26/04/2024 | Yazar: Selma Koçak

“Sizin hiçbir şekilde beslenebileceğiniz kendiniz olabileceğiniz hiçbir alan yok dışarda. 4 duvar arasında kim yaşayabilir ki?”

26 Nisan Lezbiyen Görünürlük gününde “Lezbiyen*lerin İnsan Hakları Raporu” açıklandı Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Fotoğraf: Burçin Kalkın

26 Nisan Lezbiyen Görünürlük Günü vesilesiyle 17 Mayıs Derneği’nin düzenlediği bir etkinlikle Kaos GL Derneği tarafından hazırlanan “Lezbiyen*lerin İnsan Hakları Raporu” açıklandı. Kaos GL Derneği’nden Damla Umut Uzun ve Suay Yüksel, hazırlayıp sundukları raporda lezbiyen*lerin her alanda ayrımcılığa uğradıklarının altını çizdiler.

Lezbiyenlerin düşmanlaştırılmaya çalışıldığı bir ortamda mümkün olduğunca kapsayıcı bir rapor hazırlamak için yola çıktıklarını belirten Uzun, kaynak yetersizliği nedeniyle planladıkları kadar kapsayıcı olamasa da bu raporun, lezbiyen hakları konusunda Türkiye’de yapılmış en kapsamlı ilk yayın olduğunu vurguladı. Lezfobinin; kadın düşmanlığı, bifobi, transfobi, cinsiyetçilik, cis-heteroseksizm, ataerki ve ahlakçılık ve orospufobi gibi çok katmanlı ayrımcılıkların kesişiminde yer aldığını belirten Uzun; kesişimsel ayrımcılıklara karşı “buradayız” demek için hazırladıkları raporun savunuculuk belgesi olarak kullanılmasını umduklarını ifade etti.

Damla Umut Uzun, Türkiye’deki lezbiyen aktivizminin kısa tarihinden de söz etti. Türkiye’de 1990’lı yıllardan itibaren lezbiyen örgütlenmelerin var olduğunu belirten Uzun, Venüs’ün Kız Kardeşleri, Sappho’nun Kızları, ÖTE-Kİ Ben, LezBİFem, Bitopya gibi örgütlenmelerin LGBTİ+ ve lezbiyen* hareket açısından önemine değindi.

LGBTİ+ alanında çalışan derneklerin de lezbiyen*lerin görünürlüğü açısından yaptıkları çalışmaları anlatan Uzun; 2007 yılından bu yana Kaos GL tarafından düzenlenen Kadın Kadına Öykü Yarışması, Feminist Forum, Aslı Alpar tarafından hazırlanan Jinekolog Muhabbetleri yazı dizisi gibi etkinliklerin ve çalışmaların lezbiyenlerin görünürlüğü açısından büyük önem taşıdığını ifade etti.

Türkiye’de 2015 yılının bir kırılma noktası olduğuna dikkat çeken Uzun, OHAL ile öne çıkan güvenlik konseptinden, COVİD-19 ile derinleşen otoriter uygulamalardan, LGBTİ+ etkinliklerine koyulan yasaklardan, siyasetçilerin “aile” kisvesi altında sürekli LGBTİ+ları hedef göstermesinden söz etti.

“Kendiniz olabileceğiniz hiçbir alan yok dışarda”

Suay Yüksel ise coğrafi çeşitlilik fark etmeksizin lezbofobinin günlük hayat pratikleri, hizmet alımları ya da sosyalleşme alanları gibi kamusal alanın hemen hemen her yerinde ortaya çıktığını söyledi. Lezfobi ve bifobinin kamusal alanda, istihdam ve çalışma hayatında, sağlığa erişimde, adalete erişimde, eğitim hakkında, ifade ve örgütlenme özgürlüğünde ve barınma konusunda nasıl işlediğini anlatan Yüksel, raporu hazırlamak için görüştükleri kişilerden alıntılar yaptı:

“Dün mesela konsere gittim partnerimi öptüm ve tuhaf hissettim kendimi. Çünkü bunu sadece belli yerlerde yapabiliyoruz. Bana fark ettirilecek bir bakış yaşamadım ama içsel olarak korkuyu nasıl kodlamışız. Çünkü ilk kez gittiğim bir yerdi. Belli mekanları kullanıyoruz, bir fine-dining restoranına gidemezsin mesela. Gidersin ama kesinlikle 2 yakın kız arkadaş gibi takılırsın.”

“Taşrada çalışmak durumundaydım. Taşrada bu işler çok daha sıkıntılı. Hiç kendiniz olamıyorsunuz. Dar bir çember oluşturabiliyorsun belki taşrada da ama zaten sizin hiçbir şekilde beslenebileceğiniz kendiniz olabileceğiniz hiçbir alan yok dışarda. 4 duvar arasında kim yaşayabilir ki?”

Yüksel, istihdam ve çalışma hayatında mevcut duruma lezfobi merceğinden bakıldığında işe erişimde trans veya natrans bir kadın olmanın veya kadın olarak algılanmanın, sosyo-ekonomik eşitsizlikleri ve ayrımcılıkları beraberinde getirdiğini vurguladı:

“Türkiye’de lezbiyen*ler için aile yaşamı ve eğitim hayatından itibaren başlayan fırsat eşitsizlikleri, iş dünyasında da natrans erkekler dışında kişilerin karar alıcı pozisyonlara yükselmesine engelleyen ‘cam tavanlar’ veya toplumsal cinsiyet dayalı ücret / terfi/ pozisyon farkları gibi cinsiyetçi ve kadın düşmanı pratikler ile kendini göstermeye devam eder.”

Çalışma hayatında lezbiyen*lere yönelik ayrımcılık ve şiddetin, sadece bu kişilerin ruhsal sağlığını olumsuz etkilemediğini aynı zamanda kendi potansiyelini özgürce ifade edebilmesinin de önüne geçtiğini belirten Yüksel, zorunlu heteroseksüellik baskısının çalışanların kendilerini güvensiz, dışlanmış ve stres altında hissettirerek motivasyonlarını düşürdüğünü ve işyerleriyle ilişkilerini bozduğunu anlattı.

Yüksel, devlet hastanelerinde karşılaşılan ayrımcılıklara maruz kalmamak için özel hastanelerin tercih edildiği görülse de bunun sadece bazı finansal kaynaklara erişimi olanlar mümkün olabildiğinin altını çizdi.

Adalete erişim konusunda da konuşan Yüksel, Türkiye’de bu alandaki insan hakları raporlarının ortaya koyduğu adil olmayan yargılama süreçlerinin, toplumsal cinsiyet temelli şiddet olaylarında faile sağlanan ‘iyi hal indirimi’ veya ‘haksız tahrik indirimi’ gibi hukuksuz uygulamaların, lezbiyen*lerin - özellikle trans lezbiyen*lerin - adalet aramalarının önündeki en önemli engeller olduğunu vurguladı.

“Ev tutarken ben herkesin ödediğinin beş kat fazlasını vermek zorundayım”

Yüksel, “norm-dışı” kimliklerinden ötürü akran zorbalığına maruz kalmanın düşük özsaygı, sosyal izolasyon, depresyon vb. gibi sonuçlar doğurduğunu ve lezbiyen*lerin nitelikli bir eğitim hayatına ve kazançlı bir istihdama erişmeleri önünde engel oluşturduğunu ifade etti ve görüşmecilerden alıntılara yer verdi:

“Ayrımcılığı ilkokuldan üniversiteye kadar hep yaşadım. Bunu hissetmediğim bir sınıf yok. 15 yıl boyunca eğitim hayatımın her basamağında hem yaşıtlarım tarafından hem eğitimciler tarafından ayrımcılığa maruz kaldım.”

“Rektörden dolayı uğradığımız birçok şiddet var. Etkinliklerimiz iptal ediliyor. Resmi topluluk olamıyoruz. İç hizmetlerin şiddetine uğruyoruz. Peşimizden gelip bizi toplantı yaptığımız yerden çıkarıyorlar. Okuldayız ama okulda bir yerimiz bile yok toplantı yapabilmek için.’’

“Ev tutarken ben herkesin ödediğinin beş kat fazlasını vermek zorundayım mesela. Çünkü seks işçisiyim. Çünkü üstüne bir de lezbiyenim. Benim yanımda o erkek figürünü görmediğinde zaten bana kafasında bir kimlik oluşturmuş oluyorlar. Evi yaptırdım mesela, ev sahibinden parayı talep etme hakkım varken dahi sesimi çıkaramadım. Sırf o evde oturabilirsin demesi için bana sesimi çıkarmıyorum ve daha fazla para ödüyorum. Özellikle senin seks işçisi olduğunu ve evinde düzenli bir erkek figürü olmadığını öğrendiklerinde kolaydan para kazanıyor diye düşünüp kendilerinde hak görerek senden bu parayı talep ediyorlar. ”

Özellikle de LBTİ+ ve feminist insan hakları savunucuları terörist olarak damgalandığını, hedef gösterildiğini, ifade ve örgütlenme özgürlükleri kısıtlandığını anlatan Yüksel, LGBTİ+ örgütlerinin de siyasilerin LGBTİ+ karşıtı vaatleri, etkinlik yapamaz hale getirecek denetimler ve yasaklarla yıldırılmaya çalışıldığını söyledi.

Öneriler

Raporda lezbiyen* görünürlüğünü arttırmak ve ayrımcılıkla mücadele etmek bağlamında şu öneriler yer aldı:

·       Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Türkiye’nin taraf olduğu Birleşmiş Milletler sözleşmeleri bağlamında, devletin yükümlülükleri hatırlatılmalıdır. Bu yükümlülükler arasında haklardan yararlanılmasına müdahale etmekten kaçınma; devlet kurumları, devlet görevlileri, özel kurumlar ve bireyler tarafından yapılan istismarları engelleme; bu tür istismarların izlenmesi, soruşturulması ve istismarlar ile mücadele edilmesi ve mağdurların tazmin edilmesi yer alır.

·       Devletler ayrıca pro-aktif davranarak şiddet, ayrımcı tutum ve uygulamalar gibi insan haklarından yararlanılması önündeki engeller ile mücadele etmelidir. Bu bağlamda; eğitim, öğretim ve kamuyu bilgilendirme kampanyaları aracılığıyla damgalama ve önyargı konusunda adımlar atılmalıdır.

·       Devletler LGBTİ+’lara karşı şiddet ve ayrımcılık olayları hakkında veri toplamalı, verileri analiz etmeli, yayımlamalıdır ve politik yanıt geliştirilmesi sürecinde LGBTİ topluluklarını temsil eden örgütler ile istişare etmelidir.

·       İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmenin cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği çeşitliliğine sahip kişilere yönelik şiddet ve ayrımcılığın önlenmesi taahhüdü ve yükümlülüğünü ortadan kaldırmadığı vurgulanarak bu alanda ivedilikle tedbirler alınması tavsiye edilmelidir.

·       Engelli, göçmen, HİV ile yaşayan, seks işçisi, vb. lezbiyen*lerin politika yapma ve karar alma süreçlerine katılım ve temsil hakları yasal güvenceye kavuşturulmalıdır.

·       Tüm çalışma yasalarının kapsamı, cinsel yönelim, cinsiyet kimliği, cinsiyet özellikleri ve ifadesi temelli kesişimsel ayrımcılıkları önleyecek şekilde genişletilmelidir.

·       Kolluk kuvvetlerine ve yargıya, lezbiyen*lere yönelik nefret suçlarını cinsel yönelim, cinsiyet kimliği, cinsiyet özellikleri ve ifadesi temelli önyargılar ekseninde tanıma ve etkin soruşturma konusunda eğitim verilmelidir.

·       Türkiyeli LGBTİ+ örgütleriyle anlamlı ve yapılandırılmış sürekli diyalog kanalları kurulmalıdır.


Etiketler: insan hakları, kadın
İstihdam