19/02/2007 | Yazar: Ahmet İnsel

Irkçılık ve ayrımcılık her toplumda olabilir. Ama esas sorun, her toplumda bunlarla mücadele edilmemesi, doğal, olağan veya önemsiz olgular olarak ele alınması veya 'milliyetçi hassasiyet taşması', 'cehalet', 'çaresizlik' türünden değerlendirmelerle mazur gösterilmesidir.

Irkçılık ve ayrımcılık her toplumda olabilir. Ama esas sorun, her toplumda bunlarla mücadele edilmemesi, doğal, olağan veya önemsiz olgular olarak ele alınması veya 'milliyetçi hassasiyet taşması', 'cehalet', 'çaresizlik' türünden değerlendirmelerle mazur gösterilmesidir.

KAOS GL

Ahmet İnsel

Irkçılığın, var olmak için, olguya dayanan bir gerçekliğe ihtiyacı yoktur. Olgularla ispatlanması gerekmeyen, mutlak, kategorik bir kesinlemedir. Bu kesinleme, özel bir anlama çabası gerektirmeyen imgeler kullanır. Bu kesinlemeler herkes tarafından paylaşılmaz ama ispatlanması gerekmeyen bir besbellilik oldukları ölçüde, herkesin üzerinde az veya çok etkili olurlar. Bu nedenle ırkçılık biraz müphem de olmalıdır: Yahudi komplosu, Mason ittifakı, gizli din taşıyanlar dayanışması gibi... Etnik temelli bir ayrımcılığın ifadesi olan ırkçılığın yanında, din, cinsiyet, sakatlık, cinsel kimlik, yaş nedeniyle yaygın biçimde maruz kalınan ayrımcılıklar da var. Irkçılık çoğu zaman bu ayrımcılık ifadelerinin bir veya birçoğu ile tamamlanır.

Nazi ırkçılığı gibi uç örneklere gitmeden, bugün İtalya'da Kuzey Birliği etrafında toplanan "hassasiyet", tipik bir ırkçı, yabancı düşmanı ve ayrımcı yoğunlaşmasını temsil ediyor. Bugün Avrupa'nın birçok ülkesinde aşırı milliyetçilikle ırkçılık, yabancı düşmanlığı ile ayrımcılık sempatizanı toplumsal tabakalara dayanarak güçlenen, siyasal areneda dikkate alınması gereken gelişmeler var (daha ayrıntılı bilgi için, bkz. 'Balkan Humması: Popülist ve Aşırı Sağ', Birikim, Kasım 2006). Bu oluşumların güçlenmesinde, eğitimin ve medyanın çok önemli bir sorumluluğu olduğunu, yakın tehlikenin bilincinde olan gözlemciler söylüyor.

Eğitim ve medyanın ırkçılık ve ayrımcılık ifadelerini önemsizleştirmesinin yargının algılamasını da bazı yerlerde etkilediği görülüyor. Bunun yakın örneklerinden biri, Roma Yüksek Mahkemesi'nin 5 Aralık 2005 tarihli kararı. Bir adamın Kolombiyalı iki genç kıza Roma'da sokakta, "Pis zenciler, burada ne işiniz var?" demesi üzerine, bu mümtaz İtalyan yurttaşı hakkında açılan davada mahkeme, "pis zenci" demenin suç teşkil etmediğini, çünkü bunun bir "antipati", yani sevemezlik, soğukluk, kısacası bir karşıtlık duygusu ifadesi olduğunu belirtmiş. "Pis Türk", "pis Arap", "pis Kürt" denilmiş olsaydı, herhalde mahkeme aynı yönde karar verecekti. (O kızlar önce "pis İtalyan" demiş olsa, mahkeme aynı karara varır mı?) Kısacası, empati kadar antipatiyi ifade etme hakkı vardır demek bu. Son derece vahim bir simetri, bir eşitlik denklemi.

Bunları aktaran İtalyan sosyolog Antonio Tabucchi, İtalya'da faşist geçmişi aklama, 1943 ateşkesini reddeden faşistleri "milliyetçi direnişçiler" olarak tanıma çabalarını da aynı sıradanlaştırma operasyonu içinde ele alıyor. Sıradanlaştırmanın sorumluları iki kurum. İtalya'nın faşist geçmişini kurcalamamak için, okullarda tarih dersi müfredatını I. Dünya Savaşı'nda kesen anlayış ve Berlusconi'nin medya imparatorluğu. Faşist, ırkçı geçmişi aklama operatörlerinin saygın medya cambazları haline gelmesine kimsenin tepki gösteremediğinin, solun da ulusal birlik anlayışı içinde geçmişe sünger çekmeyi marifet addettiğini belirtiyor. İtalya örneğinden hareketle, ırkçılık ve ayrımcılığın sıradanlaşmasının pasif bir unutma operasyonu olmadığını hatırlatıyor.

Irkçılığın yükselişi

Fransa'da, 1990 sonlarında yayımlanan kamuoyu yoklamaları ve sosyolojik araştırmalar, ırkçılığın aşırı sağcı Ulusal Cephe ve lideri Le Pen'e oy verenlerle sınırlı olmadığını gösterdi. Nitekim, bu ırkçı potansiyele zaman içinde yayılan Le Pen, 2002 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yüzde 16 oyla sosyalist adayın önüne geçip ikinci tura kaldı. Ulusal cephe, etnik milliyetçiliğin, antisemitizmin ve yabancı düşmanlığının zaman zaman en ince, zaman zaman en sıradan temalarını işleyerek, "halkım beni anlar" üslubunu sürdürdü. Dünyaya medeniyeti yayan ırkın Fransızlar olduğu özgüvenini gerçekten taşıdığı için, "Bir Fransız dünyaya bedeldir" veya "Dünya Fransız olsun" demeye işi vardırma ihtiyacı duymadı ama, "Fransa Fransızlarındır" olarak Türkçeye çevrilecek sloganları gayet sık kullandı. Bunlara ilaveten, "siyaset tacirlerine" karşı tepkiyi ve AB düşmanlığını ince ince işledi. Bir de anarşist-kapitalist kırması bir radikal iktisadi liberalizm taraftarlığını. İktisadi liberalizm övgüsü, "tavşan gibi doğuran yabancıları aile yardımıyla besleyen", "büyüklerin, para babalarının, tekellerin" devletine, daha önemlisi vergiye karşı tepkiyi yönlendirmenin yoluydu. Bu ırkçı dinamik ayrıca, piyasa ekonomisinin acımasız dışlama mekanizmalarıyla, işsizliğin bazı toplumsal kategoriler için kaçınılmaz bir kader haline gelmesinden de besleniyor. Toplumsal ilişkiler kopuyor, yurttaşlık bağları parçalanıyor ve bireyler en ilkel aidiyet reflekslerine sarılıyorlar.
Fransa'da, İnsan Hakları Danışma Ulusal Komisyonu'nun Haziran 2004'de yayımlanan raporunda, internet ortamında patlayan ırkçılık ifadeleri ele alındı. Bu ifadelerde, sırasıyla birinci hedefin "Arap-Müslüman", ikinci hedefin "Yahudi" ve 2002 sonrasında üçüncü hedefin "Amerikalı" olduğu görüldü. Daha önce üçüncü sırada "göçmen işçiler" geliyormuş, dördüncü sıraya düşmüşler. Rapor, genellikle yasak olduğu için veya ayıp sayıldığı için alenen ortaya çıkarılmayan ırkçılık ifadelerinin, internet yoluyla herkesin evinin içine girebilmesine dikkat çekiyor. Bir de, bariz bir olgu etrafında komplo deşifre etme şehveti ve klişeler üzerinden konuşmanın rahatlığının birleşmesinin nasıl son derece hızlı biçimde bulaşan ve yayılan bir nefret söylemi yarattığını gösteriyor.

Merkezi Viyana'da olan Avrupa Irkçı ve Yabancı Düşmanı Olayları İzleme Kurumu da, daha genel olarak tüm Avrupa'da bu tür olayların gelişiminin fotoğrafını çekmeye uğraşıyor. Bu kurumun en büyük şikayeti, genellikle ayrımcı uygulamalardaki ırkçı boyutu, çoğu ülkenin etnik aidiyet veya dini aidiyet kaydı tutmaması veya bunu bildirmemesi nedeniyle ortaya çıkaramamaları.

Ayrımcı AB

Avrupa Komisyonu girişimiyle, Haziran 2006'da yapılan Avrobarometre araştırması, Ocak 2007'de yayımlandı. Araştırmanın başlığı, "Avrupa Birliğinde Ayrımcılık". 27 ülkede altı ayrımcılık türünün varlığının, o ülke sakinleri tarafından algılanmasını ele alıyor. Bunlar, etnik kökene, sakatlığa, cinsel kimliklere, yaşa, din veya inanca ve cinsiyete dayalı ayrımcılıklar.
Araştırma, AB ülkeleri sakinlerinin yüzde 64'ünün, yaşadıkları ülkede etnik kökene dayalı ayrımcılığın yaygın olduğu kanaatinde olduğunu gösteriyor. Ardından sırasıyla, sakat ve hastalara karşı ayrımcılık, cinsel kimlikler nedeniyle ayrımcılık, kişinin yaşı nedeniyle, din veya inanç nedeniyle ayrımcılık ve cinsiyet nedeniyle (deneklerin yüzde 40'ı) ortaya çıkan ayrımcılıkların, yaşadıkları ülkede yaygın olduğu inancına sahipler.

Buna karşılık, deneklerin yüzde 65'i, ülkesinde yaşayan ve çoğunluktan farklı bir etnik kökeni olanların ulusal kültürü zenginleştirdiği görüşünde. Malta, Kıbrıs ve Avusturya'da ise deneklerin çoğunluğunun bu konuda görüşü olumsuz. Deneklerin yaşadıkları ülkede, din ve inançta ayrımcılığın en yüksek olduğunu ifade ettikleri ülke Fransa, sonra hemen ardından Danimarka, İtalya, Belçika, Hollanda, Britanya ve İsveç geliyor.

Milliyetçilik sularında gezen ayrımcılığın önemli bir göstergesi, toplumun çoğunluğundan farklı olan etnik kimliklerin parlamentoda daha fazla bulunması önerisi. Yüzde 48 bunu olumsuz bir gelişme olarak değerlendiriyor, olumlu bulanlar ise yüzde 44. Buna karşılık, büyük bir çoğunluk, daha fazla kadının iş yaşamında yönetici mevkilerde ve parlamentoda yer almasını, engellilerin ve 50 yaşından büyük olanların emek piyasasından dışlanmaması için önlem alınmasını onaylıyor. Cinsel kimlikleri nedeniyle insanların ayrımcılığa uğradığını en fazla İtalya ve Kıbrıs, sonra Yunanistan ve Portekiz'deki denekler ifade etmiş.

Bu altı tür ayrımcılık içinde, ırkçılık etnik kökenli ayrımcılığa tekabül ediyor. Irkla din çoğu zaman birbirine karıştırıldığı için, din nedeniyle yapılan ayrımcılıklar da ırkçılığın karasularında yüzüyor. Her ne kadar, çoğu zaman bastırılmış bir eşcinselliğin izlerine rastlansa da, erkek egemen tahayyülün erkeklik/iktidar tasarımı ile ırkçılık arasında güçlü bir ilişki olduğu için, cinsel kimliklere ve cinsiyete dayalı ayrımcılıklar da ırkçılığın etrafında kol geziyor. Engelliler ve orta yaşın üzerindekilerin maruz kaldığı ayrımcılık ise, piyasa ekonomisinin acımasız verimlilik anlayışıyla daha yakından ilgili.

Son olarak, Avrobarometre çalışmasında, bu ayrımcılıklarla mücadelede en büyük sorumluluğun okullara ve üniversitelere düştüğü, hemen ardından anababaların ve üçüncü sırada medyanın geldiği ifade ediliyor.

Burada dikkat edilmesi gereken, o ülkede ayrımcı pratiklere karşı güçlü bir tepki varsa, varolan ayrımcılık algılamasının da bu tür tepkileri olmayan ülkelerden daha yüksek çıkacağıdır. AB'de ayrımcılığın olduğunun bu denli açık fotoğrafının çekilmesinin, aynı zamanda bu ülkelerde ayrımcılıkla mücadeleyi büyük bir enerjiyle sürdüren bir "öteki Avrupa"nın varlığı sayesinde olduğu unutulmamalı. Irkçılık ve ayrımcılık her toplumda olabilir. Ama esas sorun, her toplumda bunlarla mücadele edilmemesi, bazı toplumlarda bunların doğal, olağan veya önemsiz olgular olarak ele alınması veya "milliyetçi hassasiyet taşması", "cehalet", "çaresizlik" türünden değerlendirmelerle, mazur gösterilmesidir. Irkçılığı kendi çıkarlarına alet edenler kadar, ırkçılığı sıradanlaştıran, önemsizleştirenler de ırkçılıktan sorumludurlar.

Kaynak: Radikal İki, 11 Şubat 2007

Etiketler: insan hakları
nefret