23/06/2022 | Yazar: Kaos GL

Kaos GL dergisinin Word’te binbir çabayla dizilen ters üçgenli ilk kapağı 28 yıl sonra renklendi.

28 yıl sonra, yine yeni yeniden şanlıyoruz Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Tasarım: Birol Koyuncu

İstanbul’da Onur Haftası “Direniş”, İzmir’de ise “Hafıza” diyerek yola çıktı. İstanbul LGBTİ+ Onur Haftası, Beyoğlu ve Kadıköy kaymakamlıkları tarafından yasaklandı. Etkinlikler çevrimiçi ortama taşındı.

Hafta boyunca biz de Birol Koyuncu’nun tasarımlarıyla direnişin hafızasını, hafızanın direnişini çağırmaya ve LGBTİ+ varoluşunu kutluyoruz.

Koyuncu, Kaos GL dergisinin Word’te binbir çabayla dizilen ters üçgenli ilk kapağı 28 yıl sonra renklendirdi.

Okuma parçası ise Patikalar’dan geliyor…

Ali Erol: Fotokopiden de önce

Ben Dil-Tarih’te açıktım. Hocalarım, öğrenciler herkes beni biliyordu. Benim çok da değişik bir özelliğim yoktu aslında belki insanların kabul etmesinde ya da mesafeyi korusa bile vazgeçememesindeki şey benim bir şeyde sebat göstermem. Süreklilikten vazgeçmemem ve karşımdaki kişi bana kafasındaki önyargıdan hareketle ibne ayağı çekse bile “Eee sonra?” diyeceğimi hissetmesi, bilmesinden kaynaklı herhalde maalesef Dil-Tarih’te sorun yaşamadım ben. “Ulan derdin ne sorun yaşamakla?” diyeceksin, belki sorun ve o çatışma başka bir şeyi beraberinde getirir… Belki süreci hızlandırır falan diyebiliriz ya, işte olmadı o. Kaos GL dergisini çıkarmamızda bana dair şöyle bir şey var bence: Akla ziyan şeylerle uğraşıyordum. Cumhuriyet gazetesi okur mu ayol genç bir ibne? Ben Cumhuriyet gazetesi okuyordum örneğin. İstanbul’da feministler dergi çıkarıyordu, dergileri bulmaya çalışıyordum. Kaktüs vardı. Feminist diye bir dergi çıkıyordu. Yine o dönemde İbrahim Eren’in Radikal Demokrat Yeşil Parti Girişimi diye bir girişim duyduk. Yeşil Barış diye bir gazete çıktı birkaç sayı. Dolayısıyla şöyle bir şey oluştu bende; ya bu iş olsa olsa İstanbul’da olur. Aslında bu sadece benim fikrim de değildi. Edebiyatla ilgilenen öğrenciler, sol muhalif öğrenciler vesaire hep böyle bi yüzün İstanbul’a dönük olurdu. Aslında ilginç bir şekilde devletinden lümpenine halkına kadar insanlarda şey de vardı, “Lan işte bu iş olmaz bizim memlekette, Ankara’da olmaz. Nerde olur, işte İstanbul’da Beyoğlu’nda Taksim’de İstiklal’de...” artık nereye kadar gidiyorsa tahayyülü. “Orada bir yerde, ötede olur” diyorlardı. Bilgi de İstanbul’dan gelecek sanıyorduk biz. Dolayısıyla hep böyle bir yüzümüz İstanbul’da çıkan gazetelere, dergilere dönüktü. Ama diğer taraftan da Ankara’da solcu öğrenciler dergi çıkartmayı çok severler. Kırk tane dergileri olduğu halde bir de kampüs içinde dergi çıkarırlar. O dergi denemelerimiz oldu. Duvar diye bir dergi çıkardık. Ona benim de katkım oldu. Üniversiteli diye gene bir sayı bir dergi çıkardık. Sonra solcu arkadaşlarla daha böyle entelektüel analiz yönü olan bir dergi olsun diye o tipik öğrenci dergilerinden farklı politik bir dergi niyetiyle Virtüel adında bir dergi çıkardık. Artık Virtüel’de ben adını koydum. Eşcinsellikle ilgili yazdığım yazıda C. Ilga Kara mahlasını kullandım. ILGA’yı duymuştum o zaman. Küresel eşcinsel örgütü ILGA’yı. Ali Erol adını kullandığım yazı ise ekoloji ve çevre üzerine olan yazıydı. Dil-Tarih’te orda burda açık olduğum halde öyle bir ihtiyaç duymuştum. Belki arkadaşlarımızın hani “Sen bilirsin ama” demesiyle de olmuş olabilir. Zaten öğrenci dergileri yani bir dönem bilemedin iki sayı ancak çıkan dergiler… En sonunda bizim şimdi Eylül 94’te çıktı dediğimiz Kaos’u aslında 93’te hazırlamıştık. Ama bekledik. Yani hiç kimsenin aklına Ankara gelmiyor ya, bizim bir yüzümüz İstanbul’a dönük. Bir diğer taraf da şöyle; biz de yani geçmişe bakıp “Ya tamam da bu kadar böyle amelelikle anlatıyon da hiç mi böyle kendini iyi hissettiğin, gurur duyduğun bir şey yok?” dersen aslında bu ahlâkımızla gurur duyarım ben örneğin. Çünkü biz şunu duyduk, “Ya İstanbul’da İbrahim Eren diye biri varmış, dergi çıkaracakmış” diye bize haber geliyor, ama haber geliyor da ay bu ne ayol? Üç ay geçiyor, altı ay geçiyor, bilmem ne geçiyor ama dergi çıkmıyor. Çünkü öğrenciyken biz zaten çıkarıyorduk dergi. Eşcinsel dergisini çıkarırız ne olacak falan diye düşünüyorum kendi aklım sıra. Ben o dönem Emek’te bir lokantada çalışıyordum... Restoranda bulaşıkçılık yapıyordum. Dolayısıyla ben gidemezdim hem ekonomik açıdan hem de izin almak vesaire açısından ama İstanbul’a gitmek istiyorduk. Ali’yle rahmetli gacım Mahmut aldılar dergi dosyasını ve gittiler Yeşil Bizans’a, İbrahim Eren’le buluşmaya…

Ali Özbaş: Söz uçar yazı kalır

O dönem bizim ev artık yirmi kişinin her akşam toplaştığı, kakara kikiri gullüm alıktığı, yediği içtiği bir mekâna dönüştü. Bu sürede İstanbul’daki Mahmut da Ankara’ya gelip bizle yaşamaya başladı. İster istemez bizim kafamızda var bir şey, söz uçar yazı kalır diyoruz ve başka insanlara ulaşmak istiyoruz. Bir dergi fikri var ama bizde toplaşan insanlarla buna giriştiğimiz noktada biraz yarı yolda kalacağız gibi... İnsanlar çok sıcak bakmıyor. Benim öncesinde daha Ali’yi de tanımadan önce sohbet için Onyedi ya da Blue Jean dergisinin okur mektupları köşesinde eşcinsellere çağrıda bulunan birine yazmıştım. Onla bir görüşmüştük, tanışmıştık. Daha sonra o arkadaşla iletişimimiz devam ettiği noktada o sırada ona bolca yazan kişilerin iletişimlerini de dergi için bizle paylaştı. Express’te bir ilan yayınladık. Posta kutusu kiralayıp Mikelanj rumuzuyla yazdık. İnsanlara çağrıda bulunduk ancak işte Ali’nin dediği “Bu işler İstanbul’da olur” hali bizi durdurdu biraz. Mahmut’la ben trene atlayıp gittik İstanbul’a. Benim ilk İstanbul’um ve derken ilk gey bar gecem. Bu kadar mı rezil geçer... Biz ilk gittiğimizde bomboştu çünkü. Biz erken gittik. Taşralıyız ya bilmiyoruz. Sonrasında kalabalıklaştı ve biz o bardan bir an bile ayrılmayan tipler olarak hiçbir faydasını görmeden gecemizi geçirdik. Ama işte öncesinde peki ne tür travma Patikalar 49 yaşamıştık da öyle geçirdik? Biz İbrahim Eren’le görüştüğümüzde sıcak bakacağını “Ah ne güzel bak, sizden de geldi madem bu işi hep beraber halledelim” denileceğini düşünüyorduk. Oysa bize çay kahve ikram ederek “O işler öyle olmaz arkadaşlar” dedi ve hevesimizi kursağımızda bıraktı.

Ali Erol: Yoksulluğun da yoksulluğu

Para da yoktu. Yani gerçekten yoksulluğun gözü kör olsun derler ya herhalde biz yoksulun da yoksuluyduk. Hani tamam Güvenpark’ta orda burda gullüm alıkırken her statüden her kesimden insan bir araya geliyor da, konu bir iş yapmaya yansımıyor. Bildiğimiz, tahmin edeceğimiz hikâyeler. Ve bugün için çok komik bir paraya ihtiyacımız vardı. Birinci sayı sanırım en çok çoğaltılan sayı oldu. Çünkü tekrar tekrar çoğaldı ama ilk baskı için komik bir para lazımdı. Yetmiş beş lira... Yetmiş beş liraydı galiba. O zaman için komik bir paraydı. Fakat bizim için olmayınca olmuyor ya… Heteroseksüel kadın bir arkadaşımız verdi nihayet...

Ali Özbaş: Ve çıktı!

Çünkü o da hani, artık yeter dedi. Ali her buluşmamızda bir dergi çıkartmaktan ama çıkamamasından bahsettiğinde hani “Al çıkart, sen de rahatla biz de rahatlayalım” şeklindeydi. Ondan sonra ben çok dergi çıkmasında bulundum ama Ali’nin hep ikinci sayıyı göremedik, ikiyi bari çıkarttıysak üçü göremedik şeklinde bir korkusu ve söylemi vardı sürekli. Dolayısıyla o çıkınca da susmayacaktı Ali. Ama bir şekilde kendini döndürdü iki üç ve inatla ondan sonra hiç ara vermeden herhangi bir ay bile sektirmeden düzenli aylık olarak çıkmaya başladı. Ama öncesinde dışarda toplantılar yapma ve dışarda düzenli toplantılarla hani bu fikri insanlar nasıl görüyor, onların düşünceleri ne şeklinde yoklamalarımız ve tartışmalarımızla geçti. Biz uzun süredir bekleyen bu derginin bir türlü çıkmayacağını düşünüp tam da işte o arkadaşın para vermesiyle kimseye yani o gruptan üçüncü bir kişiye söylemeden ilk dergimizi çıkardık çünkü uzun süredir elimizde yazı vardı. Ben iş yerinde henüz öğrendiğim bilgisayarda Word’den kendimce artistlikler yaparak ama o zamanın iyice cahil olmamın etkisiyle dizgi konusunda her taraftan beşer santim nerdeyse boşluk bırakarak dizdim. Özellikle kapak için düşündüğümüz üçgeni yapmak için bütün günümü harcayarak ilk sayıyı basılabilir, daha doğrusu çoğaltılabilir hale getirdik ancak şunu söylemem lazım orda Ali Özbaş ya da Ali Erol ismi yoktu. Görünür mü olacağız endişesinden değildi, korkumuz şuydu: İnsanlar zaten bize “Üff gene mi” dediği için yazıları ciddiye alıp okumayacaklardı “Aman işte Aliler yine” diyeceklerdi diye kendimizce güzel isimler seçtik. Gay’e gibi isimlerle yazılarımızı yazdık. O şekilde birlikte toplandığımız insanlara ilk sayıyı “Sürpriz!” diye sunarak çıkarttık.


Etiketler: kültür sanat, tarihimizden
İstihdam