" başlıklı sunuşunda  belirttiği gibi "İfade Özgürlüğü’nün On Yılı tam da Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetleri döneminde ve dünyada da 11 Eylül 2001 saldırıları ertesi özellikle Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa’da ağırlık kazanan güvenlik merkezli, genelde özgürlüklerin ve özelde ifade özgürlüğünün sınırlandığı bir siyasi iklime denk düşüyor. Dolayısıyla bu kolektif çalışma Türkiye’nin Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetleriyle yaşadığı temel ’sorun’ alanlarını esas olarak habercilik üzerinden ortaya koyuyor ve sorunlu ’özgürlük’ ortamının bir ’fotoğrafı’nı sunuyor."
 
İfade Özgürlüğünün On Yılı aslında iktidarın esas olarak Kürt medyasını, basınını, yanı sıra da  muhalif medyayı ve muhalifleri susturma çabasının da özeti niteliğinde. Çünkü 396 sayfalık kitap Türk Ceza Kanunu (TCK) ve Terörle Mücadele Kanunu’ndaki (TMK) terör ile ilgili maddelerin gazeteciler gözaltına alınırken, cezaevine konulurken, haklarında davalar açılırken veya yayınlar durdurulur/toplatılır/yasaklanırken nasıl devreye sokulduğunu örneklerle aktarıyor.
 
Çalışma mülkiyet yapılarını ve medyadaki sermaye paylarında yaşanan değişiklikleri de irdeliyor. Bu sayede merkez medyanın artık iktidarın söyleminin dışına çıkmayacak şekilde kurgulandığı, medyadaki tekelleşmenin sonucunda ise sansür ve otosansürün yaygınlaştığı gerçeğiyle yüzyüze geliyoruz.
 
Kitabın sonundaki 20 sayfalık dizin bile aslında on yıl boyunca ifade özgürlüğü ihlallerinin kapsamı hakkında okura fikir veriyor.
 
Hep "kısmen özgür’’üz
İfade Özgürlüğünün On Yılı, "Fiili ve sözlü saldırılar", "Yayın durdurmalar, yasaklar, engellemeler", "Gözaltı ve tutuklamalar", "Davalar" ve "Hak aramalar" bölümlerinden oluşuyor ve her bölümde konuyla ilgili spesifik çerçeveler var.
 
Girişte basın özgürlüğü kavramı Karl MarxJohn MiltonJohn Stuart Mill gibi isimlerin referanslarıyla tartışılıp temellendirilirken, Türkiye’de ifade özgürlüğünün durumu ile ilgili uluslararası gazetecilik ve hak örgütlerinin raporlarına da yer veriliyor.
 
İlkiz’in kaleminden "Geçmişten Günümüze İfade Özgürlüğü ve Basın" makalesi, Avrupa Birliği Uyum Yasaları çerçevesinde yapılan "sözde" iyileştirmelerle denetleyici devlet geleneğinin son on yılda da sürdüğünü gösteriyor. Bu sayede TCK, TMK, Basın Kanunu ve Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) yasasındaki değişiklikleri ve yeni yasa maddelerinin uygulamada neler getirdiğini özetliyor. Örneklerde ve sayısal verilerde görüyoruz ki devlet, güvenlik adına terör tanımını genişletmiş, bu sayede medyayı, özellikle Kürt medyasını baskı altına almış.
 
Bölümlerde neler var?
İlk bölümde gazeteci cinayetleri ve gazetecilere, medya kuruluşlarına, sanata ve sanatçılara yönelik saldırılar anlatılıyor. On yıllık dönemde öldürülen Devrimci Demokrasi gazetesi muhabiri İlyas Aktaş ve Güney Marmara’da Yaşam Gazetesi Yayın Yönetmeni Cihan Hayırsevener cinayetleri davalarındaki süreci izliyoruz. Çİğdem Mater de Agos Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in katlini ve cinayetin yargıdaki seyrini ayrıntılarıyla aktarıyor.
 
Yerelde ve ulusal basında gazetecilere yapılan saldırılara sıra gelince örnekler çoğalıyor:
 
Sabah gazetesi muhabiri ve DHA muhabiri Adana Büyükşehir Belediyesi ekiplerinin konut yıkımını görüntülemek isterken saldırıya uğradı, DHA muhabirinin ayağı kırıldı. (Ağustos 2005)
 
Polis, DTP Siirt İl Örgütü’nün düzenlediği basın açıklamasını izleyen Siirt Duruş gazetesi temsilcisini darp etti, fotoğraflarına el koydu, makineyi kırdı. (7 Aralık 2009)
 
Adıyaman Gerger Fırat gazetesi sahibi Hacı Boğatekin orman yangınını görüntülemek isterken belediye personelinin yumruklu saldırısına uğradı. (28 Temmuz 2010)
 
Bu bölümdeki "Başbakan’dan Medyaya/Gazetecilere" çerçevesi de, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 2004’ten beri yaptığı en az on sekiz konuşmada medyayı hizaya getirme gayretini derli toplu ortaya koyuyor.
 
Habere erişmenin zorluğu
RTÜK Mayıs 2002’den 2008 sonuna kadar toplam 2 bin 22 uyarı, 262 program durdurma, 1 yayın lisans iptal cezası verdi. Ocak-Aralık 2011 boyunca 20’si radyo, 480’i TV kanalı olmak üzere 89 para cezası, 383 uyarı, 27 program durdurma ve bir tebliğ cezası verdi.
 
Türkiye Yayıncılar Birliği raporlarına göre son on yılda davalık olan kitap sayısı 276’ya ulaştı.
 
"Yayın durdurmalar, yasaklar, engellemeler" bölümünde RTÜK’ün on yıllık uyarıları ve cezaları karşımıza çıkıyor; engellenen web siteleri, toplatılan, yayını durdurulan gazeteler, dergiler ve kitaplar irdeleniyor.
 
Önderoğlu’nun kaleminden "Muhafazakarlık: Devlet ve RTÜK ’Edep’ Peşinde!" çerçevesi ise muhafazakar eğilimin kurbanı edebi eserlere açılan davaları ve aynı eğilimle RTÜK’ün icraatlarını gösteriyor.
 
Böylece kitapta "gizli uzaktan kumandalar" için hangi yıllarda hangi maddelerin öne çıktığı, okuryazarların bilgiye ve habere erişirken ne badireler atlattığı ortaya konuluyor.
 
Hapis gazeteciler mevzusu
Son on yılda en az 167 gazeteci gözaltına alındı. Gözaltına alınma nedenleri arasında yasadışı örgüt üyeleri ile röportaj, yasadışı örgüt liderlerinin görüşlerini yayınlayarak terör propagandası yapmak, izinsiz gösterileri haberleştirmek, yayın yoluyla hakaret, yasak yayın bulundurmak, yasadışı örgüt bağlantısı, gizli belgeleri açıklamak, çıkar amaçlı örgütle bağlantı gibi nedenler ön plana çıktı.
 
"Gözaltı ve tutuklamalar"da Türkiye’de ifade özgürlüğü tartışılırken en çok üzerinde durulan nokta, "hapis gazeteciler" mevzusu ele alınıyor.
 
Bahsedilen dönemde yıllara göre tutuklanan gazeteciler, kurumları ve tutuklanma gerekçeleri ortaya konuluyor. TCK ve TMK’daki terör tanımı ve terörle ilgili maddeler sayesinde gazetecilerin kolayca "Ergenekon", "Devrimci Karargah", "MLKP" ve "KCK" operasyonları ve davaları kapsamında cezaevine konulduğunu ve terörle ilişkilendirildiğini bu bölümde okuyoruz.
Haber olan gazeteciler
 
2001-2011 arasında Türkiye’de ifade özgürlüğünü ihlal davalarının içinde, medya kuruluşlarına ve çalışanlarına yönelen davaların sayısı, - kitaplar hakkında açılan davalar hariç - 600’ün üzerinde.
 
"Davalar"ın ana ekseni gazetecilerin adliye koridorlarında haber yapmak yerine neden haber oldukları sorusu. Bu bölüm gazetecilere açılan davalarda sadece terörün bahane edilmediğinin de göstergesi.
 
Kitapta örneklerle 2005’te yürürlüğe giren yeni TCK’da 301. madde ile devletin; "hakaret", "iftira ve kişisel haklar" ve "özel alana tecavüz" niteliğindeki maddelerle (TCK 125, 267, 134) de devlet görevlilerinin korunduğunu görüyoruz.
 
"Suçu ve suçluyu övme" (TCK 215), "halkı kin ve düşmanlığa tahrik" (TCK 216), "soruşturmanın gizliliğini ihlal" (TCK 285), "adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs" (TCK 288) ve 5816 sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun’un da gazetecilere açılan davalarda öne çıktığı anlaşılıyor.
 
Neden hala umudumuz var?
Kitabın son bölümü "Hak aramalar", baskılar arttıkça ulusal / uluslararası gazetecilik ve hak örgütleri öncülüğünde yükselen seslere, yayımlanan raporlara, bunların sayesinde oluşturulan kamuoyu baskısının neticelerine ayrılmış.
 
Örneğin meşhur 301. madde ile ilgili 2007-2008’de verilen örgütlü mücadeleyi ve kısmen umut verici sonucunu, cezaevindeki gazetecilerle ilgili dayanışmayı, internet yasaklarına karşı yapılanları, meclis gündemine taşınan basın özgürlüğü sorunlarını ve sonuçlarını öğreniyoruz.
 
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) 1959-2011 yılları arasında ifade özgürlüğünü ihlalden verdiği toplam 479 karardan 207’sinde Türkiye’yi mahkum ettiği gerçeği de AİHM’i hak arama adresi olarak öne çıkarıyor.
 
Bu kitap kanıtımız
Neredeyse her hafta iktidardan ve savunucularından doğrudan veya dolaylı benzer lafları işitiyoruz: "Gazetecilik faaliyetinden ötürü yargılanmıyorlar" deniliyor, "Türkiye’de ifade özgürlüğü kısıtlanıyor diyebiliyorsak, ifade özgürlüğü kısıtlanmıyordur" deniliyor.
 
Bu ve benzer cümlelerle sürekli Türkiye’de, basın ve ifade özgürlüğünün ihlal edilmediğine ikna olmamız isteniyor. Ama biz ikna olmuyoruz. Çünkü Depeli ve Çaylı’nın Sonsöz’de belirttiği gibi "Geride bıraktığımız son on yılda medya ve ifade özgürlüğü alanında verdiğimiz sınavı irdeleyen bu kitabın ortaya koyduğu tablo, yer yer önemli, coşkulu mücadelelerle aydınlatılmış olsa da esasen karanlığın hakim olduğu bir tarih kesitini açığa vurdu. AKP’nin medyaya dönük saldırılarının özellikle son beş yıl içinde çıplaklaştığını ve sertleştiğini, iktidarın bütün yönetişim aklının, toplumu ve medyayı kontrol etmeye ve antidemokratik kısıtlamalara vakfedildiğini gördük".
 
İşte bu noktada İfade Özgürlüğünün On Yılı, ihlalleri mecburiyetten kaynaklıymış gibi gösterenlere, "Hiç de öyle değil" diyebilmemiz için kaybolmayacak ortak hafızamız, kanıtımız.

  


Etiketler: medya
nefret