13/06/2023 | Yazar: Gözde Demirbilek
9. Trans Onur Haftası, “Neden Trans Pride, Neden Trans Feminizm” buluşmasıyla şanladı. Buluşmada İlksen, Eylem ve Şevval konuşmacı olarak yer aldı.
9. Trans Onur Haftası, “Neden Trans Pride, Neden Trans Feminizm” buluşmasıyla şanladı. Buluşmada İlksen, Eylem, Şevval ve Çağıl konuşmacı olarak yer aldı.
İlk sözü alan Eylem, konuşmasına deneyimin temsil değeri olduğunu düşündüğünü söyleyerek başladı. 2000’lerin başında aktivizme başladığını söyleyerek, o yıllardaki örgütlenme pratiğini şöyle paylaştı:
“Kamusal alanda LGBT Hareketi’nin, o dönemde anıldığı hâliyle Eşcinsel Hareket’in görünürlüğü yoktu o dönemde. Bu örgütlenmenin dünyada 1968’de başlaması, Türkiye’de 2000’lerin başında başlaması tesadüf değil. 2000’lerin başında Irak Savaşı vardı ve Türkiye’de Savaş Karşıtı Hareket de böyle yükseldi. Güçlü bir Savaş Karşıtı Hareket, güçlü bir kitle mobilizasyonuyla gerçekleşti. Biz o dönemde savaş karşıtı bir fanzin çıkarmayı düşündük, LGBT görünürlüğü olmadığı için. ‘Acaba bu meseleyi de tartışabilir miyiz?’ diye düşünüyorduk. Ve ‘Saka savaşa karşı bir kuştur’ diyerek fanzin çıkardık. 2001’in 1 Mayıs’ında bir kortej oluşturabildik ve kendi flamalarımızla çıktık. O yıl Lambdalı arkadaşlar yanımıza geldiler ve temas kurabildik. Bir dönem, hep sokaktaydık; Savaşa Hayır Platformu böyle ivme kazandı. Yanına Eşcinsel Hareket’i ve Kadın Hareketi’ni alır gibi oldu. O dönem sokaktan eve hiç girmek istemediğimi hatırlıyorum.”
“Ama 2015’te olduğu gibi, 2003’te de dünyanın başka yerlerinde ve Türkiye’de bombalar patlatıldı. Tüm bu süreçte daha teorik tartışmalara çekilindi. Sosyal merkezlere, kültür merkezlerine, derneklere doğru sevk olundu. İnsan adapte olmaya meyilli bir varlık, ben de Lambda ile devam ettim. Bir danışma hattı kurduk ve o dönem ben (şimdiki gibi bir teknoloji olmadığı için) insanları tek tek numaralarından arayıp davet ediyordum eylemlere. O dönem telefon listeleri vardı, bizim ilk eylemler, basın açıklamaları yapıyordu. Hareket çehresini gösteriyordu. Aman sokakta sipsivri kalmayalım diye telefon listelerinden insanları arıyordum. ‘Sen bizi eyleme çağırıyorsun’ dediler bana hep. Eşcinsel Hareket diyorduk o dönem, hep bir aradaydık. Ayrışma sonradan oldu. ‘Eşcinsel’ çatı kelimesini başta kabul ediyorduk ama Lambda’da olsun, o camiada olsun transfobi yavaş yavaş kendini göstermeye başladı. Hem zaten kendi kimliğimi inşa ediyordum hem de başka dertlerim vardı; Lambda’da pek rahat edemez oldum. Bir oluşum olunca yer kavgası da olmaya başladı. Seferberlik hali ortadan kalkmaya başlayınca ‘Ben nasıl var olacağım?’ diye düşünmeye başladım. O dönem Ebru’nun evi vardı, her genç lubunya gibi ben de domezlikten başladım. O arada da Şevval’in röportajını okudum, ‘Ben burada çalışmak istiyorum’ diye Kadın Kapısı’na CV’mi bıraktım ve danışma hattı deneyimimi de yavaş yavaş Kadın Kapısı’nda kullanmaya başlayabildim.”
Sözü Eylem’in ardından İlksen aldı ve internetin yeni yeni yaygınlaştığı dönemde Lambda’nın kapısını çaldığı zamandan başlayarak Türkiye’nin ilk trans erkek öz örgütlenmesi Voltrans’ın bir araya gelişini şöyle anlattı:
“Beni Lambda kapısında ilk Serdar karşıladı, daha sonraları Ebru ve Demet’i gördüm. Bir de Ali’yle karşılaşıyorduk arada sırada, o da kendisini ne olarak tanımlayacağından emin değildi. Onun da hem Amargi’de hem de Lambda’da transfobi yaşadığını biliyordum. Bazı zamanlarda ‘Biz yaşıyoruz memelerimizle, siz de yaşayın’ gibi şeyler söylendiği de oldu. Böyle bir transfobi hakimdi. Bireysel açılma deneyimlerinin önemli olduğu bir dönemde, 2007’nin sonuna doğru Ali’yle karşılaştım. ‘Böyle böyle, bir trans erkek örgütlenmesi düşünüyoruz’ dedi. O dönem, hangi berbere gitmemiz gerektiğini, kendimize ayakkabı nereden bulabileceğimizi hep birlikte konuştuğumuz bir dönem aynı zamanda ne hissediyorum, duygularım neler buluşmaları yapıyorduk. Toplantılar için Amargi ve Lambda’nın mekanını kullanıyorduk.
“2010 yılında, Şevval bana bir e-posta gönderdi. ‘Biz Trans Pride örgütlemeyi düşünüyoruz, katılır mısın?’ diye sordu. Ve hatta ilk etkinliğimizde de geçiş sürecini konuştuk. Cinsiyet atölyeleri yaptık. ‘Kadın hissetmek’, ‘erkek hissetmek’, nasıl ‘ortaya çıkar’ gibi cinsiyet kimliğine dair sorgulamalar yaptığımız atölyeler düzenledik. İki filmi Türkçeye çevirmiştik mesela, izleyip üstüne konuşuyorduk. Bu dönemde mekanların bu kadar açık ve dayanışma içinde olması önemliydi. Tartışabiliyorduk. ‘Kimyam Tenime Uymuyor’ performanslarıyla anlatıları hikayeleştirdik. O sene hatırlıyorum, stand-up gösterilerine bile dönüştü. Çok fazla istek olunca, Queer Kimlik Konferansı’nda da yaptık Boğaziçi’nde. Voltrans belgeselinde oradan bir kesit görebilirsiniz.”
Şevval, konuşmasına geleneksel lubuncanın ziyadesiyle ikili ve trans maskülen dışlayıcı bir yanı olduğunu, geçmiş yıllara dönük bahsederken bu kelimeleri kullanırsa hemen atlanmamasını rica ederek başladı.
“Trans Pride yapma fikri ve kararı, rakı masasında alınmadı. Yine Ebru, Demet, Eylem, Beren ve benim olduğumuz bir dönemdi. Sema’ya 8 Mart’a katıldığı için ‘Yeteri kadar kadın değilsin’ diyen bir grup vardı mesela. Dünyanın en paçoz derneğinde megafona pil dileniyorduk, öyle bir dönem. Trans Pride’ı ilkin üç günlüğüne organize ettik ve herkesle dayanışıyorduk. Ben o dönem trans erkeklere de şunu konuşuyordum: Bu panellerin yarısını siz alacaksınız; 3 etkinlik biz çıkarırsak 3 etkinlik siz çıkaracaksınız. Eşit bir şekilde hafta etkinliklerimizi yapalım istedik.
İlk Trans Pride için logo tartışmasının dahi 1 ay sürdüğünden bahsetti:
“O dönem EHP’li arkadaşlarla dayanışıyorduk; onlar bizden biz onlardan, birbirimizden güç alıyoruz. Sonra ben bir gün Trans Pride için logo için bakınırken ben bir kelebek buldum. Böyle etrafı gökkuşağı renkleriyle boyalıydı, hatta trans erkeklere de gittim sordum kelebek sizi bozar mı diye. Kimse bir şey demedi de bir türlü EHP’lileri ikna edemedik. ‘Çok metamorfoz’ gibi şeyler söylediler. Ben sadece o logo için, 1 ay boyunca tartıştım.
Elbette, tüm Onur Yürüyüşleri çok güzeldi ve büyüyerek de devam ediyor ancak Trans Pride’ın ilk üç yılı, kendim de örgütlediğim ve içinde bulunduğum için benim için çok daha özel bir yerde.”
Başlangıç etkinliği Çağıl’ın 2014 sonrası dönemde Trans Pride’ı yeniden örgütleme çalışmalarını paylaşmasıyla sona erdi:
İstanbul’a geldiğim ikinci sene, Trans Onur Yürüyüşü’nün yasaksız bir şekilde İstiklal Caddesinde yapılabildiği son seneydi (2014). Geldiğim gibi bir şekilde kendimi trans öz örgütlenmelerde bulmuştum. Aslında bu ‘kendini içinde bulma’ hali mecburi, bir yandan o zamanlar Türkiye’de gündem maddesi olmayan, daha doğrusu aslında feminist örgütlenmelerin tabanında hep olan ancak adı henüz konulmamış TERF’ler, bir tarafta cis merkezci politika üretenler derken, zaten sizi kabul eden tek alan trans öz örgütleriydi. Söz konusu yalnızlaştırılma bilinçli de olsa, bilinçsiz de olsa aynı yerlerden gelmiyorduk ve trans+’nın İstanbul öznelinde tekrar ayrılması gerektiği resmen yüzümüze çarpıyordu. Trans Onur Haftası’nın gerekliliğine dair olan fikirlerimi birkaç arkadaşa özel alanımda anlatmıştım, bu fikre İris de katıldı.
Bir kapalı toplantı yapmaya çalıştık yöntem ve haritalama için, İstanbul LGBTT’den Kıvılcım’ın önerisi ve deneyim aktarımıyla. Ancak pek başarılı olmadı, İstanbul’da trans öz örgütüne olan inançların İstanbul LGBTT’nin de dağılmasıyla çok azalmıştı (2019). 2021’in başında bir komite kuruldu ancak enerjimiz yetmedi ve dağıldık. 2022’de ise Yıldız ve Agit’in İstanbul’a gelmesiyle Trans Onur Haftası’nın tekrardan gelişini resmen duyurabildik.
Bizi zorla yerimizden etmeye çalışsalar da, gitmek zorunda bıraksalar da, yarın ben de gitsem, bu şehirdeki Trans Hareketi, hükümetin ve onun politikalarının dağıtamayacağı kadar eski ve köklü. Kolluk kuvvetlerinin zoruyla bir sokağı kapatmanın yetemeyeceği kadar hep buradaydık. Trans feminizmin kapsayıcılığı, İstanbul gibi kozmopolit bir şehre yakışır, birimiz geliriz, birimiz gideriz. Kolektif ve yatay örgütlenme modeliyle, çok az kişiyle ve çok yoğun emekle bugün buradayız. Seneye de burada olacağız. Dönmeyiz, buradayız.
Etiketler: insan hakları, yaşam, siyaset, onur yürüyüşü