30/11/2006 | Yazar: Kaos GL

‘İnsanlık tarihinde birçok hastalık yüzyıllarca bilinip salgınlarla nesilleri, şehirleri, ülkeleri kasıp kavurur tedavisi ise ancak yirminci yüzyılda bulunabilirken, AIDS’e yol açan HIV virüsünün tedavisi sadece 10 yıl içinde bulundu. Ve tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de mümkün (sanıldığı gibi ABD’nin bulup da kendine saklaması gibi bir durum yok).’

‘İnsanlık tarihinde birçok hastalık yüzyıllarca bilinip salgınlarla nesilleri, şehirleri, ülkeleri kasıp kavurur tedavisi ise ancak yirminci yüzyılda bulunabilirken, AIDS’e yol açan HIV virüsünün tedavisi sadece 10 yıl içinde bulundu. Ve tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de mümkün (sanıldığı gibi ABD’nin bulup da kendine saklaması gibi bir durum yok).’

KAOS GL

Koray

Evet evet, yanlış okumadınız... 1980’lerde ortaya çıkıp hepimizin cinsel yaşamı üzerinde kara bir bulut gibi gezinip tehditler savuran AIDS hastalığının tedavisi var. Hatta insanlık tarihinde birçok hastalık yüzyıllarca bilinip salgınlarla nesilleri, şehirleri, ülkeleri kasıp kavurur tedavisi ise ancak yirminci yüzyılda bulunabilirken, AIDS’e yol açan HIV virüsünün tedavisi sadece 10 yıl içinde bulundu. Ve tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de mümkün (sanıldığı gibi ABD’nin bulup da kendine saklaması gibi bir durum yok).

Virüs vücuda girdikten sonra bağışıklık sistemi (yani her türlü hastalığa, gribe nezleye olduğu kadar, zatürre ve kanserlere de direncimizi oluşturan sistem) hücrelerine girerek onlara zarar veriyor. Bağışıklık sistemini tam olarak çökertebildiğindeyse birçok hastalık, sağlıklı insanlarda çok nadir görülen bazı kanserlerde dahil olmak üzere, her zamankinden daha ağır, daha zor tedavi edilebilir bir halde kişinin başına üşüşüyor. Virüs kendisi öldürmüyor, vücudun kapısını açıp tüm bu hastalıklara direncini kırıp onlar aracılığıyla öldürüyor. İşte bu son evreye, artık direncin kalmadığı evreye AIDS (kazanılmış bağışıklık yetmezliği sendromu- acquired immune deficiency syndrome) deniyor. Virüsün bulaşmasından AIDS evresine ulaşmak için gerekli olan süre 8-10 yıl (tabi bu kişiden kişiye değişip 2 yıla kadar inebiliyor). Bu arada kişiye HIV+ diyoruz, AIDS değil. Virus o hücrede çoğalıp, hücreyi patlatarak öldürüp serbest kalıyor ve sayısı katlanmış bir şekilde kendine öldürecek yeni hücreler buluyor. Ta ki, bağışıklık sistemi iflas edene kadar.

İşte bulunduğundan bahsettiğim tedavi virüsün hücrede kendini çoğaltmasını, hücreyi patlatıp öldürerek diğer hücrelere yayılmasını engellemeye çalışan üçlü ilaç kombinasyonu (kokteyl deniyor). Böylece yapılmış olan bağışıklık sisteminin direnişine müttefik olmak. Yani maalesef virüsü vücuttan defedemedik hala (kötü haber mi? dur bakalım). Bu üçlü tedavi doğru dürüst uygulandığında, o kadar başarılı ki kişi hiç AIDS evresine ulaşmadan başka sebeplerden (Türkiye’de herhalde trafik kazasından) ölebiliyor. Tedavi hemen virüs tespit edildiğinde başlanmıyor, bağışıklık sisteminin durumu, kandaki virüs miktarı belirli aralıklarla ölçülerek belli bir seviyeye geldiğinde başlanıyor.

Burada akla gelen (ya da kimilerinizin aklına gelen- dahası Batı’da bir sürü yeniyetmenin aklına gelen) bir iki şey var: ‘İçimden geleni yaparım yatakta (ya da nerde yapıyorsam bu işi) sonra da alırım hapımı yaşar giderim’; ya da ‘Ulan bulundu dedin, neredeyse kafamızda davul çaldın, bu muydu? Tedavi olmam köşemde ölürüm’. E tabi benim her ikisi için de söyleyecek bir şeylerim var.

Bu üçlü tedavi oldukça pahalı, oldukça zahmetli. Yıllarca aksatılmadan alınması gereken onlarca hap. Ortalama aylık kişi başına maliyeti 1200 amerikan doları. Her birinin saati belli, aç mı tok mu alınacağı belli bir sürü ilacı kullanmak insana ‘alırım hapımı’ dedirtecek rahatlığı vermiyor sanırım. Hele hastalık sürecinde (ki taşıyıcılık- virüsü taşıyıp da hiç hasta olmamak sadece bulaştırmak- gibi bir şey yoktur) bağışıklık sisteminin durumuna göre bazı hastalıklardan korunmak için ek ilaçlar alınması, ya da bu kokteyldeki ilaçların yan etkilerine karşı ilaçlar alınması gerekir ki hem maliyet hem de zahmet artabilir.

Tedavi bulunmuş olmakla birlikte kesin tedavisi, şifayla sonuçlanan tedavi bulunmuş değil. Ama bu tedavi olmamayı haklı kılmıyor. Ne şeker hastalığının ne de yüksek tansiyonun böyle bir tedavisi yok, hepsi kontrol etmeye, o anı sağlıklı yaşatmaya ve sorun çıkmamasına yönelik tedaviler. HIV tedavisinde de bu geçerli. Tamamen sağlıklı birisi gibi hayatınıza tedavi desteğinde devam ediyorsunuz. Bir takım fedakarlıklar yapmanız, bayağı zorluklar atlatmanız ya da atlatamamanız mümkün, ama bu hangi hastalık için geçerli değil ki? Eğer benim bu kadar param yok zaten tedavi olamam diyorsanız, Türkiye’de devlet (tüm resmi sigorta kuruluşları, eğer hiçbirine bağlı değilseniz yeşil kart aracılığıyla) masraflarınızı karşılıyor. En azından şimdilik. Bu işte de Türkiye’nin bu soruna özgü olmayan aksaklıkları olabiliyor elbet ama ortalama, yeterli tedavi almanız mümkün. Sanırım, söz konusu olan yaşamınız olunca bunlara katlanılabilir.
Ama tüm bu artı ve eksilerine rağmen akılda tutulması gereken şey bir tedavisi olsa bile, en rahatı, en ucuzu, en kolayı korunmak. Bir an evvel nasıl korunulacağı ile ilgili doğru bilgilere ulaşmaya çalışıp, bunu hayata geçirmek şart. En iyi tedaviden bile daha iyi. Geçenlerde bir toplantıda HIV için aşı konusunda gelişmeler tartışılırken söylenen bir sözü aktarmalıyım burada:

‘HIV’ın aşısı bulundu: korunma eğitimi.’



Kaynak: Kaos GL, Ocak –Şubat 2002, Sayı 9

Etiketler: insan hakları, sağlık
nefret