29/11/2006 | Yazar: Kaos GL

İnsanlık tarihi kadar eski olan, hastalık etmenleri; insanın varolmasıyla birlikte insanla iç içe yaşamaya başlamış, kimi zaman bu birlikte yaşam zararlı hale dönüşerek ‘endojen enfeksiyonları’ oluşturmuş; kimi zaman da dış kaynaklı hastalık etmenlerinin vücuda girmesiyle de ‘eksojen enfeksiyonlar’ meydana gelmiştir. Bunun toplumlar düzeyinde etkin olmasıyla da ‘epidemiler’ oluşmuştur.

İnsanlık tarihi kadar eski olan, hastalık etmenleri; insanın varolmasıyla birlikte insanla iç içe yaşamaya başlamış, kimi zaman bu birlikte yaşam zararlı hale dönüşerek ‘endojen enfeksiyonları’ oluşturmuş; kimi zaman da dış kaynaklı hastalık etmenlerinin vücuda girmesiyle de ‘eksojen enfeksiyonlar’ meydana gelmiştir. Bunun toplumlar düzeyinde etkin olmasıyla da ‘epidemiler’ oluşmuştur.

14. yy’da tarihe ‘kara ölüm’ olarak geçen ‘veba’ tarihin en acı ve en büyük salgınıdır. Bu salgında Avrupa nüfusunun 1/3’ü (25 milyon) çaresizlik içinde ölmüştür. Ne yazık ki insanlık bu facianın ardından altı yüzyıl sonra yeni bir çaresizlik ve çıkmazla karşı karşıyadır ki bu AIDS’dir.

Genellikle yaşlı İtalyan erkeklerinde, Yahudilerde ve Afrikalılarda görülen bir kanser türü vardır ki bu ‘koposisarkom’dur. Uzun yıllardan beri bilinen bu kanser, çoğunlukla dolaşım sisteminde ortaya çıkan bir tümörün, daha sonra deri ve diğer organlara bulaşarak buralarda kanser odakları oluşturması ile kendini gösterir. 1970’li yıllarda ilk kez alışılmışın dışında bir durumla karşılaşıldı. Koposisarkom ilk kez orta tabakadan genç insanlarda, hem de büyük oranda görülüyordu. Bu hastalığın koposisarkomdan farklı yeni bir hastalık olabileceği kuşkusu ile hastalık üzerinde duruldu ve AIDS’in belirtileri ilk kez o zaman saptandı. İşin ilginç tarafı, sağlıklı insanlarda hiç de önemli olmayan faktörler, bu hastalarda enfeksiyona neden oluyor ve ölüme yol açıyordu. Yapılan laboratuar çalışmalarında bu hastalarda vücut savunma sisteminin en etkili silahı olan T4 hücrelerinin toplu ölümlerle yok olduğu anlaşıldı. Bunun üzerine hastalığa ‘Kazanılmış Bağışıklık Yetersizliği Hastalığı’ anlamına gelen ‘The Acquirend Immuno Deficiney Sendrom’ yani kısaca AIDS adı verildi.

AIDS’e neden olan HTLV-III virüsü (Human T Lenfosit Virüsü) veya yeni adıyla HIV (Human Immuna Virüs) insanlarda, Lösemiye (Kan Kanserine) yol açan HTLV-I ve HTLV-II ile akraba olan bir retrovirüstür. Her üç virüs de aynı biçimde yayılmakta, aynı biçimde çoğalmakta ancak HTLV-I ve II hücrede aşırı çoğalmaya neden olurken HTLV-III yani AIDS virüsü hücre yıkımına neden olmaktadır. HTLV-III bir retrovirüs olduğundan, çoğalması için yeterli genetik bilgiye sahip değildir. Bu nedenle başka bir hücreye gereksinim duymaktadır. Virüs yapısı itibariyle incelendiğinde, küresel bir bünye üzerinde bir kısmı hücre zarına gömülü (glikoprotein-gp41) bir kısmı ise yüzeyde (gp-120) glikoproteinik bünyedeki yapıyla çevrilmiş, Lipoit (yağ) bir zar, bu zar içerisinde iki farklı koruyucu sistemden oluşan proteinik zar, (ki bunlardan dıştaki P18, içteki ise P24 adını alır) ve en içte RNA ve reverstranskriptozenzimini içeren bir yapı gösterir. Virüs, yapısındaki bu tutaçlar (gp-120) ile T-4 lenfositleri üzerinde bulunan ‘T4 veya CD4’ moleküllerine anahtar-kilit gibi uyar. Bunun sonucunda AIDS virüsü T4 lenfositlerine yapışır, ve eriyen lenfosit hücre zarından virüs tam içeriğini hücre içine boşaltır. Virüsün yapısındaki RNA, reverstranskriptoz enziminin yardımıyla, kendini oluşturan DNA’yı oluşturur, bu DNA herhangi bir kromozomun yapısına girer, buna ‘Provirüs’ denir. Provirüs uygun zaman bulduğunda aktifleşir. Aktifleşme sırasında ribozomlarda tercüme edilen DNA’daki bilgi neticesinde virüs proteinleri sentezlenerek yeni virüslerin oluşması sağlanır. Bu çoğalma o kadar çok olur ki, konak hücre zarı delik deşik hal alır, patlar ve yeni virüsler hücre dışına çıkar. Aynı zamanda bu gelişme T4 hücrelerinin ölümüne neden olur. T4 hücreleri her çeşit enfeksiyona karşı çok özel koruyucu işleme sahip olduğundan, hücrelerin toplu halde ölümü, vücut bağışıklık sistemini felce uğratarak AIDS sendromunu oluşturur.

Virüs alındıktan 3-6 hafta sonra gribi andırır bir hastalık oluşur. Ateş, eklem ve kas ağrıları, deri döküntüleri ve ishal görülür. Bu durum 2-3 hafta sürer. 8-12 hafta sonra AIDS kan testi pozitif olur ve kuluçka dönemi başlar. Kuluçka dönemi 2-5 yıldır.

Bulaşmada temel rolü, AIDS virüsü ile yüklü lenfositler almaktadır. Bu ise T4 lenfosit içeren kan ve ürogenital salgılar ile olmaktadır. Bu nedenle virüsün bulaşmasında en etkin yollar; 1-Hasta biriyle cinsel temas, 2-Enfekte kan transfüzyonu, 3-Açık yaranın etmenle teması, 4-Uyuşturucu bağımlılığı ve ortak enjektör kullanımı olarak sıralanabilir. Bunun dışında vücut sıvılarını oluşturan plazma, salya, gözyaşı, idrar gibi kısımlarda lenfosit olmadığından bu kısımların bulaşmada aracı olmaları söz konusu değildir. Bu nedenle el sıkma, sosyal öpüşme, ağlama, öksürme veya aksırma; yüzme havuzları, hamamlar, lokantalar ve buralarda çalışanlar AIDS’li olsa bile virüsün bulaşması mümkün değildir. Yine AIDS, çarşaf, havlu, bardak, fincan, çatal, bıçak, kaşık, tabak, tuvaletler, kapı tokmakları, telefonlar, büro malzemeleri ve ev eşyaları ile bulaşmaz.

Hastalığın teşhisi için şüpheli şahıstan kan alınarak ‘ELISA’ testi ile anti-AIDS antikorlar aranır. Elisa testi pozitif ise test tekrarlanır. Tekrar pozitif çıkarsa; 1-Western blot, 2-RIP -(Radyo İmmuno Presipitasyon), 3-IFA-(Inderect Membran Immunofluorosansi), 4-PCR (Polimerase Chainreaction), testlerinden biriyle doğrulanır.

Günümüzde bilindiği gibi AIDS’in kesin tedavisi yoktur. Buna karşılık hastalığın seyrini yavaşlatan ve bağışıklık sistemini stimüle eden ilaçlarla semptomatik tedavi yapılmaya çalışılmakta, ne yazık ki bu çaba sonuçsuz kalmaktadır. AIDS tedavisinde kullanılan ilaçlar iki grup altında toplanabilir:

1-Virüse direkt etki edenler: Bu gruptaki ilaçlar virüsün ‘RNA reverstranskriptoz’ enzimini inhibe etmek ve virüsün çoğalmasını yavaşlatmak suretiyle etki ederler. Bu ilaçlar; Zidovudin (AZT=Azidotimidin®), Forcannet, Dietoksisitidin, Ansamisin, Ribavirin, HPA-23

2-Bağışıklık sistemini stimüle edenler: Bu gruptaki ilaçlar da AIDS sonucu oluşan sekonder enfeksiyonlara karşı direnci arttırmak için kullanılırlar. Bu gruptaki ilaçlar; İL-2 (İnterteukin-2; T hücrelerinin çoğalmasını hızlandırır), ve İnterferondur. Ayrıca bağışıklık sistemini güçlendirmek için, uygun lenfosit nakli ve tek yumurta ikizlerinde kemik iliği transplantasyonu da denenmektedir.

AIDS’in cinsel yolla bulaşımına en etkili çözüm, mutlak güvenli seks kurallarına uymaktır. Tüm ilişkilerde mutlaka prezervatif kullanılması alışkanlık haline getirilmeli, oral sekste spermlerin ağızda kalmamasına özellikle dikkat edilmelidir. Kan ile bulaşımda kullanılacak kanın, AIDS testine tabi tutulduktan sonra kullanıma sunulması; kan ile sürekli temasta bulunan ebe, laborant, cerrah, biyokimyacıların HIV geçirmeyecek kalınlıkta plastik eldiven kullanmaları; ellerinde yanık, kesik, iltihap gibi doku zedelenmesi olduğunda etkenle temas etmemeleri ve tek kullanımlık enjektörlerin kullanılması sıralanabilir.

Son yıllarda bitkisel maddelerde HIV’e karşı savaşım gündemdedir. Bunlar: 1-Avustralya’nın kuzey-doğusunda tropikal iklimde yetişen bir süs ağacı olan ‘Castanospermum australe’den 1981 yılında izole edilen Castanospermin. Tohumları kestaneye benzeyen bu bitkiyi yerli halk gıda olarak kullanmaktadır.

2-Moraceue familyasının morus türlerinden elde edilen Moralin (Deoksinojimiysin). Tropikal ve Suptropikal bölgelerde yetişir. 1960’da sentezlenen etken madde, 1976’da morus türünden izole edilmiştir. 3-Avustralya ve Yeni Zelanda’da yayılış gösteren çalımsı, bezelyemsi meyveleri olan, ‘Swainson galegefolia’dan 1979 yılında izole edilen Swainsonin. Bitki 1 m. kadar boya erişmekte, kırmızı çiçekler taşımakta ve süs bitkisi olarak yetiştirilmektedir.

HIV virüsünün Askeri kökenli olduğu iddialarının yanında, Doğu Afrika kökenli olduğu iddiaları da vardır. Verilen rakamlara göre Batı ülkelerinde %1-5, orta ve batı Afrika’da %4-6, doğu Afrika’da ise %18-23 oranında, kanında HIV taşıyan insan olduğu iddia edilmektedir.

1991 yılı rakamlarına göre dünyadaki belirlenen AIDS’li sayısı 1,5 milyondur. Bunun dışında 2,5 milyon taşıyıcı vardır. 2000 yılında bu rakamın 20-30 milyon arasında olması beklenmektedir.



Kaynak: Kaos GL, Kasım 1995, Sayı 15

Etiketler: insan hakları, sağlık
İstihdam